Boş Vermemeciliğin Simgesi

Belki biliyorsunuz, birçok internet sitesinde, birçok dergi ve gazetelerde yazılarım yayınlanıyor. Bunlardan bazıları tüm yurtta faaliyet gösteren kuruluşlar olmasının yanında, bazıları da bölgesel ve yöresel kapsamda.
Bazı editörlerim birçok yerde yazılarımın yayınlanmasını över, bazıları ise eleştirir. Övenleri bir kenara bırakıp eleştirenlere bakacak olur isek; eleştirenler bir yerde yoğunlaşmadığımı, enerjimi yaydığımı söylüyorlar. Hâlbuki ben enerjimi bölmüyorum, aksine yazılarımın birçok yerde yayınlanması benim enerjimi çoğaltıyor ve aslında ben tek bir yerde yoğunlaşmamış oluyorum. Türkiye ve onun hakkında. O yüzden tek bir kuruluşta yoğunlaşmıyorum. Türkiye halkı ya da Türkiye ile ilgili hadiseler tek bir yerde toplanmıyor. Çeşitli çeşitli görüşler, adetler bir mozaiği oluşturan etmenler gibi. Eğer tek bir yere yoğunlaşıp diğer yerlere gereken önem verilmezse bütünlük sağlanmaz. Tıpkı mozaikte olduğu gibi tek bir yere önem verilir; diğer yerlere önem verilmez ise o mozaiğin kırılması kaçınılmaz bir sondur. Türkiye’nin böyle bir sorun ile karşılaşmasını istemeyiz elbet. Lakin çok da dikkatli olmalıyız. Bu mozaik dünyanın en önemli mozaiklerinden biri ve herkes onu elde etmek istiyor. Bizim görevimiz ise onu ne olursa olsun korumak olmalı.
Ayrıca şunu da belirteyim; aslında birçok köşe yazarı da birçok sitede yazıyor, ama farkında değiliz biz. Tabi gerçek işi bu olanların. İnternet üzerinden artık herkes köşe yazarı. Ama mesleği gazeteci olan köşe yazarlarının yazılarını bir inceleyin. Siz onların yazılarını sadece bir gazete ya da dergiden okuyor olabilirsiniz ama onların yazıları birçok internet sitesinde ve dergilerde yayınlanıyordur. O kişiler sadece en duyulmuş olan yeri kullanırlar.
Neyse fazla uzatmadan. Geçen gün iki hadiseyi aynı anda yaşadım. Bu hadiselerin de aynı anda yaşanması bir bakıma güzel oldu. Bir yerde yayınlanan yazıma yapılan yorumu okuyordum. Bir kişi yazımı beğendiğini belirtmiş, kendi yorumunu belirtmiş ve sonunda şu ifadeyi kullanmış:
“Boş ver insanları, kendini kurtar sen…“
Bu ifade ilk hadiseydi. İkinci olan ise yazılarımın yayınlandığı bir sitenin daha eklenmesiydi ve bu sitenin hitap ettiği ildi önemli yapan bu hadiseyi. Samsun’du bu il. Bir yandan da elektronik mektuplarım diğer pencereden gözüküyordu. Bu yorumu okuduktan sonra Samsun’da bir kuruluş ile anlaşmam beni etkilemişti.
Gözümde bir an 1919 Mayıs’ının 19’u canlandı. Bir kişi gelmişti o gün Samsun’a. Gelirken de öyle bomboş değil, kafasının içinde düşünceler, yüreğinde vatan sevgisiyle gelmişti. Buraya gelmeden önce düşüncelerini paylaştığı insanlar da ona aynen yukarıdaki gibi demişlerdi:
“Boş ver insanları, kendini kurtar sen…“
Ama o ne yaptı. Dinlemedi onları ve bizim bugünlere gelmemizi sağladı.
Daha öncelere gider isek. Osmanlı’nın o tam anlamıyla Osmanlı olduğu zamanlarda padişahlara derlerdi:
“Boş ver insanları, kendini kurtar sen…“
Ama onlar da dinlemezdi. Daha öncelere gider isek, yine büyük Türk ve İslam devletlerininin yöneticilerine de dediler:
“Boş ver insanları, kendini kurtar sen…“
Ama onlar da dinlemezlerdi. Bizim kafamızda ve yüreğimizde bir tek şey vardır: “Nerde zulüm varsa, onu engelle. Hak ve adaletten yan ol. Boş verme insanları dünyanın neresinde olursa olsun.“
Bu sözü dinleyenler olmadı mı? Oldular. Dün de oldu, bugün de oluyor ve yarın da olacak. Dün olanları gördük, başlarına neler geldi. Bugün diyenler, dünü unutanlar ve yarından habersiz olanlar.
İşte bunu diyenler için bir şeyler için uğraşıyoruz. Dün uğraştılar ve biz de onlar dün uğraştılar diye ve yarınlar için uğraşacağız.
Samsun’dan da yazılarımın okunması bu boş vermemeciliğimi daha da anlamlı kıldı. Samsun uyanmanın, dirilmenin simgesidir. Aynı zamanda artık boş vermemeciliğin de simgesi oldu.

Tolga KAYASU
www.kafiye.net