Kadın kadınca

Benim zamanımda ortaokulda yabancı dil için kura çekilirdi. Kura da ne çıkarsa o dili öğrenirdik. Bana da kura da Fransızca dili çıkmış idi. Bu dil gerçekten çok hoş ve güzel bir dil. Fransızcayı öğrenmeye başlayınca çok şaşırmıştım. Fransızca da bütün canlı cansız varlıkları erkek ve dişi olarak ayırmışlar. Merak ettim. Soru işaretleri hiç bitmedi. Birbirini çok seven iki insan ayrılmaya karar verip de mi, her şeyi bu benim ve dişi, bu benim ve erkek diye aralarında paylaşmışlar. Neye dayanarak ayırmışlar.

“Le livre” kitap demek. Erkek başına le-la sıfatı getirilerek erkek kelime oluyor. Ama benim daha da çok dikkatimi çeken, canlı cansız varlıkları dişi erkek diye ayırırken başına gelen “Le-La” çekim heceleri. Ayrıca “La”müzikte bir nota . Ne tür müzik olursa olsun, klasik müzik, türkü, sanat müziği, pop müzik. Bestelerken “la” notası kullanılmadan yaratılan eser yok. Ve bu “la” hecesi Fransızcada dişi diye ayrılan canlı cansız varlıkların başında. Bu “la” müzikte ince bir ses ve narin bir nota. Olmazsa olmaz anlamında. Demek ki tüm aşklar kadın için doğuyor. Kadın bir “la” kadar ince, narin ve mükemmel. “La” Fransızca da dişiliği temsil ediyor. Fransızcayı belki de canlı cansız dişi varlıkların önüne gelen bu hece ince, narin ve kibar kılıyor. “Le” hecesi erkekliği simgeliyor. Müzikte “le” diye bir nota da yok. Demek ki erkekte kadındaki naif güzel duygular yok.

Müzik, notalarla sembolleştirilmiş duygu ve düşüncelerin, ses ve ritimle ifade edildiği bir sanat dalıdır. Kadınlar, toplumsal inanç ve geleneklerin etkisiyle, silik ve tüm değerlerin arkasında bırakılsa da müziğe, hayata, aşka,siyasete, dünyaya duygularıyla yüreği ile sağladıkları katkılar ve yaratıcılıkları “La” gibi mükemmel. Kadınlar müzik ve diğer güzel sanatlar alanında, siyasette , dünyaya bakış tarzlarında, annelik, koruyuculuk,sahiplenme, merhamet yönünden derin mi derin duygulara sahip. Değerlerinize değer katan kadınların varlığı kabul edilmeli bence. Tarihsel süreçte kadınların varlığı, geçmişte, kendilerine yüklenen üreme misyonu, cinsel ayrım, tutucu dinsel inançlar ve toplumsal yaptırımlar yüzünden arka planda kalan kadınlar, hep kötülüklerin simgesi olarak kalmış.

Aslında gelmiş geçmiş bütün Peygamberler, filozoflar ve birçok lider; kadının büyüklüğünü, değerini fazlasıyla ortaya koymuş. Hatta kadınları baş tacı yapıp cenneti kadınların ayaklarının altına sermiş. Mesela Atatürk , Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Tarsus’u ziyaretinde ağlayarak yerlere kapanıp ellerine sarılan Gazi Kara Adile Hanım’ı asil bir karakter ve ruh haliyle yerden kaldırıp gözleri yaşla dolu, “Kahraman Türk Kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlarımız üzerinde göklere yükselmeye layıksın” diyebilmiştir. Peygamber Efendimiz örnek yaşantısıyla hep kadınlara nasıl değer vermemiz gerektiğini anlatmış. Veda hutbesinde kadınların erkelere emanet olduğunu; korunması gerektiğini özellikle belirtmiş. Dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan kadınlar, artık siyasette daha çok söz sahibi olmalı. Kadınlar duyguları, merhameti, sevgi ve mantığı, kültürü ile yaşama ,değerlere yol gösteren ışıklar gibi olmalı. Ayrıca Türkiye’deki kadın kuruluşları artırılmalı. Her türlü gelişmede kadınların düşünce ve fikirlerinden daha etkin yararlanma olanakları sağlanmalı. Köyde ve kentte, farklı konularda farklı koşullara tabi olan kadınların farklılık arz eden hallerini anlamak ve yanlarında olmak zorundayız.

Kadınların konumlarını değiştirmek için toplumda yine hepimize önemli görevler düşüyor. Çünkü kadınlar cinsiyetçilik ve ayrımcılık sonucu yeterince değerlendirilmemektedir. Ve kadın ideolojik simgelere alet olarak kullanılmamalı. Taş atan, eylemlerin ön safına siper gibi konan kadınlar olmasın. Dilendirilmemeli ve dilencilikte gözyaşları malzeme olarak kullandırılmamalı. Hani erkeklerin sürekli söyledikleri söz vardır ya . Adam gibi adam sözü. Bende diyorum ki, kadınca var olmak gerekiyor. Zarifliğimiz, kibarlığımız, güzelliğimizle, yüreğimizle, sevgimizle… Kadın gibi kadın olmak….

2 Ekim 2014, Perşembe
Gülsüm Hicran Çaçur
www.kafiye.net