BAYAN DEHA

 

Geleceğe yazıyorum bu mektubu, geçmişten gelen bir kadının parşömenindeki zarafetle. Kısaca başımdan geçenleri özetliyorum size rehavetle. Şimdi size mucizenin yolunu yol açtıklarını açıklıyorum samimiyetle…

Bir mucittim. İsviçe de Darling Caddesi’nde oturuyorsun.  Küçükken 6. Elizabeth torunu Luisa’yı andırıyordu yüzüm. Kansız ve cılızdım. Saçları, kaşları, kirpikleri sarı olan bu minik kızın gözündeki okyanus mavisinin verdiği parlaklık, yanaklarına yansır, şirin dudakları minik  bir sonbahar esintisinde çatlayınca vişne çürüğüne dönen kızdım ben.  “Vanessa…”Ancak bu şekilde hitab edilmezdi bana.” Bayan Deha” denirdi. Zayıf ve çelimsiz olduğum kadar da zeki idim. İsviçre de antin kuntin bir yetimhanede kardeşlerim oyun oynarken ben kırık pencere iş görsün diye üzerine sardıkları gazetelerden okumayı, yazmayı öğrenmiştim. Yetimhanede bize melek gibi davrandıkları söylenemezdi. Günde iki defa yemek verilir, bunlardan bir tanesi mutlaka lapa olurdu. Tek güvencem yetimhanenin üst katında yarı inşaat halindeki soğuk ve rutubetli odada bize dersi matematiği, feni, tarihi o yaşlarımdan itibaren öğretmeye çalışan tek hayalim olan Dostoyevski kitaplarına, büyük abilerin işine yaramayan fizik kitaplarına ulaşmamı sağlayan öğretmenimdi. Durumunun pek de iyi olduğu söylenemezdi. Bizim için derme çatma evinden her gün 2 km bisikletle yol katedip yetimhaneye gelirdi. Maaşınıda ya eksik verirlerdi ya hiç vermezlerdi. Bize, bana hem babalık hem öğretmenlik yapardı Jackob Andrew. Bay Jackob. Bana böylece ilkokulu bitirip ortaokul şansını tanıdı. İsviçre’deki burs sınavlarına girmiş, başarılı olup burs şansının bana tanınmasına hak kazanmıştım. Bir yandan kendimi fizik ve kimya kitaplarına adamış ” Şu keşke hayatımızda olsaydı, hayat ne kadar da kolay olurdu!” diye kendimce kafamda raporlar hazırlardım.” İleride bir gün laboratuvarım olur da  bir mucize üretip enerji iksirleri hazırlarım” diye hayaller kurardım kafamdan.

Ortaokulda artık tekrarlaya tekrarlaya yalayıp yutmuştum fizik kitaplarına. Artık kendimi teknoloji ve tasarımın hararetine kaptırmıştım. Artık teneffüste kafamı ilk defa matematik kitaplarından kaldırmış, kendimce çizimle yapıyordum. Kafamda canlandırıyor “Şurasına şu devreyi takar, şu sistemle daha hızı çalışmasını sağlarım” diyordum. Ortaokul hayatımı bu şekilde geçirdim Lisede burs hakkım devam ederken bir gün her zamanki gibi okuldan çıkmış yetimhaneye gidiyordum. Dumanların yükseldiğini uzaktan fark ettim. Lisede devrim geçirmiş, o minik cılız kızdan, her gün özenerek süslenip, elindeki romanı bile artık farklı bir havayla taşıyan bir kız olmuştum Dumanların yükseldiğini uzaktan fark ettim demiştim ya! Yetimhanenin yanıp kül olduğu gün. O gün okula fizik kitaplarımı götürmeyi unutmuştum. Harabeye dönen o yuvama, yetimhaneye vardığımda neye ağlayacağımı bilememiştim. yetimhanedeki çocuklar artık yasaklandığı için yuvada kalmayıp okula gidiyorlardı. Bu yüzden yuvam alev alev yanarken hiçbir kardeşim içinde değildi. Üç ölü, altı yaralı. Çıtımı çıkarsam beni, kardeşim gibi gördüğüm yetimhanede gözlerimizi birlikte açtığımız, yaşam mücadelesine tüm zorluklara rağmen” Evet!” dediğim kardeşlerimi karanlık odaya kapatmakla tehdit eden yetimhanenin                                    bakıcısı Margaret ölmüştü. Onunla birlikte asla kendi ağzına sürmeyeceği o iğrenç lapaları önümüze koyan aşçı  ve akşama kadar çocukların yataklarında uyuyup hiçbir temizliğe el atmayan                             bir bahaneyle  koca yetimhaneyi bize temizlettiren sözde temizlikçimizde boş olarak geçirdiği yalan dünyaya elveda demişti. Altı yaralı arasında öğretmenimiz Bay Jackob da var. sedyede onun                           isli ve yanmış yüzünü görünce yanağının kenarındaki yanık izleri asla aklımdan çıkmaz, kazınmış bir durumda .

