“Kırık Kalpler Kutusu”

 

    Bugün okulun ikinci günüydü. Pınar Öğretmen, elinde kırtasiyelerden temin ettiği yepyeni sınıf araç gereçlerini taşıyordu. Yeni sınıfında, eski bir Türkiye haritası ve kızların ekranına bakarak süslendiği çalışmayan bir bilgisayar dışında hiçbir materyal yoktu.

    Okulun ilk günü sandığından daha iyi geçmişti. Bunu takip eden günlerin de aynı şekilde geçmesi için dua ederek 12/B sınıfına yürüyordu ki, sınıftan gelen sesleri duydu. Sınıftakiler büyük bir coşkuyla tempo tutuyordu. Adımlarını hızlandırıp sınıfa girdiğinde öğrencilerinin bir noktada daire oluşturmuş, kavga eden iki öğrenciyi izlemekte olduğunu gördü. Onları ayırmak yerine gülüşüyor, onların adlarını haykırıyorlardı.

     Pınar hemen koşup olanlara müdahale etti. Hemen gençleri yerine oturttu. Kavga eden iki erkek öğrenciyi tahtanın önüne çıkardı. Dağılan saçları, morarmış tenleri ve birbirlerine attıkları öfkeli bakışlara bakılırsa aralarında gerçekten de büyük bir anlaşmazlık vardı.

     “Ne oldu? Neden kavga ettiniz?”

     İki öğrenci de aynı anda yüksek sesle konuşmaya başlayınca onları susturdu. “Pekala, şöyle yapacağız. Mustafa, sen dışarıda bekle.” Esmer oğlan hiç itiraz etmeden dönüp sınıftan çıktı. Diğer oğlanın adı yanlış hatırlamıyorsa Emre’ydi. Kumral saçlı, iri yeşil gözlüydü.

    “Anlat bakalım, Emre. Nasıl gerçekleşti bu kavga?”

    Emre’nin anlattıklarına bakılırsa, kavgaya ilk Mustafa neden olmuştu. Emre ve arkadaşları dün yaptıkları maçta Mustafa’nın neden oynamadığını tartışırlarken Mustafa gelmiş ve Emre’ye vurmuştu. Sonra da her şey sarpa sarmıştı.

     Pınar Emre’yi dikkatlice dinledikten sonra bu sefer Emre’ye, dışarı çıkmasını, Mustafa’yı da içeri göndermesini söyledi. Mustafa süklüm püklüm içeri gelmiş, aynı olayı biraz daha farklı anlatmıştı. Onun söylediğine göre de Emre onunla dün maçta oynamadığı için dalga geçmiş, ona omuz atmıştı.

    Pınar derin bir nefes çekip Emre’yi de sınıfa çağırdı. İki öğrenciye de yerlerine oturmalarını söyledikten sonra kollarını göğsünde birleştirdi.

    “İşte insanların en büyük sorunu da bu. Dik başlılık. Kime sorsanız, herkes karıştığı bir olayda masum olanın kendisi, suçlununsa karşı taraf olduğunu söyler. Ama bilmeyiz ki, suçluyu işaret ederken kullandığımız elimizin tek parmağı karşımızdakini gösterirken diğer üç parmak kendimizi göstermektedir.”

     Sınıftaki tüm gençler eskiden yaşadıklarını hatırlamış olacak ki başlarını yere eğdi. Pınar devam etti. “Her zaman masum olan karşımızdaki olmayabilir. Biz de başka bir insanın karşısındaki masum olabiliriz. Ama durup düşünmeliyiz, doğru nedir, yanlış nedir diye. Sizin yaşlarınızda sakin düşünün demek, bir file yukarı zıpla demek kadar anlamsız elbette. Onun için farklı bir şey yapacağım.”

     Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında sınıftan çıktı, bir dakika sonra elinde geniş karton bir kutuyla geri döndü. Kutunun üzerinde Kırık Kalpler yazıyordu.

     “Şimdi sizden birer kağıt çıkarmanızı ve bu kağıda karıştığınız bir olayda kalbini kırdığınızı düşündüğünüz arkadaşınıza zamanında dilemek istediğiniz ama gururunuz el vermediği için yapmadığınız özür cümlelerini sıralamanızı istiyorum. İsminizi yazmanıza gerek yok. Sanırım mesaj, ilgili kişiye gidecektir.”

     On dakika sonra kutunun içi farklı boyutlardaki özür kağıtlarıyla dolmuştu. Pınar Öğretmen her gün bu kağıtlardan birini dersin başında okuyacağını belirtip ilk kağıdı çekti.

     Kağıda bozuk bir el yazısıyla şunlar karalanmıştı.

     “O gün, saçının kesim tarzı bana hoş görünmediğinden sana ‘Gargamel kılıklı’ dediğim için özür dilerim. Biraz geç olsa da bunu duyduğun için mutluyum.”

     Sınıftan yükselen gülüşmeler, bu anıyı herkesin hatırladığını gösteriyordu. Kağıtta yazanlar  Pınar’ın yüzünde de küçük bir tebessüm oluşturmuştu.

Hilal Gümüş
www.kafiye.net