GÜLSÜM’ÜN UMUTLARI

Yüzünü bir tülbent yardımıyla kapatmıştı Gülsüm. Öyle olduğu hâlde başını iyice öne eğiyordu. Kendisini kimsenin tanımasını istemiyordu çünkü. Aslında utanılacak bir şey yapmıyordu. Evde aç bekleyen çocuklarının, yatalak kocasının rızkını çöpten çıkarıyor olmasının ezikliğini duyuyordu sadece.

Kapıcı olmak istemiş, birçok apartman dolaşmasına rağmen iş bulamamıştı. Her apartmanın kendi kapıcıları vardı çünkü. Evde boncuk dizip geçinmeye çalışsa da kazandığı para kiraya ve faturalara bile yetmiyordu. Çaresiz böyle bir şeye de kalkışmıştı.

Semt pazarı sakin oluyordu bu saatlerde. Pazarcıların bıraktıkları, küçük tepeler oluşturan sebze- meyve yığınlarından işlerine yarayanları toplayanlardan ve henüz tezgâhlarını toplama işlemini tamamlayamamış olan birkaç pazarcıdan başka kimseler olmuyordu ortalıkta. Daha geç kalsa temizlik işçilerinin süpürge darbelerine maruz kalan sebze- meyve yığınları birbirine karışıyor, sonra bir çöp bidonuna dolduruluyordu.

Hayat bazıları için çok zordu. Bunlardan birisi de kendileriydi. Kocası inşaat işçisiydi. Çalıştığı inşaattan düşmüş ve boynundan aşağısı felç olmuştu. Sigortasız çalıştırıldığından hiçbir hak da talep edememişlerdi. Çocukları küçük olduğu için evin geçimini sağlamak kendisine kalmıştı. İçi daraldı birden. Bir of çekti… Gözlerinden süzülen yaşları tülbentinin ucuyla silerken ne kadar zamandır bir lahana yığınını önünde beklediğinin farkında bile değildi.

“İşe yarar bir şey var mı?” diye sordu bir erkek sesi.

Gülsüm bu sesten ürkmüştü. Oturduğu yerden kalktı, cevap vermeden oradan uzaklaştı. Poşetlerine henüz hiçbir şey koymamıştı. Az ileride gördüğü salatalık ve domates yığınına doğru yürüdü. Sokak lambasının ışığında seçebildiği sağlam sayılabilecek domates ve salatalıkları koydu poşetine. Biraz biber, pırasa, havuç, patlıcan, birkaç ezik muz da seçtikten sonra evinin yolunu tuttu.

Gecekondunun kapısından girerken daha iyi hissetti kendisini. Birkaç günlük yiyecek ihtiyacını karşılayabilmenin huzurunu duydu içinde.

Odaya girdiğinde 4. sınıfta okuyan oğlu Ali, önüne koyduğu bir tahta parçasının üzerinde ödev yapıyordu. 6. sınıfta okuyan Zeynep, açlıktan ağlayan üç yaşındaki kız kardeşi Hilal’i susturmaya çalışıyordu. Annesini görünce:

“Bak, annemiz neler getirdi bize. Birazdan karnın doyacak, hadi ağlamayı kes.” dedi.

Hilal ablasının kucağından inip annesinin eteklerine yapıştı:

“Karnım ağrıyor, çok ağrıyor.” dedi.

Annesi ne desin küçük kızına? Elindekileri yere bıraktı, sarıldı yavrusuna, karnını ovaladı. Sonra muzlardan en sağlamını kabuğunu soyup eline tutuşturdu.

“Hadi, ben yemek hazırlayana kadar bunu ye, tamam mı?” dedi.

Hilal annesinin eline tutuşturduğu muzu yüzüne gözüne bulaştırarak yerken Zeynep, kapının önünde duran poşetleri mutfağa taşıdı. Ali ise evdeki bu atmosfere dâhil olmamış gibi davranıyordu. Başını defterden kaldırmadan bir şeyler yazmaya devam ediyordu. Babaları ise, bir Ali’ye bir Hilal’e bakıp duruyordu.