Liseden sonra dört yıl fabrikada çalışıp sonunda hayalimdeki laboratuvarı elde ediyorum. Gece gündüz laboratuvarda bir şeylerle uğraşıp, deneyip sanırım fark ettirmeden adımı deliye çıkarıyorum. Çünkü asosyalleşiyorum. Evden laboratuvara, laboratuvardan eve. Dostlarımla ilişkimi kesmiş, o anlarda sadece iksirlerime uğraşıyorum. Sanırım uğraşanın bir kadın olması bazı insanlar arasında gerçekten ” Zihin problemleri var!” algısına sebep oluyor. Cahillikten kalpleri cehaletle kör olan bazı insanlar. Her yıl Bir Mucit Bin İcat yarışması hayallerimi süslüyor. Bayan Deha’nın hayalleri…

İlk amacım enerji iksirini elde etmekti. Bir karıncadan enjekte ettiğim, karıncanın enerjik kalmasına büyük oranda yardımcı olan bir asidi, daha sonra bir kediye enjekte etmiştim. Bu konuda başarılı oldum. Başarılı olmasına olmuştum ama yaptığım bu iksiri bir kediye enjekte ederken dozunu fazla kaçırdım. Kedi tam altı saat boyunca durmaksızın Darling Caddesi’ni turladı. Bir kaplan misali enerjik olmasına yol açmıştım kedinin. Sokaktaki insanlar “Bayan Deha sanırım bu kez işi yüzüne bulaştırdı. Dua edin de şu iksirlerini bizim üzerimizde denemesin!” diye şakalaşırlardı. Artık halk arasında Bayan Deha deli değil, azimli bir icatkardı.
Üniversiteyi bir şekilde okurken aldığım bir çok ürün patenti para kazanmama hatta zengin olmama yol açtı. Yetimhanedeki sefil kızdan, zengin ve saygın bir mucide. Ama benim gibi değil de hileyle bir şeylerin patentini almaya, hiçbir şey üretemedikleri halde “ben, biz mucidiz” demeye çalışan bu yüzden ben ve başarılarımın varlığını yediremeyen insanlar, pardon! Mucitler vardı. Bir Mucit Bin İcat yarışması hep hayalimi süslerdi. Yarışmaya katılan mucitler icatlarını sunar, beğeniye göre elemelere katılır, daha sonra büyük ödül 100.000 dolara sahip olmaya hak kazanırdı. Benim amacım paraya sahip olunca çar çur etmek değil, gelecek nesilde yetişecek Bay ve Bayan Dehalar için yetimhaneler açmaktı. Antin kuntin olmayan bize davranıldığı gibi davranılmayan, aksine üst düzeyde,bolluk ve refah içinde çocukların yüzünü güldürecek, aile şefkatinin yokluğunu asla hissetirmeyecek yetimhaneler…

Eminim ki şu anda mektubu okuyanlar ya da dinleyenler. Yarışmayı kazandı mektubuna da bura da son noktayı koyacak diye tahmin ediyorlar. Yanıldınız! Bir mucit ne kadar azimli ve sabırlı olsa bile, şoke olmayacak diye bir şey yok. Yarışma sonunda hapishaneyi boyladım. Dedim ya! Varlığımı yediremeyen kendini mucit sanan insanlar çevremde dolanıp duruyordu. Yarışma öncesinde jüriyi tehdit etmişler. Daha sonra, yarışma esnasında jüri ben icadımı anlatırken artık devam etmememi, icadımın saçma olduğunu, ve bu nedenle de zihinsel problemlerimin olduğu sonucuna varıp, icadın insanlara zarar vermeye açık olduğunu savundu ve ellerim ben daha şoku atlatamadan kelepçelenivermişti.

