SÜNDÜS ARSLAN AKÇA sordu

 
Hışır Osman Nebioğlu
İle Söyleşi
 
 “Felek ne derdin var ise
Ben varım ya sal başıma
Bıkmışım senin dünyandan
Zaten gelir dar başıma”
 
Türkülerle gönül bağı kurmuş her yürek bu dizeleri tanır. Ben de şairinden evvel bu dizelerle tanıştım. Yani ilk türküyü sevdik, benimsedik, yüreğimizde unutulmaz kıldık.
 
İlk görev yerim Erzurum, o zamanlar kasetler vardı tabiî ki. Türküleri çok seven biri olarak, her Erzurum’a inişimde birkaç kaset ve de ay boyunca okuyacağım kitapları alır, görev yaptığım köyüme dönerdim. Kışı yoğun geçen bu şehirde sık sık şehre inme imkânımız yoktu. İhtiyaçlarımızı aylık alırdık.
 
Yıl 1992 ve elimde Nurullah Akçayır’ın kaseti… ‘’ Yazın Yağar Kar Başıma’’ adlı kasetini dinlemekten ezgileri ezberlemiştim artık. Kasete isim olan türkü de dilimizden düşmez olmuştu.
 
Hiç aklıma gelir miydi ki, bu güzel türkünün şairi ile yollarımız kesişecek.
 
Yıl 2016 Ankara’da bir şiir etkinliğindeyiz. Birçok şair ve yazar ile birlikteyiz. Hışır Osman Nebioğlu ile tanıştırıldık. Ve ‘’Yazın Yağar Kar Başıma’’ türküsünü hep birlikte mırıldanırken ben başı dumanlı dağlara doğru gittim. İlk olarak bu etkinlikte nam-ı değer Hışır Osman Nebioğlu’nun mütevazı yüreğiyle tanış oldum.
 
“Bırakmadın benim peşim
Kurutmadın gözüm yaşın
Neyinden korkayım kışın
Yazın yağar kar başıma”
 
Şu anda elimde Hışır Osman Nebioğlu’nun Akçay yayınlarından çıkan kitabı var. Kitabın 4. baskısı. Aralık ayında daha çiçeği burnunda diyelim. Fakat bildiğim kadarıyla bu baskı da tükenmek üzere.
 
Takip ettiğimiz kadarıyla kitaba ilgi oldukça fazla. Neler hissediyorsunuz?
 
Kitabın dördüncü baskısı bu. Daha önceki baskıları daha çok Gümüşhaneli okuyucular gördü. Dördüncü baskı ile bütün Türkiye’ye ulaşma şansı yakaladık. Kitabın ülkemizin en ücra kentlerine ulaştığına dair geri bildirimlerle karşılaşmak mutlu ediyor elbette.
 
Namı değer Hışır Osman Nebioğlu kimdir, bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
 
1951 yılında Gümüşhane merkeze bağlı Dörtkonak (Edire) köyünde doğmuşum. İlk ve orta öğrenimini Gümüşhane’de tamamladım. 1972 yılında Erzurum İline bağlı Yağmurcuk Köyünde öğretmenlik görevine başladım. Oradan gene Erzurum İline bağlı Güngörmez köyü öğretmenliğine, sonra da Gümüşhane İline bağlı Akçahisar Köyü’nde öğretmenlik yaptım. Öğretmenlik görevini 1982 yılına kadar sürdürdüm. Öğretmenlik mesleğinden istifa ederek Trabzon’da “unlu mamuller” üzerine ticarete başladım. Trabzon’da 12 yıl süren ticari hayatımı 1994 yılında Gümüşhane’ye naklettim. Halen Gümüşhane’de “ünlü mamuller” üreten bir işletmeyle meşgulüm ve dost meclislerinde şiirlerimi ve türkülerimi terennüm etmekteyim.
 
Kitabınızı ilk açtığımda eşinize yazdığınız mısralarla karşılaştım. ‘’Beni şair ve ‘’Hışır’’ eyleyen’’ diye başlıyor. Bu lakapla anılmanızın sebebi eşiniz midir, farklı bir öyküsü var mı?
 
