Kötü Yaşam Koşulları Ölümler …

Kötü yaşam koşulları ve yetersiz besleneme sebebiyle ülkemizde sadece yılda 5000, 5 yaş ve altı bebeğin öldüğü yapılan araştırmalarla netlik kazanmıştır.Son on yılda yapılan araştırmalar gösteriyor ki !Ülkemizde gerçekleşen bu vahim vakaların , doğduğu topraklardan, işsizlik ve geçim sebebiyle büyük şehirlere dolayısıyla kentleşmenin yoğun olduğu bölgelere yapılan göç artışı neticesinde; yaşam mücadelesi veren ailelerin çocukları olduğu görülmektedir.Tarafımızdan yürütülen çalışmalar neticesinde, bu ailelerin kaldıkları evlerin yaşanılmayacak durumda ; rutubetli güneş almayan,ısınma sorunun yaşandığı hatta odun kömür gibi ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını tespit ederken ailelerin ortalama 4 ile 7 çocuğu olduğu ve çocukların açlıkla karşı karşıya kaldıkları çalışmalarımızla kayıt altına alınmıştır.

Genellikle İnşaaat sektöründe ,sosyal güvencesi olamadan çalıştırılan evebeynlerin devletten belirli yardımlar alarak ayakta kaldıkları gözlemlenirken çalışan kişilerin % 70’inin tüberküloz hastası olduğu ve tedavi edilemediği için genç yaşlarda (16 , 42 ) hayatını kaybettikleri izlenmiştir. Bu kişilerin çocuklarında da aynı hastalığın görüldüğü ve bazı ailelerin karantinaya alındığı araştırmalarımız sonucu netlik kazanmaktadır. Yine en son yürütülen çalışmalara göre ülkemizde veremle savaşta büyük ilerlemelerin yaşandığı 1970’li yıllardan sonra neredeyse bu hastalığın %100 ortadan kaldırıldığı gözlemlenirken ,2006’dan sonra hastalığın tekrardan ortaya çıktığı ve seyri %16,18 olarak görülürken %30 gibi çok ciddi bir atışla hastalığın yeniden toplumumuzda nüksettiği gözlemlenmiştir.

Sevgili dostlarım bu durumu yüzdelik olarak revize ettiğimizde her 4 kişiden 1’inde verem mikrobunun olduğu ortaya çıkarken kayıt altına alınamayan 2.200 verem hastasının olduğu ve ülkemizde kayıtlı hasta sayında her yıl 1000 kişinin öldüğü görülmektedir. Hastaların %36’sı akciğer veremi iken %41’i lenf bezi ve diğer organlarda rastlanılan verem çeşidi olduğu saptanmıştır. Hastalığın %59 erkeklerde izlenirken %41 kadın olduğu gözlemlenirken tüberkiloza yakalan kişi sayısında İstanbul’un birinci sırada olduğu anlaşılmaktadır.Dolayısıyla bu kişilerden doğan çocukların ilk belirlemelere göre çok ciddi tehtit altında oldukları ve çocukların 5 yaşına gelmeden öldükleri kayıt altına alınmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, aşısı bulunduktan sonra ortadan kalktığına inanılan tüberküloz (verem) hastalığına, her yıl ortalama 8 milyon kişi yakalanıyor ve 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybediyor.Ülkemizdeki oranlara bakıldığında yine 2006 sonrası yapılan çalışmalarda, her yıl 20 bin yeni verem vakasının ortaya çıktığı ve her hastanın 10,15 kişiye bu hastalığı bulaştırdığı gözlemlenmektedir.

Yine kayıt altına alınamayan doğumlarda 3000 ile 4000 arası bebeğin daha kötü yaşam koşulları yetersiz beslenme gibi sebepler suretiyle 5 yaşına gelmeden öldüğü tahmin edilmektedir.Dolayısıyla ülkemize kaçak yollarla giren mültecilerin toplumumuza verem mikrobunu bulaştırdığı yapılan araştırmalarla ayrıca tespit edilen diğer nedenler arasındadır. WHO’dan (Dünya Sağlık Örgütü) alınan veriler incelendiğinde Asya ‘da verme mikrobunun en az 3 kişiden birinde görülme sıklığına rastlanırken 2006 öncesinde Amerika Avrupa gibi AIDS gibi mikropla mücadele ederken tüberküloz mikrobuna rastlanılmadığı ancak ülkeye kaçak yollarla giren mültecilerden sonra ülkede verem mikrobunun görüldüğü saplanmıştır. Ülkeler; yaşam koşulları, inanç, kültürel düzen, ahlak kaidelerine bakıldığında vatandaşlarında görülen hastalıklar farklılık gösterirken son on yılda hastalık seyirlerinin ülkelerde değiştiği; yine yapılan, psiko –sosyo araştırmalar neticesinde netlik kazanmıştır.

