KRAL İLE ŞÖVALYE

Evvel zaman içinde… Kalbur saman içinde… Eski zamanların birinde bir ülke varmış.

Bu ülke insanları yabancılarla asla konuşmazmış. Ülkelerine kazaragiren yabancıları da dışlarlarmış. Bu yüzden buraya gelenler kısa sürede burayı terk edermiş.

Bütün bunların yanında bu ülke yeniliklere de kapalıymış. Evler eski yapı, yollar taşlı topraklı, hastaneler ve okullar bakımsızmış.

Masal bu ya… Bir gün atlı bir şövalyenin yolu bu ülkeye düşmüş. Meğer bu şövalye düşmanlarından kaçarken yolunu şaşırmış.

Genç şövalye ülke sokaklarında şaşkın şaşkın dolanırken karşısına bir delikanlı çıkmış. Ona:

‘’Hey delikanlı! Bakar mısın? Bu ülkenin kralı kim? Sarayı nerede? Bu ülkenin adı ne?’’ Diye ard arda sorular sormuş.

Delikanlı, yabancıya ters ters bakmış. Sonra da ‘’cık cık cık’’ sesleriyle oradan ayrılmış.

Şövalye, gencin bu tavrına çok şaşırmış. Sonra yoluna devam etmiş.

Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Az ileride önüne yaşlı bir adam çıkmış. Adamın kocaman gözleri, hokkaya benzeyen burnu varmış. Üstü başı da per perişanmış.

Yabancıyı fark eden yaşlı, onu durdurup:

‘’Hey sen! Ne arıyorsun burada? Yolunu mu kaybettin? Biz, bizden olmayanı sevmeyiz! Sen hiç bize benzemiyorsun. Şimdi derhal ülkemizi terk et!’’ Demiş.

Genç şövalye, saygısından olsa gerek, ona tek kelime etmeden yoluna devam etmiş.

Vara vara kralın sarayına varmış. Kapıda onu, muhafızlar karşılamış. Sonra ona, ne istediğini sormuşlar.

Şövalye:

‘’Kralınızı görmeliyim! Onunla çok önemli bir konu hakkında görüşeceğim!’’ Demiş.

Muhafızlardan biri:

‘’Kralımız çok hasta. Yorgan döşek yatar! Seni görüştürürüm, fakat bu görüşme kısa sürmeli!’’ Demiş.

Şövalye bu konuda muhafıza söz vermiş.

Muhafız onu kralın yatak odasına götürmüş. Sonra da şövalyeyi tanıtmış.

Kral:

‘’Ne istiyorsun delikanlı? Görmüyor musun çok hastayım? Hadi söyle!’’ Demiş. Ardından krala kötü bir öksürük tutmuş. Dakikalarca öksürüğü kesilmemiş.

Bunun üzerine genç:

‘’Ne duruyorsunuz? Hadi hemen mutfağa gidip, bir turp, bir havuç, bir bardak soğuk süt ve bir kaşık bal getirin!’’ Demiş.

Delikanlıyı duyan hizmetli hızla mutfağa koşup, söylenilenleri getirmiş.

Şövalye hepsini rendeledikten sonra bunları bir kapa koymuş. Bir müddet kaptakileri dinlendirmiş. Sonra da karışımı krala içirmiş.

Karışımı içen Kral’ın bir süre sonra öksürüğü kesilmiş. Yatağından kalkmış ve:

‘’Sen kimsin? Rengin bize hiç benzemiyor. Gözlerin, çekik çekik… Boyun da bizlerden çok uzun… Seni buraya kabul etmezdim ama… Dua et beni iyileştirdin.’’ Demiş ve devam etmiş.

‘’Şimdi, dile benden ne dilersen. Kapım sana sonuna kadar açık’’ Demiş.

Bu sözleri işiten delikanlı hemen durumunu anlatmış. Düşmanlarından bahsetmiş. Sonra da kalacak bir yer istemiş.

Kral bu isteği seve seve yerine getirmiş.

Günler günleri, aylar ayları kovalamış. Bu süre boyunca, genç şövalye, ülkeye bir sürü yenilik getirmiş. Okulları, hastaneleri ve otelleri tamir etmiş.  Yolları yenilemiş. Hastalıkların birçoğuna dermen bulmuş.

Bütün bu yaptıkları ülke halkının çok hoşuna gitmiş.

O günden sonra ülke kapıları yabancılara sonuna kadar açılmış. Ülkeye renk ve canlılık gelmiş. Meğer içeride farklılıkları barındırmak ne kadar da güzelmiş.

Onlar ermiş muradına. Biz çıkalım Kaf Dağına.

Hacer Taner Bulut
www.kafiye.net