Eşimin şiirlerimin üretilmesindeki etkisi asla inkâr olunamaz. Girişte de dediğim gibi ona kızdım türkü yaktım, ona küstüm türkü yaktım, onu sevdim türkü yaktım. Lakin Hışır mahlasının eşimle alakası yok. Öyküsü var ama.
 
O da şöyle: “Öğretmenlik yaptığım köyde, öğrencilerle top oynarken ayağımı burktum. Köy ahalisinin “Hayrola Hoca” suallerine, ayağım incindi manasında “hışır oldu” türünden cevaplar verdim. O köyde daha önce mukallit kimliğiyle öyküleri anlatılan “Hışır Osman” lakaplı bir adam yaşamış. Bu durum verdiğim cevabın bir lakap olarak bana yakıştırılmasına sebep oldu. Ben de bana yakıştırılan bu ismi benimsedim. Artık aile içinde bile bana “Hışır” diye hitap edilir oldu. Mahlas değil öz ismim gibi. Torunların dilinde bile ben “Hışır Dede”yim.”
 
Şiirin Hışır Osman’daki tanımı nedir?  Kendi şiirinizi nasıl tanımlayabilirsiniz?
 
Şiir nedir ne değildir diye kendimle bir tartışmam yok. Ben halk şiirinin ve türkü yakıcılığı geleneğinin temsilcisi olarak görüyorum kendimi. Gerek kendi hayatımda, gerek dostlarımın gönül dünyasında izler bırakan olaylar üzerine türküler yakıyor, şiirler yazıyorum. Şiirlerim muhayyilemde evvela türkü olarak vücut buluyor. Ve ben onları mutlaka bir ezgiyle mırıldanıyorum. Son dönemde Talat Hoca ile sık sık şekil ve kafiye örgüsü konularında tartıştığımız da olmuyor değil. Şiirin kendine özgü kanunlarını da gittikçe daha fazla önemsediğimi söyleyebilirim.
 
Şiirlerinizin hepsinde türkü tadı var. Yazarken türkü mü dinlersiniz, ya da ezgi eşliğinde mi gelir mısralar?
 
Az önce de söylediğim gibi bende şiir ezgisiyle birliktedir. Çünkü ben bütün şiirlerimi türkü formuna uygun olarak üretiyorum ve mutlaka üretirken ezgisiyle birlikte mırıldanıyorum. Şiirin iskeleti tamam olduktan sonra da bir kalem şairi gibi şiirin söz işçiliğiyle ayrıca meşgul oluyorum.
 
Bu zamana kadar kaç eseriniz bestelendi? Sizin besteledikleriniz var mı?
 
Benim koşma tarzı şiirlerimin hepsi bestelidir aslında. Bunlar bir kısmı notaya alındı bir kısmı sadece dost meclislerinde çalınıp söyleniyor. TRT repertuarında 8 tane türküm kayıtlı. Ezgileri ve düzenlemelerinde Nurullah Akçayır’ın katkısı var. Henüz repertuara alınmamış üç türkü de bende var nota çekilmiş. Son yıllarda bir çok bestekâr da şiirlerimden besteler yaptılar.
 
Türkülerin çoğunun bir de öyküleri vardır. Erzurum radyosu saz sanatçısı olan Nurullah Akçayır’ın 92deki kasetine isim olan’’Yazın yağar kar başıma’’türküsünün öyküsünü sizden dinleyebilir miyiz?
 
Öğretmenlikten ayrılmama yedi yaşındaki oğlum Alper’in elektrik çarpması sonucu ölümü sebep oldu. Bu sarsıntıyı kardeşimin ve annemin vakitsiz ölümleri izledi. Öğretmenlikten ayrılıp Trabzon’da unlu mamuller üreten bir işyeri açtım. Eşim ve çocuklarım Gümüşhane’de ben Trabzon’da işimin başında. Bu duygular, bunalımlar, sıkıntılar içerisinde bunaldığım bir akşam feleğe sitemlerim birikmiş olacak ki bu türkü döküldü dudaklarımdan. Sonra Nurullah bu ezgiyi düzenledi ve güzel de yorumladı. Hala seviliyor ve okunuyor. 
 
