İNSAN OLMAK

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, eski zamanların birinde, ormanı geniş, toprağı bitek, her yeri sulak, zengin mi zengin bir ülke varmış.

Bu ülke halkı çalışkan, namuslu, dürüst ve iyiliksevermiş.

Gel zaman, git zaman bu ülkeye bir gezgin gelmiş. Bu gezgin ülke ülke, kent kent, köy köy dolaşırmış. Bu sayede insanlar hakkında bolca bilgi edinirmiş.

Bizim gezgin, bu ülkenin şehirlerinde dolaşırken çok ilginç şeylerle karşılaşmış; Öncelikle insanlar birlik beraberlik içindelermiş. Hiç kimse birbirinin kuyusunu kazmazmış. Kibir, kıskançlık gibi olumsuz duygulardan habersizlermiş. Üstelik çok zengin ve yardımseverlermiş. Tüm ülke halkı malının yarısını paylaştığı için de, ülkede fakir insan yokmuş.

Bizim gezgin bu ülke de gördükleri karşısında, hayretler içinde kalmış. ‘’Bu, nasıl olur? Bunun bir sırrı olmalı,’’ demiş.

Bir sabah, erkenden kalkıp, kahvaltısını yapmış. Sonra da kafasındaki sorulara cevap verebilecek birilerini bulmak için, düşmüş yollara. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Vara vara Bilge Dede’nin evine varmış.

Kapıyı çalmış. Kapıyı evin hanımı açmış.

Evin hanımı karşısında gördüğü yabancıyı, kimsin? Necisin? Demeden, direk içeri buyur etmiş.

Holde ilerlerken, sağına soluna bakan gezgin, duvarlarda ünlü ressamların resimlerini görmüş.

Gördükleri resimler, onun çok ilgisini çekmiş. Biraz daha ilerleyince, sağ tarafındaki odaya ilişmiş gözü. Odada her çeşitten müzik aleti varmış. Odanın duvarları, ünlü müzisyenlerin resimleriyle süslüymüş.

Evin hanımı, gezginin, kolundan hafifçe çekerek onu, Bilge Dede’nin bulunduğu odaya götürmüş.

Karşısında modern giyimli, temiz yüzlü biri durmaktaymış.

Önce, Bilge Dedeyi selamlamış. Sonra da bir köşe bulup, oracığa oturmuş.

Bilge Dede:

‘’Hele de bakalım! Derdin nedir gezgin?’’ demiş.

Gezgin:

‘’ Saygı değer büyüğüm! Ben onca ülke, onca şehir, onca kasaba dolaştım ama böylesi bir ülke görmedim. İnsanlar ne kadar yardımsever, iyi niyetli ve çalışkan. Bunun sırrı nedir? Sizden,bunu öğrenmek için geldim,’’demiş.

Bilge Dede bir anda kahkahalarla gülmeye başlamış ve:

‘’İlahi yabancı! İnsan olmanın sırrı mı olurmuş? Bunlar zaten tüm insanların yapacağı davranışlar. Yoksa senin gördüğün yerlerde insan yaşamıyor muydu ki?’’ demiş.

Gezgin söz isteyerek:

‘’Evet, efendim! Bildiğin, senin benim gibi insanlar gördüm. Gördüklerim, hiç buradaki gibi değildi; hırsızlık, yan kesicilik, adam kayırma, kibir, gurur, öfke, kıskançlık, cimrilik… Ne arasan vardı.’’ Demiş ve eklemiş:

‘’Değerli büyüğüm! Bu insanlar mutlaka bir eğitimden geçmiştir, ne dersiniz?’’ demiş.

Bilge Dede:

‘’Bak delikanlı! Benim çocukluğumda, bu ülkeyi bilge bir padişah yönetirdi. O, okumayı, yazmayı çok seven bir padişahtı. Sefere çıktığında, yanına sandıklar dolusu kitap alırdı.

Sadece kendisi mi okurdu? Tabi ki Hayır! Ülkesindeki insanların kitaplara rahatça ulaşabilmesi için, adım başı kütüphaneler kurdurdu.

Sonra da okuma günleri düzenledi. Artık ülkede yediden yetmişe herkes her şeyi biliyordu. Tabi insan olmanın gereklerini de çok iyi öğrendiler. İşte, evlat. O gün bu gündür bu ülke hep böyledir,’’ demiş.

Duydukları karşısında gözleri pörtleyen Gezgin, Bilge Dedeye teşekkür etmiş. Sonra da izin isteyip, oradan ayrılmış.

O günden sonra da gezip gördüğü yerlerde okumanın önemini anlatmış. Hep, o ülkeyi örnek göstermiş.

Oralardaki insanlar, insan olmayı öğrenmiş mi bilinmez ama bizim gezgin, görevini yerine getirmenin haklı gururunu yaşamış.

Daldan üç elma düşmüş. Biri sana biri bana, biri de siz yetişkinlerin başına.

Hacer Taner Bulut
www.kafiye.net