DERİN

Güneşin her batışında yaşama hevesime çöker gece

Santim santim can sökülür vücudumdan
Bir ayağım hep çukurda, bir ayağım teheccüde koşar
Duaya uzanır ellerim seherlerce
Bir ışık yakar topal yakarışlarım
Kabirden fecre varırım böylece
Sonra tan tutar beni, zaman yutar beni,
Allahım bırakma şeytan tutar beni
Nurlu bir bordürdür çekilen
Baştan başa gönlümün duvarına
Yüzümde Asr-ı Saâdet’e uzanan pak çizgiler
Bedenimde Taifte işlenmiş iğne oyaları
Kan tutar beni, an yutar beni, Can kurtar beni
Bir parça et tutar beni
Uzanır uzanır da perdeye eremez parmaklarım
Aşılmaz menziller katetmiş ayaklarım
Ötelerden bir nidâ bekler kulaklarım
Hadi gel!
Sûret bırakmaz, ruhuma giydirilmiş bir cisim
Bir parça et tutar beni
Med tutar beni, cezir yutar beni, Nezir kurtar beni
Yusuf olan çıkar kuyudan sabır sonrası
Tomurcuk açacağım bağrımda diken sancısı
Zorluğu sevmeyen nefsim!
Sensiz makbul olsa kul, ben seni istemezdim
Dilim tâkâtsiz, özüm bir damla kan pıhtısı
Ten tutar beni, ben yutar beni, Sen kurtar beni
Sızlansam derdime lütfunla mahcup olurum
Yardımın olmasa nefsime mağlup olurum
İstemem birşey ancak rızana matlup olurum
Miskin kulum sermayem bir katre gönül sıvısı
Hazırken sefere
Dur! Tutar beni, Sur yutar beni, Nur kurtar beni
Mecalim yok ne olur
Aşkınla vur kurtar beni.
Nesli Erkam Farandağlı

(Nesli Erkam Farandağlı… Asıl adı Zekeriya BİLGEN… Mutlaka ihlasla yazdığı bu şiirdeki dileği kabul olmuş, 27 Ocak 2016’da Diyarbakır’ın Sur ilçesinde şehitlik makamına yükselerek muradına ermiştir. Allah bana da nasip etsin İnşallah! Şehidimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim. Sabr-ı Cemil… Şefaati hazır olsun!)

