Elde Kalan Bir HİÇ

Telefonum çaldığında bulaşıkları yeni bitirmiş, ellerimi kurulamaktaydım. Göz ucuyla “Arayan kimmiş?” diye baktım. Alt katta oturan yaşlı teyzenin adını görünce oldukça sevindim.
-İşlerin bitti mi kızım?
Telefonu açtığımda her zamanki o nazik, sevecen ses tonu ile konuşmaya başlamıştı.
-Evet, bitti. Hem bitmese bile ne olur ki? Hemen geliyorum Semiha teyze.
Bitmese de onun için her zaman “Bitti” derdim. Kendini çok yalnız hissederdi ve sohbete ihtiyacı olurdu zaman zaman. Elimden geldiğince sık uğrar, dışarıdan alınacak ihtiyaçlarını da alırdım. Üzerime bir şeyler geçirip aşağı indim. Yedek anahtarları bende dururdu hep. Kapıyı önce tıklatıp sonra bendeki anahtarlarla açtım. Yine tüm güzelliği ve nur yüzü ile salondaki kanepeye oturmuş beni bekliyordu. Gülümsedi beni görünce.
-Canım kahve çekti yine. Bu mübarek de tek içilmiyor ki.
-Aaa! Benim de canım istiyordu. Hemen yaparım.
Mutfağa koşuverdim. İkimizde sade içerdik kahveyi. Cezveyi ocağa koyup iyice kısık ateşe aldım. Bir yandan salona laf yetiştirip bir yandan da sabahtan kalma birkaç bulaşığı yıkamaya başladım. Duymuştu yıkama seslerini.
-Gel ne olur kızım, yorma kendini.
Gülümsedim bu söze; çünkü zevkle yapıyordum.
-Hiç yoruluyor muyum Semiha Teyze?
Gerçekten onun için bir şeyler yapmak, büyük bir keyif ve huzur kaynağıydı benim için. Seviyordum onun evini, güler yüzünü, huzur veren tatlı sesini ve o tatlı sesten dökülen şarkıları dinlemeyi…
Emekli öğretmendi. Üç ayda bir birlikte giderdik maaşını çekmeye. O gün geldiğinde, yine bir öğretmen edasıyla giyinir, hazırlanır, gülümseyerek kapının önünde beni beklerdi. Bir nevi ana kız gibi olmuştuk kısaca.
Kahvelerimizi tepsiye alıp salona girdim. Bir sehpa çektim önümüze. Sevgi ile birbirimize bakarken alıvermiştik ilk yudumlarımızı.
Hafta başıydı bugün. Hafta sonları kendi evimin telaşından ve kalabalığından onu aramam zor oluyordu. Kolay değil, dört çocuk vardı okula giden. Zor yetişiyordum çocukların işine. Oğulları vardı. Nasıl olsa onlar yanına uğruyor diye içim rahattı biraz da.
Hepsi de evli olan üç oğlu vardı. Torunları da çok severdi. Dertliydi evlatlardan yana. Aslında çok şikâyet etmezdi; ama anlardım canının sıkkın olduğu anları.
-Dün yine buradaydı bizimkiler. Hep birlikte gelmişlerdi.
-Ne güzeeel! Sevindim. Yine hep birlikte olmuşsunuz. Aile toplanmış bir araya.
-Ama bu sefer canımı acıttılar birazcık!
-Hayırdır Semiha Teyze, ne oldu?
Gözlerinde damlalar oluştu birden. İlk kez böyle görüyordum. O, benim gözümde yıkılmaz, güçlü bir abide; gerçek bir öğretmen, değerli bir Türk kadınıydı. Ne olmuştu da bu kadar üzülmüştü acaba?
Hüzünleri içerek anlatmaya başladı; sık sık da iç geçirerek…
Oğulları kendisine hiç sormadan, aralarında bir karar almışlar ve dün her şeyi anlatmışlardı annelerine.
-Oturduğum bu evden gelecek kira parasına ihtiyaçları varmış.
Şaşırdım; aslında yoktu. Hepsinin de maddi durumu oldukça iyiydi.
-Beni, yeni açılmış olan huzurevine yerleştirmek, bu evi de boşaltıp kiraya vermek istiyorlarmış. Hem paraya ihtiyaçları varmış hem de haftada bir uğrayabiliyorlarmış bana. Dolayısıyla akılları bende kalıyormuş. Huzurevinde olursam daha rahat olurlarmış. Ani bir şey olsa yanımda birileri olurmuş hiç değilse.
Bir anda oturduğum yerden fırladım.
-Bu nasıl söz Semiha teyze? Sen kimsesiz değilsin. Evet, üç evlada sahipsin; ama beni de her zaman bir evlat yerine, olmayan kız çocuğunun yerine koymadın mı?
Çok üzülmüştüm. Gözyaşlarım kontrolsüzce oluk oluk akıyordu.
-Otur kızım, sakin ol! Ben de tüm gece düşündüm. Gözüme çok az uyku girdi. Kendimi yorgun hissediyordum. Paylaşmak istedim konuyu. Amacım seni üzmek değildi.
Benim üzülmem önemli değildi ki! O yaştaki bir kadının üzülmesi çok zoruma gitmişti.
-Oğullarınla bir de ben konuşayım Semiha Teyze. Belki beni dinlerler. Biz burada bir arada ve bir aileyiz. Sen benim annem gibisin.
-Gibisi fazla kızım.
Gülümsemişti. Kabul etmedi çocukları ile konuşmamı.
-Sen merak etme; ben bir hal çaresine bakacağım.
Sonraki günlerde yüzünde hep bir hüzünle gördüm onu. Daha az konuşmaya, daha az yemek yemeğe başlamıştı. Kaygılanıyordum. “Bir doktora gidelim.” Dediğimde, “Hiçbir şeyim yok, gerekli ilaçlarımı yine dikkatlice alıyorum” demişti.
Yine hafta sonu gelmişti ve yine yoğun bir koşuşturma içine girmiştim. Pazartesi ilk aklıma gelen Semiha Teyzem oldu. Sabah kahvaltısını onunla yapmayı düşündüm. “Tepsiye hazırlar, aşağı inerim.” diye geçirdim içimden.
Kahvaltı hazırlamasın diye önce telefon ettim. Telefonuma cevap vermeyince “Belki duymadı” deyip anahtarlarla aşağı indim. Kapıyı yavaşça tıklattım yine cevap yoktu. Anahtarları kullanıp içeri girdim ve salona kafamı uzattığımda anladım durumu. Tüm bedenim boşluktaydı sanki. Titriyordum.
Her zamanki kanepesinde oturuyor gibi; ama başı öne doğru düşmüştü. Ayaklarının yanında eski bir fotoğraf albümü vardı. İçinden birkaç fotoğraf halının üzerine fırlamıştı. Elinde, üç oğlu ve rahmetli eşiyle birlikte, mutlu günlerinde çekilmiş en sevdiği fotoğraf vardı.
Açık kalan gözleri o mutluluğu hala yaşıyor gibiydi…

NOT: Kurgu değildir. Yaşanmış, gerçek bir olaydır.

Gülhun ERTİLAV