Çocukluğumuzda Yaz Tatilleri

 Gece toprak damlarda yatarken ayın şavkı vururdu yüzüme. Gökyüzünün perdesini nakış nakış süsleyen yıldızlara bakarken, nakışın nakkaşına sığınırdım sessizce. Ateş böceklerinin önce sesi gelirdi inceden ve hemen ardından kuyruklarında yanıp sönen kor renkli lambalarıyla gözümün önünden geçerlerdi. Bir yandan kurbağaların akortsuz senfonisi, öbür yandan billur akan çeşmenin nağmeleri derken köyümüzün dibinden geçip giden ırmak da sesiyle karışırdı geceye.

Yün yatak, yün yorgan, yün yastığa uzanarak ve cazibesine kapılarak seyrettiğim gökyüzünün güzelliğinde dinlerdim kulaklarıma gelen armonide nağmeleri. Gecenin ilerleyen saatlerinde köpek havlamaları bozardı mutluluğumu; her köpek havlamasında içime bir korku düşerdi. Onlarla çok kavgalarım olurdu, çok kez beni ısırmışlardı; bu yüzden ilk havlama sesinde içime irade dışı bir korku girer belli bir süre sonra geçerdi. Allah’tan imdadıma kavak ağaçlarının arasından gelen kuş cıvıltıları ve esen rüzgarla gelen ağaçların hışırtıları yetişirdi; geceyi tekrar güzelleştirir ve tekrar güzel hayaller kurmaya başlardım. Gündüzün verdiği yorgunlukla nasıl uykuya daldığımı bilmezdim.

Duraklı Köyü’nde yaz tatillerimizi dolu dolu yaşamak için genellikle arkadaşlarla bir gün öncesinden ertesi günü nerelerde nasıl geçireceğimizi kararlaştırırdık.
Sabahın ilk ışıklarında yataktan fırlar, doğrudan köyün altındaki çeşmeye koşar, çeşmenin serin suyunda yüzümüzü yıkardık. Kahvaltılarımızı çoğunlukla evde yapmazdık. Evlerimizden getirdiğimiz tandır ekmekleriyle kendimizi köyün aşağısındaki kavaklıklara, meyve ve sebze bahçelerinin gölgelerine atardık. Çocukluğumda köyün dibinden geçen ırmağın suyu boldu, hem girer serinlerdik hem bolca balık yakalayıp yerdik. Ayrıca evimizden getirdiğimiz dikiş iğnelerini iyice ısıtıp yamultarak olta niyetine kullanırdık. Yakaladığımız balıkları. söğüt ağacından kestiğimiz çubukların arasına yerleştirirdik. Irmağın kenarında gölgelik bir yerde ateş yakar, ateşin etrafını üç büyük taşla çevirip bahçeden kopardığımız biber ve domatesleri köze atardık, balıkları da söğüt çubuklarına takıp taşların üzerinde pişirirdik.

Çoğu zaman bahçe sahipleri tarafından kovalandığımız olurdu; kovalanmamıza sebep küçük meyve hırsızlığımızdı elbette. Bazen komşularımız kendileri de ikram ederlerdi ya çoğu kez de macera yaşamak hoşumuza giderdi. Bahçesine fazlaca giremediğimiz, köyümüzün yaşlı amcalarından ve aynı zamanda filozoflarından olan Rahmetli ‘’Mehmede Seyda’nın’’ meyve bahçesi bu bahçelerden en güzeliydi. Rahmetli, ağaçtan yaptığı makete kendi elbiselerini giydirirdi; bizler de çoğu kez ters köşeye yatan kaleciler gibi gol yerdik. En güzel meyve bahçesi de onun olduğu için vazgeçmiyorduk onun bahçesinden.

Bazen bahçe sahiplerinden izin isteyerek bazen istemeyerek karnımızı bir şekilde doyurduktan sonra öğlen sıcaklığında serinlemek için ırmağın serin suyuna bırakırdık kendimizi; sonra toparlanıp kararlaştırdığımız komşu köye doğru yol alırdık. İkindi vaktine kadar aramızda maç yapar geri gelirdik.

Yaz tatillerinde Duraklı Köyü’nde çocukluğumuz hemen hemen aynı tempoda akıp giderdi. Bazen büyüklerin anlamsız münakaşaları kara bulut gibi çökse de çocukluğumuzun üzerine, gizli bir el uzanırcasına bu kara bulutları çekip alırdı fırtınalı bir yağmur başlamadan. Yeniden bir güneş doğar ve güneş, ara sıra gelen parçalı bulutların yağmur bırakmasına izin vermezdi.

Biz büyüdükçe her şey değişmeye başladı; kavak ağaçları azaldı önce ve sonra suyunda yıkandığımız, balık yakaladığımız ırmak da bereketini çekti topraklardan. Ardımıza bakarak ayrıldığımız Duraklı Köyü, nice hatıralarımızı bağrında gizleyerek içli bir ah çekiyordur kimbilir…

Mehmet Zeki AKSOY
www.kafiye.net