AL BENİ DE YANINA

Gün bitip, güneş dağlara yaklaşırken hüzzam şarkılar söylenmeye başlar ruhumda… Torosların koynuna girdiğinde, üstüme ölümün gölgesi düşer.
“Kıyamet, ikindi vakti kopacakmış!..” derdi çocukluğumda bir cahil kadıncağız. Sanki burada ikindiyken başka yerlerde de vakit hep ikindi olurmuş gibi…
Akdeniz akşamları neşeli geçer aslında ama hava kararırken yavaş yavaş çekilmeye başlar kanım, erim erim eririm… Sanki her defasında ağır çekim can veririm…
Doğarken kabullenmişiz ölümü, çaresiz… Ona hazırlanmaktan başka yapacak bir şey yok!
“Kulum nafilelerle yaklaşır bana!” diyor Yaratan. Nafile namazlar, oruçlar, dualar, Kur’an kıraati… Geceleri nurlandıran her türlü güzel amel… En çok da tefekkür… Boş gözlerle bakmamak eşyaya…
Bilmem kabul olur mu ağır aksak yakarışlarım… Geceler boyu boynu bükük, gözü yaşlı… İlahiler, zikirler… Sabah da olur ben de olurum! Gün ağarırken sür üfrülmüş de kabrimden çıkıyormuşum gibi uyanırım sabaha! Penceremden seyrederim ufkun ağarışını… Renkten renge girdikçe kıpırdamaya başlar yüreğimde sevinç… Lacivertten sarıya kadar döner, bildiği gibi… Önce mavinin tonlarında gezinir, koyusundan açığına doğru… Soğuk renkleri sergiler, değme ressamın fırçasından çıkamayan hoşlukta… Özgürce yayar da yayar boşlukta… Öylesine güzel, o kadar özgün… Sonra kızarmaya başlar… Isınmaya yönelir o güzelim renkler… Şafak atar. Kızarır ufkun yanakları, utancından. Duvağı açılan gelin gibidir. Giderek pembeleşir benzi, ağır ağır sararır heyecanından…
Gözlerimi o renk oynaşmasından alamam! Oysa zaman aldırmaz hiçbir şeye… Akar da akar su gibi… Her yerden geçer de geçirir de hayatı… Ah, o melun!.. Her adımıma çelmesini takar, seccademde tam secdeye varacağım yere başını koyar. Secde mahalline… Nasıl da sırıtır, arsız arsız!.. Sapsarı upuzun eğri büğrü dişlerinin biri var biri yok… Yüzü pis, pörsümüş, sarkmış… Gözleri kırışık, suratı buruşuk… O melun var ya o melun!.. Alein lane…
Gönlüm, boylu boyuunca Akdeniz… Ruhum parlak, kar beyazı… Köpük köpük kıyılarım… Ben Toroslarım! Gecenin isi pisi kalmamış yüzümde… Yüzümde Antalya güneşinin ışıltısı… Alnımda secdelerimin nuru… O/Nur/la kalkarım yerimden. Vücudum dipdiri, dimdik! Omuzlarım kalkık, geriye doğru gergin… Gerilmiş bir yay gibi enerji doluyum! Hamdolsun ki ben Allah’ın mütedeyyin bir kuluyum!
Gönüm giymiş, gelinliğini… Ruhum sultan olmuş. Kar beyazı tüller içindeyim. Dantellerle tüllerle süslenmişim, çiçeklerle tellerle bezenmişim. Ruhumda bayram sevinci… Yüzüm apaydınlık… Tebessümün dalga dalga yanaklarımda… Dişlerim iki dizi inci… Dudaklarımda Allah zikri…
Altın Çağın geliniyim… Torosların doruklarından bakıyorum… Kar dantelalar ardından, on dört asır öncesine… Yüreklerine Allah aşkı nakşedilen, oya oya iman işlenen kişileri görüyorum. Her türlü olumsuzluğa rağmen ne kadar da huzurlu ve mutlular! Ben de onlar gibi kurtulanlardan olmak istiyorum! Medet Ya Rabbi!..
Nedir benim onlardan farkım! Sadece şu et kemik beden değil mi! Feda olsun tek önderim olan Efendim’e! Feda olsun İslam’a, Vatanıma!..
Her şeyin bir vakti zamanı var. Vuslat, zannedildiği kadar yakın deği maalesef! Aramızdaki sütre, kolayca açılıverecek sıradan bir perde değil! Onu açabilmek herkese nasip değil! Sadece Müminlere… Öyle dağlar aşmaya, yollar arşınlamaya, nice menziller kat etmeye de benzemez! Bu menzile ulaşmak öyle kolay değil! Her babayiğidin harcı değil, nefsine hâkim olabilmek! Onunla boylaşmak ve sonunda yenmek! Nefis, koca bir dağ! Aşılması zor mu zor!.. Toroslar kadar değil! Ağrı kadar, Himalayalar kadar da değil!
Nefis, yedi başlı ejderha… Bir başını kesince diğer başını çıkaran… Başları kesmekle bitmeyen tükenmeyen korkunç bir canavar!
Nefis, bin bir kollu ahtapot! Kolları çelikten sağlam, çevik mi çevik! Atik mi atik! Sımsıkı gerilen yaylardan gergin… Bilekte kelepçe, ayakta pranga… Kurtul kurtulabilirsen!.. Hani öyle kolaysa…