Şiirlerinizde çoklukla gurbet, sevgili, zamandan, gönülden şikayet, vefasızlık temalarına yer verilmiş. En çok da vefasızlık, bu konuyu çok işlemenizin muhakkak nedenleri vardır. Neler söylemek istersiniz.
 
Haklısınız benim şiirimde en baskın tema gurbet, felek ve vefasızlıktır. Gurbet yaşadığım coğrafyanın kaderi. Gümüşhane insanının gurbet görmeyeni zaten yoktur ki… Her evde gurbetten dönmesi beklenen bir kişi vardır hala. Bu temanın belleğime yapışmış olması coğrafyanın kaderiyle benim kaderimin birbirine bağlı olmasından belki de. Bizim kültürümüzde başına gelen felaketi, acıyı, kayıpları, elde edilemeyenleri sabır ve tevekkülle karşılamak esastır. Ama kul bazen dayanamayınca çatacak bir yer arar. Bu da bizde felektir. Feleği her tür olumsuzluğun müsebbibi sayar taşlarız. Aslında bu bir rahatlamadır. 
 
Vefasızlığa gelince, hayatta tahammül etmekte zorlandığım tek şey vefasız insanlardır. Bana göre bir kişilik kusuru olan vefasızlığı ben hiç kimseye yakıştıramam ve şiddetle ayıplarım. Hele hele sevgiye ve sevgiliye vefasızlığı gönlüm asla affetmez. İnsana yakışan vefalı olmaktır, ahdinde ve sözünde durmaktır. Günlük hayatta olduğu gibi gönül ülkesinde de her bütünlük ancak vefayla mümkündür. Vefasız bir kadının ardından bakıp iç çeken bir dostumun ağzından söylediğim dizelerde olduğu gibi vefasız insanlara beddua etmek dahi az gelir bana:
 
“Gördüm ki saçına aklar dizilmiş
Belki sen duymadın “oh olsun” dedim
Bozguna uğramış bağlar gibiydin
Bunlar sana azdır “çoh olsun” dedim
 
Gözümün önünde dudak büküşün
Sanki dün gibiydi çekip gidişin
Bir parçalık kalan eski gülüşün
Silinsin yüzünden “yoh olsun” dedim
 
Sorsan bu Hışır’ı nasıl avuttum
Bedduamı semalara dağıttım
Gözyaşımla cehennemi soğuttum
Ama senin için “yahılsın” dedim”
 
Şiirleriniz genellikle 11’ li ve sekizli hece vezni ile yazılmış. Ve dediğimiz gibi çoğunluğunda bir türkü tadı var. Halk şiirinin kalıplarından çıkmamışsınız.
 
Çıkmak istemedim ki hiç. Başka şiir türlerine saygım var elbette ama benim için şiir hecedir. Koşma düzeni bizim geleneğimizin en makbul şiir tarzıdır. Ama benim kalemim daha çok 11’li heceye yatkın. 8’li heceyi de severim ama 11’li hece daha sevimli durur bende. Durak olarak da 6+5’i daha çok beğenir ve uygularım.
 
Farklı alanlarda şiir denemeleriniz oldu mu?
 
Küçük dörtlükler denedim rubai tarzına yakın. Birkaç da müfret beyit denedim. Ama ben heceden ve koşma düzeninden memnunum ve bir arayışım yok.
 
“Hışır Osman yanar bitmez
Ocak içte baca tütmez
Kahpe felek sanki yetmez
Bir de vurur yar başına”
 
Yakın bir tarihte Ankara’da Gümüşhane günleri oldu ve siz Talat Ülker hocam ile ordaydınız. Gümüşhane’nin dışarıdaki yüzünün sanatçıya ilgisi nasıldı?
 
