HER ŞEY NEDİR
Ses cılızdı, aynı zamanda acı.. İçimdeki sıkıntıya o
sebepmiş gibi. Ağırlığın üstüme bastıran yorganı tekmeleyerek yere fırlattım.
Aralık kalan perdemden içeriye, yakıcı bakış atan güneşten ve yağmur sonrası
yükselen toprak kokusundan güzel bir bahar sabahına uyandım.

 

Yalap şalap suratıma vuran su iyi geldi. Aşağı kata bizi
ulaştıran ahşap merdivenler, ev halkına benim gelişimi haber veriyordu. Dedem
ve Çomar’a. Alt dudağı dedemin terliklerinde, kulakları katlanmış aynı hizada
paspasa bakıyordu. Bu acı bakışı tanıyordum. Cılız ses daha da yükseldi. Belki
suçluydu ve kurtulmak istiyordu. Ah Çomar yine ne yapmıştı kim bilir! Dedemin
müdahale etmemem anlamındaki bakışını da alıp bahçeye çıktım mutluluğu, huzur
ve güzelliği de alıp.

 

Güzel bir kahvaltı için bahçeden bir kaç taze sebze
topladım. Masamızı dışarıya hazırladım. Dedemin hayranlıkla beni izlemesine
bayılırdım. Yanından her geçtiğimde ya yanağından makas alır ya da öpücüklere
boğardım. Uzun boylu ve güçlüydü, benim için dünyada tekti. Dedem sevgiydi,
iyilikti, merhametti, her şeyimdi. Bu dağ evi iştahımızı açmıştı. Doğanın tüm
nimetleri cömertçe serilmişti gözümüzün, gönlümüzün alabildiği her yere. Dedem
her istediğimi yapıyordu. Onunla öyle mutluydum ki.. Bazen çizgilerle dolu
yanaklarının içindeki pürüzsüz mutluluklara gülüyor, bazen yorgun dizlerinden
fışkıran yarışlarımıza.

Dedemin “ Hazırlanın göle balık tutmaya gidiyoruz.”
demesiyle fırladım yerimden. “ Harika bir fikir.”dedim. Çomar da havlayarak
dedemden af ve sevgi dilenmeye devam ediyordu. Ben hazırlanıp geldiğimde
aralarından su sızmayacak hala gelmişlerdi. Ne de olsa sıkı dostlardı ve bazı
hatalar göz ardı edilebilirdi. Tam bir renk cümbüşünün ortasında, yeşile
tutunuyor, kahverengiye basıyorduk. Suda yıldız olmadığını düşünenler bizim göle
bakmamış, Gök suya dalmış, göl gökyüzüne akmış.
Çomar korumacı edasıyla önden fırlayıp, onay verircesine
sesleniyordu. Dedem dizlerine kadar gölün içinde üçüncü balığını yakalamıştı.
Üzerimde balık tutamamanın hüznü vardı. Dedem “ Yakala evlat!” diye
bağırıyordu. Hızlı hareketle tutup arkama attım. Bunu yaptığıma ben bile
inanamadım. Başarmıştım, tuttuğum balıkta yabana atılacak cinsten değildi
üstelik.

 

Binalar yoktu burada. Gürültüden uzak. Burada ellerinle
sevgiyi yakalıyor, toprakta çoğaltıyordun, yeşereni topluyor tüm evrene
yayıyordun. Burası bizim dünyamızdı. Dedemin iki ismi vardı. İbrahim ve Erol.
Olabileceğinden endişe duyduğum isteklerim olduğunda Erol diye seslenirdim.
Muzurluk dedemden mi miras bana? “Buyur evlat.” derken, gözlük camının altından
iki yıldız parlardı yüzüme. İçimi aydınlatan ve ne istesem evet diyen bu bakış
hep üzerimde olmalıydı!!
Dört tarafı betonla çevrili bu soğuk odasını sevmiyordum. Her yanına ekili olan
çiçekleri kıskanıyordum. Çünkü onlar her zaman yanındaydı ama ben değildim.
Gözlerim kapalıydı şimdi Çomarla birlikte. “Erol sen bana kıyamazsın, lütfen
hemen cevap verme beni iyice dinle: Her şey seninle güzel, güzel olan her şey
seninle vardı. Sensiz anlamsız, renkler söndü, ayaklarım kahverengiye basmıyor,
yeşile tutunamıyorum, bu dağ sensiz olmuyor. Kalk artık gidelim bu soğuk
yerden.” Kolay değildir bir insana her şeyim diyebilmek.

Melek Kırıcı
www.kafiye.net