Anneannemin Evi

Çocukluğum annemin işe gitmesi nedeniyle anneannemin yanında
geçti. Herkes gibi benim de o yıllar şimdi sisler arasından büyülü bir masal
gibi görünüyor belleğimde. Her masalın baş kahramanı, her oyunun öğretmeni veya
doktoru yani en faal oyuncusuydum o yıllar, tıpkı her çocuğun olduğu gibi.
İştahla oynadığım her oyun dün gibi durur aklımda hala. Ağaç yapraklarını kumla
doldurup yaprak dolması yapar, çamurdan yaptığımız fırınlarda çamurla
yoğurduğumuz ekmekler pişirirdik. Çakıl taşlarıyla beş taş, büyük yassı
taşlarla kaydırak oynar, saklambaçta en akla gelmedik yerlere saklanıp
anneannemin ödünü koparırdık. Daha neler, neler… Kamyonun arkasına tüm köylü,
çoluk çocuk doluşup, yayla şenliklerine gitmeler, yol boyu davul, zurna
eşliğinde şarkılar, türküler söylemeler…

Oldukça renkli bir çocukluk geçirdim. Tabii bunda
rahmetli anneannemin anlattığı masallarla, yaptığı şakalar ve götürdüğü
gezmelerle çok büyük bir payı var. Tüm bunların yanında çocukluğumdan beri
unutmadığım, bende çok derin izler bırakan, ara sıra da rüyalarımda gezdiğim
tüm anılarımı tekrar tekrar yad ettiğim bir ev var. Anneannemin kerpiç
duvarları kireç boyalı, iki katlı ahşap evi. O ev şu anda bir harabe ama ben o
evdeki anılarımı ve o evin her odasını, her eşyasını masal dünyasındaki bir
saray gibi hatırlıyor ve çok özlüyorum. Geçenlerde bir rüya gördüm yine,
uyandığımda çok üzülüp, hıçkırıklara boğuldum. Rüyamda anneannemin evindeydim.
O masal evdeki mutlu yıllarımda, o güzel oyunlarımı oynamaktaydım. Ama
uyanınca, herşey avuçlarımdan bir su gibi akıp gitti. Bir kayboluş, bir boşluk
hissettim işte o an yüreğimde. Keşke dedim o eve ait bir eşya olsaydı elimde,
ona bakıp, ona dokunup ve belki onu koklayıp anneannemin evindeki sabun
kokusunu hatırlayarak, avunsaydım dedim.

Üst kata dönerek çıkılan, ahşap merdivenlerin
altında, o zamanlar belki kiler olarak kullanılan, yaramazlık yaptığımızda ise
annemin ve teyzemlerin bizi oraya kapatmakla korkuttukları, karanlık bir oda
vardı. O odanın hemen yanındaysa arka avluya açılan bir kapı. Fırın odasının
bulunduğu bu avlu çok genişti. Bir oluk, bir ekmek fırını ve bir banyo vardı.
Dahası muhtelif kilerlerle doluydu. Ve giriş kapısının tam karşısına düşen
yerde bir kapı daha vardı ki, yanımızda büyükler olmadan açmamız yasaktı. Çünkü
bu kapı evin arkasından geçmekte olan (biz çocuklar için oldukça derin
sayılabilecek) şırıl şırıl akan bir dereye bakardı.

Annem arasıra anneannemlere geldiğinde gözlerinin
içi gülerdi. Doğduğu, büyüdüğü evde her işe koşar, canla başla çalışır hiç
gocunmazdı. Ne kadar mutluyduk hepimiz beraberken. Eminim annem de özlüyor o
yılları, ne zaman açsam bu konuları ‘Eskileri açma kızım’ deyip kapatır hemen
bu konuyu, hatırlamaktan korkar sanki.

Bense unutmaktan korkuyorum, dedemin ince belli
bardağıyla bakır çay demliğini eski soba tahtasının altında muhafaza edişini,
anneannemin belki de anneannesinden kalma güzelim kahve fincan takımını
kırmayalım diye her gidişimizde, en üst raflara çıkarışını, yukarı katlara
gizlice çıkıp her odadaki bakır ibrik ve taslarla oynayışımızı, odanın
penceresinden avlunun çatısına çıkıp, kuruması için serilen erik pestillerinden
çalışımızı, anneannemin naftalin kokan sandığını ve içinden her gidişimde
kimbilir hangi zamanlara ait eski bir eşyayı çıkarıp hiç düşünmeden bana
verişini….

Unutamıyorum, unutmak istemiyorum, efelik yapıp
hayratın en üstüne çıkışımı, nasılsa ordan dereye düşüşümü, annem
ayakkabılarımı getirmeyi unuttuğunda, büyük lastik ayakkabıların bıçakla
kesilip, sonra ayağıma göre dikilip bana ayakkabı yapılışını, her defasında ilk
kez yiyor gibi iştahla yediğim sahanda pişen tereyağlı yumurtanın kokusunu,
annemlerin kendi elleriyle kestiği makarnalardan pişirdikleri keşli cevizli
makarnaların eşsiz tadını, unutmamalıyım. Unutmadığım için belki de anneannem
ve dedemi hiç kaybetmemiş gibiyim.

Anneannemin beni koynunda keloğlanlı masallar
anlatarak kimbilir hangi düşlere uyuttuğunu, sonra beni rahatsız etmemek için
gece lambası ışığında namaz kıldığını, eğer bu esnada uyanırsam masala dedemin
devam ettiğini, onun kurtlu canavarlı masallarını sevmeyip, anneannemi
istediğimi, namazı bırakıp gelmediğinde ise dedeme bin bir türlü huysuzluk
yaptığımı hiç unutamıyorum.

Sonra okula başladım ve ayrıldım onlardan ve bu
arada hastalandım. Çocukluğumun geri kalan yılları hatta daha fazlası
hastanelerde geçtiği için belki, o yıllarımı hiç unutmadım. Anneannem ve dedem
beni yine bırakmadılar, hastaneye giremezlerse, camdan görebileceğim yerde
durup el salladılar bana. O halleriyle hep aklımdalar..

Hele anneannem çok sık geliyor rüyalarıma hiç
yalnız bırakmıyor beni.. Hiç unutmadım ne anneannemi, ne evini ne de o evde
geçen mutlu çocukluk günlerimi, unutmayacağım da biliyorum.

O ev şimdi bir harabe gibi. İçine girmekten,
perişan halini görmekten korkuyorum, çocukluk yıllarımdaki gibi masalsı ve hep
güzel hatırlamak istiyorum…

22.05.2010
Gülşen EKER
www.kafiye.net