PEMBE EV

Bugün günlerden pazar. Sabah Nisan yağmurunun canıma yaptığı o güzel besteyle uyanıyorum. Penceremi açıp dışarısının kokusunu içime çekiyorum. Mis gibi toprak kokuyor. Yağmurun okşadığı toprak tüm güzelliğiyle ciğerlerime doluyor. Yağmurun okşadığı toprak tüm güzelliğiyle ciğerlerime doluyor. Hemen elimi yüzümü yıkayıp yağmuru izleyerek kahvaltı yapmak istiyorum.
Ne kadar güzel yağdı yağmur. Oysa yapmam gereken o kadar çok işim var ki… Bu güzel tablodan bir an evvel kopup kendimi sokağa atıyorum. Armut piş ağzıma düş yaşanmıyor hayat. Koşuşturmak şart. Hayat Pazar günü, tatil günü dinlemiyor. Ama yaptığım işten o kadar eminim ki…Birilerinin dertlerine deva olabilmek çok güzel. İşte geldim. Sevgi huzur evi…
Tozpembe sımsıcak bir bina. Tatil günlerimde buraya gelip tonton amcalarım ve şeker teyzelerimle vakit geçiriyorum. Onlar bana gençliklerini anlatıyor. Hayat tecrübelerini aktarıyorlar bana. Ben onlara akıl danışıyorum. İçinden çıkamadığım olayların aslında ne kadar basit olduğunu anlatıyorlar bana. Evlatlarının “ bakamadığı” bu insanlara evlat olabilmek içimi ısıtıyor.
Bazen kitap okuyorum onlara. Can kulağıyla dinliyorlar. Sonra kitap üzerine beraber konuşup tartışıyoruz. Bazen fikirlerimiz uyuşmuyor. Tatlı tatlı atışıyoruz.
Bugün ayrılmadan bir de bu tatlı mekan müdiresi Ayten Hanımla görüşüyorum. Beni gördüğüne memnun oluyor. İki kahve eşliğinde sohbete dalıyoruz. Yeni gelen bir misafirlerinden bahsediyor bana. Mehmet Amca’dan… Yaşadığı sıkıntılardan…
İki oğul bir kızı varmış Mehmet amcanın. Karısını altı ay önce kanserden kaybetmiş. Dile kolay kırk yıllık biricik eşini bir sabah toprağa gömüvermiş. Zaten bütün sıkıntılar da ondan sora başlamış. Gelinleri istememiş Mehmet Amca’yı. Oğlanları da hanım köylü oluvermiş onun deyimiyle. Kız ise çok çalıştığı ve yoğun olduğu gerekçesiyle yeteri kadar ilgilenmemiş. Sonunda Mehmet Amca dört duvar evinde bir sürü anıyla, karısının duvara sinmiş kokusuyla, kulaklarına takılı kalmış;
“ Bey! Yemek hazır” sesiyle bir başına kalakalmış.
Çok ağlamış Mehmet Amca. Çok yalnız kalmış. Sonunda bakmış olmuyor, toplamış bavuluna anılarını işte bu Pembe Eve gelmiş. Çocuklarına da birer mektup yazmış. Mektubu da Ayten hanıma vermiş postalasın diye;
– “Okuyun Ayten Kızım” demiş Mehmet Amca.“ okuyun da anlayın neden size misafir olduğumu.”
– “Okudum.” diyor Ayten Hanım. Her mektupta o çocuğuyla ilgili anılarını yazmış Mehmet Amca. Sayfalar dolusu; onlar büyüsün, rahat yaşasınlar, okusunlar diye çektiği sıkıntıları yazmış. Sonuna da eklemiş;
– “ İnanın hiç gocunmadan yaptım hepsini çocuklarım. Sizi rahat ettirebildimse ne mutlu bana. Sizden ricam torunlarımı büyütürken kendi çocukluğunuz aklına gelsin. Onları büyütürken beni örnek alın. Ama inşallah onlar sizi örnek almaz.”
Bunları anlatırken gözleri doluyor Ayten hanımın. Bu arada gözüm sardunyalarla bezeli cama takılıyor. Hava kararmaya yüz tutmuş. Artık kalksam iyi olur. Daha alış veriş yapılacak. Ama Mehmet Amca’yı görmeden de gitmek istemiyorum. Hemen arabamda bulundurduğum küçük hediyeliklerden birini kapıp Mehmet Amca’nın odasına gidiyorum. Hoş geldiniz hediyesi deyip öpüyorum o çizgili ayaklardan. Bir şeyler ikram etmek istiyor.
– “ Fazla vaktim yok Mehmet Amca. Boş günlerimde gelirim. Rahat rahat sohbet ederiz” diyorum.
Yine de çekmecesinden çıkardığı çikolatalardan ikram ediyor. Bir de kolonya döküveriyor. Ellerinden öpüp ayrılıyorum yanından.
Dışarıda hava serinlemiş. Sabahın stresli telaşının aksine eve varacak olmanın huzuru sinmiş insanların yüzlerine;
“ Hayat hiç durmuyor.” diyorum. Sonra aklıma Mehmet Amca geliyor.
“ Hayat” diyorum.
“ Hayat kimseye adil davranmıyor.”

Ayşe ÇALLI
İzmir Eşref Paşa Anadolu Lisesi
www.kafiye.net