RÜYA BİTTİ

Karanlık, ayın bile aydınlatmadığı, sokak lambalarının teğet geçtikleri odamda boylu boyunca yatmaktaydım. Hareket etmeden, sessiz bir şekilde gözlerim boşluğa dalıyordu. Ve ben usulca karanlığa boyun eğdim…

Yorgunluğuma aldırmadan yatağımdan büyük bir hışımla kalktım. Ve nihayet kendimi dışarıya atabilmiştim. Ay ışığının az da olsa aydınlattığı sokak olabildiğince sessiz… Güneş çoktan evrene veda etmiş, gökyüzü lacivert tabakasına bürünmüştü. Yıldızlar bu gece oldukça çok ve yeterince büyüleyiciydi. Ay ise kışkırtıcı… Gene de güzel ve estetik endamıyla dünyaya bakmaktaydı… Her şey mükemmelliğinde ilerliyordu, ben hariç…

Uslu bir kız misali sokakta yürümeye başladım. Caddeler boş, evlerin pencereleri karanlık… Sanki yalnızlığa terk edilmiş bu ayak bastığım ve kokusunu içime çektiğim yerler… Görüp de kopamadığım yerler ağladığını belli etmemek için elinden geleni yapıyor ancak başaramıyordu. Oldukça cansız, neşesiz ve insansız bu bırakıp gidilen caddeler… Sokağın en zifiri karanlığına mahkûm edilmiş, kendine bile faydası olmayan lambalar terk edildiklerinin kocaman kanıtı gibi…

Sinmiş kokusu her tarafa; ellerime, kıyafetlerime, saçlarıma ve soluduğum havaya… Ne kadar çitilesem de kıyafetlerimi, ne kadar yıkasam da ellerimi ve saçlarımı, ne kadar soluduğum havanın üzerine sigara yaksam da kokunun hiçbir zaman gitmeyeceğini anladım…

Evlerin camlarında kimileri beyaz, kimileri ise krem rengi perdeler… Herkes en kıymetli derin uykularında… Onlar için bu saatler, dakikalar ve saniyeler değersiz… Onların değersiz anları yarı ölülerinde bulunduğu zaman… Oysa benim içinse onu andığım, onu düşündüğüm ve hayalini gözümün önüne getirdiğim anlar… Yaşamımın en kıymetli dakikaları… Nefesimde o, ciğerlerime dolan hava o, kalbimin sahibi o…

Sessizce yere oturuyorum. O karanlık, terk edilmiş sokağın köşesindeki duvara yaslanıyorum. Oldukça şehvetli, hırslı ve hırçın bir rüzgâr esiyor… Bedenime vuruyor bir balyoz gibi… Saçlarım düşüyor alnıma… Amaç buymuş gibi yıkıyorlar geleceğimi… Parçalanıyorum ve o parçalar kayboluyor dar ve sahipsiz sokaklarda… Tutsak ruhumsa çırpınıyor kafesinin (bedenimin) içinde…

Parçalanan bedenimin kırıntılarından birini bulma gibi bir şansım oluyor ve yanına gidiyorum çıtımı çıkarmadan. Bir tepeye doğru çıkarıyor parçamı rüzgâr… Zorlanarak çıkıyorum yokuşu ve duruyorum parçamı göremeyince… Karanlık olsa da bu yolun ilerisi olmadığını fark ediyorum kısa zamanda… Aşağı doğru bakıyorum ve başım dönmeye başlıyor… Parçamın aşağı çekildiğini düşünüyorum ve onu bir daha göremiyorum. Aşağısı kapkaranlık bir uçurum… Beni istiyor gibi… Bana susamışçasına kışkırtıyor, kandırıyor ve aşağı çekiyor…

Kanıyorum ve salıyorum bedenimi boşluğa doğru… Büyük bir hızla aşağı çekiliyorum. Düşüyorum; dipsiz tek bir ışık zerresi bile olmayan ve sonu bir türlü gelmeyen uçurumdan. Saçlarım dalgalanıyor rüzgârımdan… Bir cenin gibi ayaklarımı çekiyorum karnıma doğru… Bir cenin gibi muamma kaderimi bekliyorum… Kaderimi beklerken ve az sonra onunla yüzleşecekken uzaktan sesler geliyor… Binlerce ses, binlerce insan sesi… Ah sesler, sesler… Her türlü, karışık ve bir türlü anlam veremediğim sesler…

‘’Tüm insanlık ölene kadar bir rüyanın içindedir ve ölüm meleği canlarını aldıktan sonra o rüyadan uyanırlar…’’

Büyük bir acı ve derin bir uyku… ‘’RÜYA BİTTİ’’

MİNE POLAT