Talat Hocayla uzun bir zamandan beri Gümüşhane’nin kültür ve sanat hayatına katkılar sunmaya çalışıyoruz. Birlikte emek verdiğimiz bir derneğimiz ve bu dernek vasıtasıyla il içinde ve dışında ürettiğimiz çeşitli etkinliklerimiz var. Dışarıdaki Gümüşhane’nin yaptığımız etkinliklere ilgisinden şikâyetçi değiliz. Bir de kitaba uzak durmasalar çok daha iyi olacak ya, umudumuz var hala…
 
Biraz da Gümüşhane’ye gidelim. Gümüşhane’de ne gibi sanatsal faaliyetler içindesiniz. Gümüşhane değerlerine sahip çıkıyor mu?
 
Gümüşhane’de bir dergi çıkarıyoruz. Herfene dergisi. Bu aralar biraz aksadı ama bir de haftada bir Herfene Geceleri düzenliyoruz. Şiirler ve türküler seslendirdiğimiz bu gecelerde kültürümüzün dünü bile geleceği arasına köprü olmaya çabalıyoruz. Her yıl en az bir adet şiir dinletisi tertipliyoruz il dışından şair dostlarımızı da davet ederek. Gümüşhane değerlerine sahip çıkıyor mu sorusuna verilecek cevabım külliyen olumsuz değil. Tek kötü tarafı illa talep etmemizi beklemeleri. Biz de talep etmeyi pek sevmiyoruz.
 
Kıymetli şair Talat Ülker hocamın kitabınızın başında sizin hayatınızı ve sanatınızı konu alan bir yazısı var. Bu yazı da birkaç şiirinizin öyküsüne yer vermiş. Sizden Melisa şiirinin öyküsünü dinleyebilir miyiz?
 
Melisa adlı şiirimin yakılış öyküsü şiir lezzetindedir. Melisa bir kız ismi zannedilir şiiri ilk okuyanlar tarafından. Oysa o bir çiçek için yazılmıştır. Melisa adlı çiçek gündüz bir çalı gibidir. Gece çiçeğini açar. Ve çok yakınında duranı bayıltacak derecede bir de kokusu vardır.
 
Yakın akrabam ve türkü tutkusuyla dostum olan ve çok özel ve güzel meclisler paylaştığımız Avni Kılıç çiçeklere âşıktı. Evinin terası bir çiçek bahçesiydi. Avni Bey’i ziyarete gittiğim bir gün masanın üstünde bir çiçek vardı. Çiçekten çok çalıya benzettim önce. “Bunun ne işi var bu çiçeklerin arasında” diye sordum Avni abiye. Sen o çalıyı akşam görürsün” dedi. Akşam oldu. Türkülerle şenlendirdiğimiz anlarda masa üstündeki çalının dallarında açan sarı çiçekler süsledi meclisi. Ve bir koku karıştı ezgilerimize. Ben daha önce görmediğim ve çalıya benzettiğim bu çiçekten özür dilercesine soluklar çektim ciğerlerime. “Uzak dur” uyarılarına aldırmadım. Çiçeğin kokusuyla sızıp kalır. Sabah kalktığında çiçek gene bir çalıya dönüşmüştü. Çiçeği kendisime benzettim. Ve döktüm mısralara yüreğimi:
 
“Çokları var ama nerde sen gibi
Dizilmiş çiçekler bir desen gibi
Öyle bakma bana, ben de sen gibi
Çalıyı koluna takan melisa”
 
Türkiye’de birçok şiir etkinliğine katıldınız ve katılmaya devam ediyorsunuz. Bu etkinlikleri yeterli buluyor musunuz? Neler yapılabilir?
 
İşlerim nedeniyle her davete katılamıyorum. Şiir dinletilerini şiirimiz adına önemsiyorum. Çok yaygınlaşan bu etkinliklerin çoğunda kaliteli şiiri bulmak zorlaşıyor. Bu etkinlikleri şiirin konuşulduğu, şiire ait problemlerin tartışıldığı birer mektebe dönüştürmek gerek.
 
Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyorum. Son olarak bize neler söylemek istersiniz.
 
Ben de size bu güzel sorular için teşekkür ediyorum. Dilerim sorularınıza doyurucu cevaplar vermişimdir. Sizin aracılığınızla yüreğinde şiir ve türkü bulunan bütün okurlarınıza saygılar sunuyorum.