ÇİZGİN KADAR KONUŞ

Bir kişi 5 metrelik bir yüksekliğe çıkarsa ufuk mesafesi 9,2 km olur. Fiziksel olarak dünyanın çapı dikkate alınarak yapılan bu hesaplamayı, düşünce mesafesine atfedersek, insanınBir koşuşturmalı ki telaşımız dünya için, ufkunun genişlemesi kendini geliştirmesi ile bire bir doğru orantılı olur. İnsan ne kadar çok bilgiye sahipse, ne kadar çok tecrübelerini, aslını idrak edebilecek oranda kullanırsa ve ne kadar çok severse varlığı işte o zaman kendini geliştirmiş olur. Kendini geliştiren insan, kalitesiyle, karakteriyle, düşünme biçiminin pozitifliği ve yansızlığı ile ufuk çizgisini hep daha ileri taşır. Böylece bakış açısındaki genişlik, hayatı, olayları, durumları, insanları daha doğru daha olumlu yorumlayıp algılamasında netlik kazandırır. 
Ufuk çizgilerinin farklı mesafelerde olması sebebiyle, insanların, yaşanan olaylar karşısında farklı düşüncelere sahip olmaları tabiidir Sahilde oturup geminin önce bayrağını gören sonra kalkıp giden, o gemiyi bayraktan ibaret zanneder. Biraz daha oturup bekleyen gemiyi bayrak ve yelkenlerden ibaret zanneder. Ama geminin iskeleye gelmesini bekleyen bu süreçte adım adım gemiyi izleyen ve inceleyen ise onu bütünüyle görür. Bu üç kişi de gördükleri ile gemiyi anlamlandırırlar ve anlatırlar. Dünyanın yuvarlaklığını hesaba katarak düşünen bu bir ve ikinci gurup insanların ufuk çizgileri elbette belli bir sınıra kadar uzanabilir. Hâlbuki dünyayı bir yönüyle gördükten sonra, şöyle bir çevirip bir de öbür yönünü gören insan için sınır yoktur. Bu ise nesnel bir düşünce sisteminin ta kendisidir. 
At gözlüğü tabiri ile hayata bakan biri için sağda ve solda yol yoktur. Karşısındaki insanı da tek bir yönden tek bir bakıştan değerlendirebilir. Bunun içindir ki, empati kuramazlar, saygı duymaları ise sadece kendi haklılıklarından fazlasıyla emin olmalarındandır. Ufuk çizgisi burnunun ucunda olan, kendini öğretilerin eline teslim etmiş, tek bir ana yoldan giden bir insana, tali yolları ve bu yollardaki tanzim ve uyarı levhalarının varlığını, amaçlarını, ne işe yaradıklarını anlatmamız suya yazı yazmak gibidir. 
Zaman zaman tek bir görüntü, tek bir olay, tek bir durum karşısında yaşanan tartışmaların kaynağı ise yine bu bakış açısındaki darlık, genişlik sebebiyledir.
“Cisimleri gördüğüm gibi değil, düşündüğüm gibi boyarım” diyen Pablo Picasso, hayal gücü ile ufuk çizgisini flulaştırmış belki de kaldırıp sınırsız bir görüş açısı ile düşünce sistemi kurmuştur. Gerçeği olduğu gibi algılama yetisine ve dâhiyane bir gözlem kabiliyetine sahip olmasına rağmen, gerçek görüntünün şekli, rengi, tabiatı ile oynayıp çizim yapacak kadar da özgür bir güvenin hâkimidir. Tıpkı Guernica tablosunda olduğu gibi. Bu tabloda Guernica şehrinin bombalanmasının acı yönünü resimleştirmiş, kullandığı figürler tartışma konusu olmuştur. At ve boğa figürü gibi. Zira resmi anlamaya çalışan insanlar, kendi düşünce kalıplarının çizdiği ufuk sınırları dâhilinde bu figürleri sembolizm ışığıyla anlamlandırmaya çalışsa da bir sonuç elde edememişler ve en sonunda resmin sahibine sorma gereği duymuşlardır. Picasso ise at ve boğa figürü için “ bu at bir attır, bu boğa da bir boğadır” cevabı ile gerçeği olduğu gibi çizdiğini söylemiştir. Bu da gösteriyor ki insanlar aynı şeyi görse de algıladıkları ve yorumlayıp düşündükleri aynı olmayabilir. 
Her insanın kendine ait bir algılama biçimi vardır. Kimi gerçeği, kimi gerçeğin ötesindeki gerçeği algılayıp düşünebilirken, kimi de gerçek dışı bir algılama ile yanılabilmektedir. Düşünce kalıpları ile oluşturduğu ufuk çizgisinin sınırına kadar konuşur, o sınır dâhilinde düşünür insan. Olayları, durumları, kişileri kendi sınırları dâhilinde anladıkları içindir ki “ beni yanlış anladı” sözü pek bir sık kullanılmaktadır. İşte Albert Einstein’ın “ beni birkaç kişi anladı, onlar da yanlış anladı” sözü tam olarak da bunu ifade etmektedir.

Elvan USUL
www.kafiye.net