YOKTUM

Yoktum
Varlığının en ücra köşesinde bile. Avunduğum şarkılar vardı ezgisinde beleyen. Korkak cümleler düşüyordu aklarımca. Sen, cümleleri görmezden gelip sırtını döndün. Cesareti kırıldı iyiden iyiye…
Olmazların kara kaplı defterinden okudun gün boyu. Sen, bütün güzellikleri tüketen, ben payına düşeni sırtına vuran…Gittim senden ben kadar… Benden de o kadar…

Yoktum
Zamanın huzur bırakan şafaklarında… Gökyüzünün mavi perçemlerinde… Güneşin sarısında, gün batımı kızılında… Heveslerin nefes keseninde…
Oysa bir şiirlik ömre tutunmuştum. Oysa tebessümün köşkler bağışlardı. Soluğun bereket katardı gülüşüme. Ben ki, bekleyişin eşiğinde sabahlardım günlerce. Sen düşeceksin şafaktan diye gözlerimi değdirmezdim birbirine.

Yoktum, 
Yoktum biliyorum imgelerinin arasında. Kurgulanmış evcilik oyununda… Ne bir bahar dalında, ne güzün bizli hüznünde… Hayale tutunma vakti değildi. Bütün serzenişleri almıştım yanıma. Eksik heceler bırakarak gideceğim buralardan. Tamamlanmamış şiirler kalacak seninle.
Hiç bilmeyeceksin hangi şiiri mezar kıldığımı, hangi mısrada tükettiğimi. Hiç bilmeyeceksin gözlerimde kaç mevsim biriktiğini, 
Hiç bilmeyeceksin hangi sürgün duygunun koynunda yattığını
Bir ben bileceğim, gözlerimin neden melal baktığını.

Yoktum
Şehrimin sus’u!
Hangi unutulmuşluk elbisesini giydin bugün? Naz dokumak yok muydu aşkın kanatlarında? 
 Bir göz ağlamaya durdu, söz duruldu. Havada incinmişlik, dilde zemheri soğuğu…
Gözlerindeki hüznü, deliliğin sırtına vuran kadınlar vardır. Kahkahadan yağmur damlaları okşar yanaklarını.
Bakışında mesafenin ürkek duruşu… Ve zamanın kırbacını vuruşu kadardı gidişleri. Tutmadın yüreğinden ve gitti sen kadar yüreğinden…

Yoktum
Şiirler bensiz doğuyordu güne, seslerin çığlıkları arasında kayboluyordum. Söz sokağında iz sürüyordum sessizce. Bütün izler sana çıkıyordu. Yok olduğum mekanın var noktasına yaklaşıyordum. Gözlerin uykuya yenilme vaktiydi. Yine bir düşün saçlarımı okşayacağını biliyordum. Ve yine uyanacağımı ve yine her uyanışta secdeye duracağımı, hıçkırıkların içinde kaybolacağımı biliyordum.
Susmak dokunuyordu yüreğime, sustukça çoğalıyordum. Ben çoğaldıkça sen eksiliyordun. Çekiyordum seni tespih tanelerince. Ve tekleşiyordum bir çift yürekte.

Yoktum
Umudu indirdim az önce sırtımdan. Hüzünden zikzak çiziyorum kendimce. Ve gidiyorum şehrime ve şehrimdeki gelincik gölgesine

Yoktum
Can kadar anında… Zaman doldurasıya kadardım yanında. Yol türküsüne bürüdüm gidişini. Hoşça kal düşerken dudaklarından sus’a sığındım. Hüzün zılgıt çalıyor. Birazdan başlayacak ayine. Gidersem, bekleyeceğim umudu tükettiğim yerde. Gel yine!

Sündüs Arslan Akça
www.kafiye.net