VARAMASAMDA YOLUNDA ÖLÜRÜM
Kayaların aralarından fışkıran pınarlardan dolayı adını almış olan Köydeyim. Herkeste bir telaş ki sormayın. Yorgunluk çayı içmek için uğradığım kahvede gök gürültüleri ve şimşek çakmaları ile sarsılıyor arz. Koşuşturmalar, traktör sesleri, insan aramalar vs. Meğer otların bağlanma zamanı olduğundan herkesi yağmur yağmadan ot balyalarını kuruluğu koyma telaşı sarmış. Eh haklılar tabii hayvanlarının bir yıllık yiyeceğini hiç değilse ıslatmadan koyabilme işi. Yardım olsun diye tarlaya gidiyorum. Ağır balyaları yükleme işi gerçekten kolay değil. Ama gelin görün ki telaş sadece insanlarda değil. Karıncalar dikkatimi çekiyor. Onlarda da bir telaş, bir çalışma ki görmelisiniz. Bir süre izliyorum karıncaları. Kendilerinden kat kat büyük yiyecekleri nasılda zorlanmadan taşıyorlar? Gidemesem de yolunda ölürüm deyişleri canlanıyor gözümde. İster istemez Kabe’yi düşünüp özlüyorum. Ve döndüğümde bir araştırma yapıyorum karıncalar hakkında. Gelin görün ne fevkaladelikler var hayatlarında. Bunları siz okuyucularımla paylaşayım diye düşündüm. Şimdi sizleri onların üzerinde çok düşünmemiz gerektiğine inandığım hayatlarından almamız gereken derslerle baş başa bırakıyorum.

Yeryüzünün her yerinden hayat fışkırmaktadır. Ama en kalabalık nüfusa sahip canlılar ise karıncalardır. Her yeni doğan 40 insana karşılık yeryüzünde 700 milyon karınca dünyaya geliyor. Evet yanlış okumadınız tam 700 milyon karınca doğuyor. Son derece nizam ve intizam içersinde örgütlenmiş koloniler halinde yaşıyorlar. Besinlerini üretip depolamaktan tutunda, yavrularını görüp gözetmeye, hatta tarımla uğraşan karıncalara varıncaya kadar çeşitleri vardır. Hayatlarının büyük bir bölümünü yiyecek aramakla geçirirler. Oldukça geniş bir alana yayılarak yaşamalarına rağmen yüzyıllardan beri aralarında hiçbir kargaşa çıkmadan belli bir düzen içinde nasıl yaşıyorlar acaba? Bugün Biga’mızda 30-40 bin nüfusla beraberce yaşarken bile kargaşalar, kavgalar yaşanabilmekte. Bunun için polislere, bekçilere ve emniyet güçlerine ihtiyaç duyulmaktadır.

Karınca yuvalarına dikkatlice baktığımızda dış dünya ile bağlantıları sadece bir karıncanın geçebileceği genişliktedir. Bu delikten giriş ve çıkışlar bir izne tabiidir. Adeta kapıcılık görevi yapan karıncalar olduğunu görüyoruz. Büyükşehirlere giriş ve çıkışlardaki kontrol görevini hatırlatmıyor mu? Yüzyıllar öncesinden beri karıncalar bunu gerçekleştirmiş olmuyor mu? Yeni keşfettikleri bir besin kaynağına ilk önce öncü karıncalar gidermiş. Öncü kuvvetler bir nevi. Daha sonra salgıladıkları bir sıvı sayesinde diğerleri de durumdan haberdar edilirmiş. Tam bir ekip çalışması sayesinde yeni besin yuvaya hiç aksaklık çıkmadan taşınır.

Bunun yanında karıncaların bir diğer farklı özelliği de aynı koloniden olup olmadıklarını çok net bir şekilde ve çok kısa bir sürede anlayabiliyorlarmış. İşçi karınca yuvaya giren diğer bir karıncayı tanıyabilmek için anteniyle ona hafifçe dokunur, bu dokunuşla salgılanan bir koku sayesinde hemen kendilerinden olup olmadığını anlayabilirmiş. Yuvaya giren eğer bir yabancıysa vay başına gelenler. Amansızca bir saldırı başlarmış. Karıncalarda korkunç derecede besini paylaşma özelliği de varmış. Her buldukları besini muhakkak diğer arkadaşlarına da haber verirlermiş. Besin kaynağını ilk bulan karınca kursağına doldurarak yuvaya döner ve dönerken de belirli aralıklarla karnını yere sürerek birtakım kimyasal maddeler bırakır, böylece diğer karıncalar çok rahat bir biçimde besin kaynağına ulaşabilirlermiş. Ve daha neler neler… Ne dersiniz bir küçücük karıncadan bile öğreneceğimiz çok dersler olsa gerek.

Yürek penceresinin camları kirlenmiş olanlar hayatın temiz ve duru yönlerini keşfedemezler. Hayatı temiz ve duru yönleriyle de görmek için yürek pencerenizin camlarını SEVGİ ile silmeniz gerekir. Sevgi ve dua ile…

Nail AVCI
www.kafiye.net