Sadece benim arzulamam yeterli değil ki Rabbimi! Bakalım O da dileyecek mi aynı iştiyakla beni! Kulluğuna kabul edecek mi? Adımı söyleyecek mi ansızın, zamanın bir yerinde? Ötelerden, ta ötelerden seslenecek mi acaba? Ne zaman duyacağım o en kutsal, en muhteşem çağrıyı?
“Haydi gel artık, kulum!..” diyerek davet ettiği, uğrunda can veren İslam erleri gibi tetikte beklemekteyim! Ne zaman… Acaba ne zaman çağıracak beni? Nihayetinde aramızdaki bir iskelet, biraz et ve yek pare bir deri değil mi!.. Ah o iniş çıkışlar!.. Ah o düzler yokuşlar!.. O kuyular, kuyular… Kör kuyular… Yusuf’ların atıldığı…
Ah! Bir işitsem o sedayı!.. Kim tutar acaba! Kim tutar beni!..
Yalnız o gelgitler ayağıma dolanır. O inişler çıkışlar… Şeytan, zaman zaman aşağıların aşağısına çeker ya insanı… Göktaşları gibi yerin dibine saplar ya… Sonra ruh, o canavarın pençesinden kurtarmayı başarır da yakasını, yukarıların yukarısına çıkar ya füzeler gibi… Bana da nasip et o aşamayı, Ya Rabbi!..
Düşmez kalkmaz bir Allah! Düştüğü gibi kalkmasını da bilirse insan, mesela yok! Güller gibi açacağım nasıl olsa, yakındır! Al güller gibi… İslam’a, Vatan’a kurban olarak kınalanmadım mı! Şehadetten üstün makam var mı benim için! Sehadetten güzel armağan var mı! Tek dileğim!..
İçimde ateş saçarak çatlamış inanç tohumu… Hızla eselmekte, boy atmakta… Yol almaktayım… Çökerse çöksün akşamın hüznü! Kararırsa kararsın geceler, kararabildiği kadar!.. Sabahlara kadar çalışır, güller açtırırım ya ufuklarda!.. Yükselirim ya zikrimle yedi kat göklere! Her secdede miraç ederim ya! O yeter bana!
Ben de güllere gebeyim, gecelerin zifirinden… Yapraklanacak, çiçekleneceğim, erenler gibi, yakındır! Doğum sancıları yoklamakta arada sırada… Patladı patlayacak tomurcuklarım! Al al güller açacağım bir seherde! Biraz daha fazla kendisini zorlayabilse çelikten sert boyunlu nefsim! Biraz yardım etse bana! Azıcık o mağrur başını eğse! Ah, o çetin ceviz! Ne zorlu bir mücadele içindeyiz, ters yönlerde ikimiz!..
Ah, o düşman! Baş düşmanım!.. O kahrolası, yerin yedi kat dibine batası olmasa! Fakat kulda nefis olmazsa nasıl olur o kıyasıya savaş!..
Kök söktüren imtihan… O da olacak, onun fışkırdığı kaynak da… Sonrasında mükâfat ya da ceza…
Ben acizim. Gücüm kuvvetim bir yere kadar… İşte elim işte ayağım!.. Nasıl zikrederim Rabbimi bu halsiz dille! Aslım su… Bir nebze kan pıhtısı… Alak… Alaka…
***
Alakasız bırakma beni, Rabbim! Sen kurtar, nefsimin pençelerinden! Sen tut çıkar beni o kuyulardan!.. Uykulardan uyandır, ibadete boyandır! Cennetini, Cemalini ve rızanı kazandır!
Ne nefsimden yakınmak yakışır bana ne de diğer belalardan… Onca nimetin sağanak sağanak inerken, başıma birkaç dolu tanesi değmiş de ne olmuş yani! Her şey kabulüm! Hepsi de aslında birer nimet… Senden gelen ödüllere de Eyvallah, bela ve musibetlere de… Yeter ki elini üstümden, sevgini gönlümden alma! Yardımını esirgeme benden!
”Yardımımız ulaşmasaydı, Yusuf günaha batmıştı!..” diyorsun. Peygamberken peygamber… Nefsin en zapt olunmaz olduğu çağda, aşk tüm ateşiyle yüklendiğinde, cehennemi yalımları yanaklarımı yalamaya başladığında, sen yardım etmezsen ben ne olurum!.. Helak olurum! Külliyen helak olurum!.. Medet Ya Rabbi!..
Ya Rabbi! Ne Yusuf olmak isterim ne Ferhat ne de Kays… Ne Züleyha isterim ne Şirin ne de Leyla… Sadece rızanı isterim, sadece rızanı! Bir, rızana sevdalıyım ben! Cemaline talibim!..
Neyim var ki aşkımdan, sevgimden başka, Sana sunacağım! Birkaç damla gözyaşımı sunuyorum, kabul et! Yüreğimin kökünden… Ola ki cehennemi söndürür o birkaç damla… Her an emrine âmâdeyim!.. Yeter ki bir ses ver! Bir ses, bir seda…
Kim tutar beni, Sen çağırdığında!..
Rabbim, kurtar beni! Kurtuluşa erenlerden et!.. Eren/lerden et beni!..Sana layık kullarından et!.. Medet!..
Hazırım yola çıkmaya… Yeteri kadar azığım yok ama fazlına güvenmekteyim. Bir de Sana ve Resulüne olan aşkıma…
Öldür beni aşkınla!
Al yanına!
Yanına…
Aşkınla…

Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI – 0039
www.kafiye.net