Yemek hazır olunca sofrayı Zeynep serdi yere. Annesi pişirdiği pırasayı ortaya koydu. Dün fırından aldıkları bayat ekmeklerden birini eliyle koparıp herkese pay etti sonra. Çocuklar, açlığın verdiği iştahla yemeklerini yerken Gülsüm, sıvası dökülmüş duvar kenarındaki yer yatağında yatmakta olan kocasına doğru baktı. Onun da karnını doyurmak gerekiyordu. Bir tabak da ona hazırladı. Sonra Ali’yle birlikte yatağında oturtup arkasına bir yastık dayadılar. Gülsüm, kocasının ağzına verdiği her kaşık yemekte onun gözlerindeki çaresizliği görüyor, bu duruma çok üzülüyordu. Bir erkek için daha acı ne olabilirdi ki? Çocuklarının geçimini sağlayamamak şöyle dursun, onların saçlarını bile okşayamıyordu.

“Doydun mu?” diye sordu Gülsüm tabaktaki yemek bitince.

Kocası başını öne sallarken ağzından anlamsız birkaç kelime döküldü. Gülsüm onun doyduğunu anlamıştı. Son olarak kendi karnını da doyurdu. “Çok şükür Allah’ım! Bugün de karnımız doydu. Bunu bile bulamayanlara yardım et Allah’ım!” diye mırıldandı.

Zeynep annesinin söylediklerini işitmişti.

“Anne” dedi. İnsanlarımız neyi unuttu biliyor musun?”

“Neyi unuttu yavrum”

“Peygamber Efendi’mizin ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” sözünü…

“Haklısın yavrum.”

Anne- kızın konuşmasına Ali de katıldı:

“Bizim sınıfta Seçkin adında biri var. Bazı teneffüslerde kantinin önünde sıraya girip bekliyor ama ona sıra gelmiyor bir türlü. Çünkü her gelene kendi sırasını veriyor. Bir gün neden böyle yaptığını sordum. ‘Simit kokusunu çok seviyorum da onun için.” dedi. Ben anladım anne, aslında canının simit çektiğini ama alamadığını… Yine ben arada sırada simit alabiliyorum. O günden sonra aldığım her simitten ona da pay ayırdım. Bir gün öğretmenimiz de ona bir şeyler vermiş. Herkesten gizledi ama bana söyledi. Poşetin içinde giysi, defter ve kalem varmış meğer. Çok sevinmişti. Dün de elinde simitle gördüm teneffüste onu. Koşarak yanıma geldi: ‘Karnın açsa simidimi seninle bölüşebilirim.’ dedi. Açtım ama istemedim anne. Çünkü o, ilk defa bir simit alıyordu kantinden.

‘Simit paramı öğretmenim verdi. Bundan sonra her gün verecekmiş. Ama sakın kimseye söyleme, tamam mı? Senin de karnın aç olduğunda paylaşırız.’ dedi.

Gülsüm duygulanmıştı.

“Bizden daha kötü durumda olanlar var. İnsanlar yardımlaşmayı unuttular yavrum. Hep daha çoğunu istiyorlar. Bilmiyorlar ki şu dünyada kalacak olan sadece yapılan iyiliklerdir. Bazen bir tas çorba, bazen bir dilim ekmek o kadar makbule geçer ki. Gördüğün gibi bazı çocuklara aileleri bir simit parası bile veremiyor.”

“Çok paramız olursa hepsine yardım edeceğim anne.” dedi Ali.

“Nasıl yetişeceksin ki yavrum hepsine. Dünyada o kadar çok aç insan var ki.”

“Onu da büyüyünce düşünürüm.”

“Hadi artık uyuyun. Ben de kardeşinizi uyutayım. Yarına hazır olması gereken çok boncuk var daha…

Herkes yatağına girdi. Gülsüm de küçük kızını uyuttuktan sonra boncukların başına geçti. Boncuk dizileri tamamlandığında gün ağarıyordu. Yeni bir gün yeni umutlar demekti. Ama Gülsüm’ün umutları, pazardan toplamak zorunda kaldığı meyve- sebze yığınlarının altında can çekişmekteydi. Onun tek düşündüğü şey, kimselere muhtaç olmadan çocuklarını büyütmekti. Yaşamın insanlara iyi- kötü daha neler sunacağı ise meçhuldü.

Ülkü Duysak
www.kafiye.net