O gün bir hücreye kapatıldım. Üstelik 23 yaşında genç bir kadın olarak. Sabır ,sabır, sabır dedik ya, o hücrede sabrın ne demek olduğunu, ışığın, özgürlüğün, güneşin, martının, İsviçre Sokakları’nın, yoldaki simitçinin -sadece bir gece kalsam bile- dostlarımın değerini anladım. Ertesi gün hakim karşısına geçirdiler beni, konuşamama bile izin verilmedi. O hakimi nasıl tanımam! Benim sayemde matematik, tarih öğrenen beni en iyi arkadaşı olarak gören Pam’dı. Onu da tehdit edip, mesleğinden ve ailenden olursun diye korkutmuşlar. Gözleri dola dola, elleri titreye titreye”Tam 3 yıl hapishanede suçlu olarak yargılanacak” dedi. Can yoldaşlarımdan biri olan Pam’ın hiçbir suçu yoktu, biliyorum. Hapishane kapısının ardına gelinceye dek başım dikti,hoş hapishanede de başım dik olacaktı ya, arakamda dağ gibi İsviçre halkı duruyordu. Bu yüzden o hapishanede anca 3 ay kaldım. Devlet başkanı şehirdeki halkın çıkardığı isyanların sebebinin kadın bir mucidin haksız yere hapse girdiğini, bu mucidin halk tarafından Bayan Deha olarak ve saygınlığıyla bilindiğini öğrenince o hapishaneden çıkmam çok da zor olmadı.

Hapishanedeki ilk günüm. Bir an küçükken kaldığım yetimhanem gelmişti gözümün önüne. Hani şu yanan, daha sonra yıkılıp yerine postane yapılan yetimhane. Şimdi düşünüyorum da sanırım ben yetimhanemin kıymetini anlıyorum, o hapishaneyi görünce. Kimi kadınlar hırsızlık yaptı diye, kimi kadınlar “büyücüyüm, geleceği görüyorum!” deyip dolandırıcılık yaptı diye girmiş şu iğrenç hapishaneye.

Üç ay boyunca sanırım burada bazı insanların yaptıklarından pişman olmalarını sağlıyorum. Üç ay boyunca hatalarından dolayı hep kusurlu gözükeceğini sanan insanların dertlerini dinliyorum. İlme, burada tam yirmi üç tane kadın kazandırıyorum. O kadar çok pişman oluyorlar ki, kimisi çocuğuna kimisi yaşlı annesine kavuşmak, mutlu bir yuva kurmak istiyorlar. Üç ayın sonunda hepsinin sabıkaları alınıyor. Devlet başkanlığı önünde bu hatalarını bir daha asla tekrarlamayacaklarını, devlete, İsviçre’ye yararlı insanlar olacakları konusunda and içiyorlar. Üç ay sonunda özgürlüğe benimle birlikte tam yirmi üç kadın kazandırıyorum. Hapishane çıkışında beklediğimin üstünde bir insan topluluğuyla karşılaşıyorum. İsviçre sokaklara dökülmüş Bayan Deha’nın özgürlüğü için. Hile yaparak mucit olacağını sanan insanlar çoktan hapishaneyi boylamışlar. Hani bir futbolcu gol attığında bütün stad ayağa kalkar ya sevin çığlıkları yüzünden, o anda İsviçre halkı onlarca stadın bir araya gelmiş hali gibi gözüküyor. Hele sevinç ve zafer çığlıkları, hapishanedeki o yaşama şansının -5 noktasına geldiği o hücrelerden duyulur. Off hatirlamak  istemiyorum o günleri! Şu anada bu mektubu geleceğe yazıyorum!

Saat gece 00.00. İsviçre sokakları beyaza bürünmüş. Artık küçüklüğünde zayıf ve güçsüz olan kızdan eser yok! Evet hala zayıf ve sarışın tipi hala 6.Elizabeth’in torunu Lousa ‘yı andırıyor. Artık kaleminin mürekkebine güçlülük, asillik ve zarafetle bandıktan sonra saygınlıkla yazı yazan, dışarıya Bayan Deha olarak çıkan bir kız var. Bu mektubu yazarken çekmecemin üzerinde bu gün aldığım Nobel Barış Ödülü var. Ödülü veren sunucuya baktığımda gözüm bir şeye takıldı. Bu oydu! Bay Jackob. Babam gibi beni seven öğretmenim. Yüzünde yanağının kenarındaki yanık izlerini asla unutmam. Bu şekilde onu tanıdım zaten. O da beni tanımış. Hiç unutmamış ki! Sıkı sıkı sarıldım olabildiğine fazla, özlemiştim öğretmenimi 12 yıl aradan sonra. Yetimhanedeyken bir keresinde senin annen Maria Haypdörn demişti bana. Gerçekten de öyleymiş annemin adı . Anneme nasıl kavuştuğum uzun hikaye! Unutmayın ki azim üç şeye yol açar;

                  1)Başarıya,

                  2)Mutluluğa,

                  3)Sonsuzluğa…     

                                                                                                                                                                                                                      

TARİH:19 OCAK 1887\İSVİÇRE                                                                                                                                                             İMZA:BAYAN DEHA (VANESSA HAYPDÖRN)    
Derleyen Sümeyye Hatun TİK
Uluğbey Ortaokulu
Karabağlar/İzmir
www.kafiye.net