Ay Güneşe Teslimdi
Mustafa, sadece kendine gelen davetlere katılmaz, benim de yalnız gitmemden memnun olmazdı. Bunu direk söylemezdi; ama ben bilirdim. Onsuz ne tadı olurdu ki zaten? Annem ve babam gezmemize, dışarı çıkmamıza kısıtlama getirmeseler de, otuz yaşımı geçmiş erişkin bir birey olarak, hiç yalan söylemediğimi hatırlayıp, Mustafa’mla gezeceğimizi değil de, arkadaşlarımla yemeğe gideceğimi söyledim bizimkilere. Mustafa’m bu yaramaz halimi seviyordu; gülümsedi, O da aynı yalanı söyledi evdekilere.
Hayatta yaptıklarımızı, istediğimiz için yaptık. Mecburiyet ya da birilerini memnun etmek için değil. Bu özelliğimiz, Mustafa’mla tüm anları farkına vararak yaşamamıza sebep olurken; zevklerin, heyecanın zirvesine koşturuyordu bizi.
Sahile inmiştik. Kumların ıslak halini resimliyordu adımlarımız. Bir kokusu vardı. Nasıl anlatsam? Erkek adlı bir koku varsa, İşte bu oydu. Çünkü ben, içime serinlik veren bu nefes alışlarımda, çarpan kalbimi onun kalbinin üstüne değdirmek, başımı omzuna koyarken ona bakabiliyor olmak isterdim; düş ile gerçeği ayırt ederek gözlerine bakmak için… Gözleri dipsiz kuyuysa Mustafa’mın ben gücümün sonuna kadar kulaçlar, dibe ulaşma yoluna ömrümü adardım. Varmayı değil, ona varma yolunda olmayı sevmiştim.
Vücudumu görüyordum… Islak kum ve denizin kıyısında dans ederken, bir çingene kıvrımındaydı. Arzularım eteklerimden dökülüyordu şehvetle; Mustafa’mın ayaklarının dibine. Islak kumlar parmaklarının arasından kumsala dökülürken, diğeri giriyordu avuç içlerine. Her defasında bedenimdeydi, dökülürken yerine dolan kum taneleri. Tekrar tekrar dönüyordum. Ateş bendim; aşk ben, şehvet ben, düş ben, arzu ben, onda bendim ben… Buydu işte beni ben eden… Kadın olarak beni dişiliğin zirvesine çıkaran Mustafa’mın kokusuydu.
Onun yanında yorulmak mı? Dans ederken hem de… Mustafa’mın izlediğini bile bile coşmamak ne haddine ayaklarımın? Kumu ezercesine, aşkla yanarak dönüyordum. Doyum da ne ki? Dokunmak mı ruha? Okşamak mı teni? Mustafa’mla değmeden de sevişiyordum; doyumların çakıl taşlarına karıştığı yerde. Sarmaşık gibiydi bedenim. Bir bütün halinde; ip, urgan ya da halat bahane; sarmıştı gecenin dansı, sarmaşığımı Mustafa’mın bedenine…
Yaramaz çocuklar gibiydik. Yalan da söylemiştik bu gece. Asfalt yola çıktığımızda, zıplayarak döküyorduk kumlarımızı. Gülmemek olmazdı bu hale tabii. Süslemeliydi dalga sesleri, kahkahalarımızı melodisiyle.
Yatağımdaydım şimdi. Mustafa’m eve bıraktıktan sonra, evine gitmeden önce; elimi tutar, öper ve derdi ki: ‘Seni hep sevdim, hep istedim. Ümidimi kaybetmedim ve kazandım senin sevgini. Yeminim olsun sen benim en değerlim, gözbebeğimsin. Sen nazar dualarımsın. Seni sevdiğim güne, gönlüme düşen ana şükürler olsun gönül çiçeğim. İyi geceler’ der, elimi tekrar öperdi. Bende onun elini çevirip öperdim. Geceye uyanıştı bizimkisi…
Strablez göğüs dekoltesi gelinliğimin, iri güllerin sateni saran dantel hali vücudumu sararken, belimden sonrası rüyanın kanat çırpınışları gibiydi. Bembeyaz, tertemiz bir kuğu gibiydim. Duvağım alnımdan bantlıydı; çiçekler dolanmıştı bantın üstünde ve kısaydı yüzümü örten tül. Tülden baka baka seçmek istiyordum Mustafa’mı evin kalabalığında. Lacivert takım elbisesinin içinde, beyaz gömleğiyle, omuzlarından bulutlara asılı bir salıncak kurmuştu yüreğime O. Ölene kadar sallanmaya hazırdım onunla ve bir hücrede yıllarca aç susuz kalmaya… Son yudumsa hayat; onun dudağından alev almaya, yanmaya hazırdım.
Melek Kırıcı
www.kafiye.net