Bölge bölge ülkemizde, yürütülen saha çalışmalarında , görülen içler acısı tablolar karşısında bir toplum bilimci olarak yaşadığım üzüntünün dehşet boyutun, altını çizerekten ,gelinilen nokta neticesinde ülkenin çağdaş medeniyetler seviyesi altında olduğunun üzülerek diğer meslekdaşlarım gibi belirmekten kendimi alı koyamayacağım. Eğer bir ülkede bebek ölümlerinde, hastalık çeşitlerinde ,hatta karanlık çağlardan süregelen bir takım hastalıklarla hala mücadele ediliyorsa durum sanırım tamda bu şekliyle de özetlenmiş olacaktır. Ölüm hızı denilen, bir gerçek var ki! Henüz 1 yaşına gelmeden en az günde 53 bebeğin öldüğünün gösterildiği bir sistematik tablodur ki!

Gelişmekte olan ülkelere bakıldığında Zambia ,Bangladeş ,Yemen ,Sudan vb. ülkelerde 5 yaşını geçen bir çocuğun yaşam süresi ortalama 33 yıl iken ülkemizde de durumun pek parlak olmadığı bebek ölüm oranlarına bakıldığında 5 yaşın aşan bir bebeğin eğer kötü yaşam koşulları altında doğduğu kayıt edilmişse bu ülkelerden daha iyi olduğumuzu söyleyemeyeceğim ki bu oranın%40,43 arasında olduğu bilinmektedir.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu illerinde sıklıkla görülen bebek ölüm oranların da başı Bingöl çekerken en düşük ölüm oranlarının yaşandığı ilin ise %20 ile Rize olduğu saptanmıştır. Doğu illerini sırasıyla Hakkari ,Van , Kilis, Diyarbakır izlerken yine Bartın ve Giresun’da ölüm oranlarının oldukça düşük olduğu saptanmıştır. Bir ayını tamamlayamadan ölen bebeklerin oranı 2014 yılında %67,1 iken 2015 yılında %64,2 oldu. Ölen bebeklerin 2015 yılında %13,4’ünün ilk gün, %30,2’sinin 1-6 günlükken, %20,6’sının ise 7-29 günlükken yaşamını yitirdiği görülmüştür.

Ölen bebeklerden 1-4 aylıkken yaşamını yitirenlerin oranı ise %22,9 olduğu yine yapılan psiko –sosyo araştırmalarla netlik kazanmıştır.Özetle dostlarım ülkemizde yılda 5000 bebeğin 5 yaşına gelmeden ve her 1000 kişiden 4000’inin kötü yaşam koşulları sebebiyle 16 ile 42 yaşlarında hayatını kaybettiği revize edilmiştir.Evet sevgili dostlarım ,eğer bir ülkede açlık, sefalet, eşitsiz adaletsiz bir dağılım söz konusuysa ve proleter denilen bir sınıfın oranın oldukça yüksek (işçi sınıfı) olduğu gözlemleniyosa o ülkede ; ekomik ,sağlık ,eğitim ,ulaşım ,yerleşim vs gibi bir çok alanda çok ciddi sorunlar yaşandığı anlaşılmaktadır .Uygarlık medeniyetler seviyesine ulaşmakta ki tek etken ise kaynakların adaletli dağılımı işletilmesi ,değerlendirilmesi ,nitelikli eğitim , dolayısıyla halkın refaha kavuşturulmasıyla gerçekleşeceği öteyandan süregelen araştırmalara önemini korumaktadır .

Diğer yandan bakıldığında ülkede halen,çalışan yoksul denilen (karın tokluğu)bir kesimin çığ gibi büyüdüğünden söz ediliyorsa yetkililerin, yeni iş sahaları geliştirmeleri, yığılmaların önünü almaları iş gücüne göre dağılım yapılmasını sağlamaları yönünde de yeni çalışmalar ,düzenlemeler yapmaları , gerekmektedir. Ayrıca halkın bilinçlendirilmesi eğitilmesi sebebiyle toplumbilimcilere sahada aktif çalışma fırsatı verilmesi ,gerekli çalışmaların bir an önce başlatılması şart olmaktadır.Sosyal devlet olmanın farkındalığıyla bu engellerin aşılması uygulamaya geçilmesi gerekmektedir. Daha aydınlık ,yaşanılabilir ,doğal kaynakların korunduğu ,yaşam sahalarının yenilendiği ;milletçe, milli birlik ver beraberlik içerisinde nefes alabileceğimiz yarınlar dileğiyle…

Sosyolog /Sosyal uzman :Filiz Kalkışım Çolak
www.kafiye.net