KEŞKEK

Keşkek nedir bilir misiniz? Anadolu kadınının maharetidir, el lezzetidir, sabırlı bekleyişidir. Bir gece önceden sürülür köy evinin önündeki tuğladan örülmüş, çamurla sıvanmış kızgın fırına… Evin kadını için en eğlenceli tarafıdır fırından çıkmış keşkeği dövmek.

 
O anların yaşandığı bir sabahtı. Siyah üstünde mavi sarıçiçekli şalvarını giymişti kadın. Başındaki sarı yazması ile kendine has bir uyum yakalamıştı. Fırından çıkarttığı kızgın küpün sıcaklığına aldırmadan kapısının önüne kadar getirip bıraktı yere. Sıcak neydi ki, nice ateşlerde yanmıştı yıllarca. Nasırlanmıştı elleri, nasırlı yüreği gibi. Kapının yıpranmış ağaç eşiğine oturdu, eline tahta kepçesini aldı, karıştırmaya başladı küpün içindekileri. Önce yavaş yavaş karıştırdı, sıcaklığı biraz geçmeliydi. Yüzüne yapışan buhar, alnından yağmur damlacıklarını dökmesine neden oluyordu. Yumuşamış olan dövmeyle nohut birbirine karışmıştı iyice, eziliyordu kepçenin her hareketiyle. Karışıyordu birbirine. Ter damlalarıyla birlikte düşünceleri de dökülüyordu kadının önüne.
Düğünlerde, bayramlarda, bir de özel misafirler geleceği zaman hazırlanırdı keşkek. Zahmetliydi yapması. Evin içinden gelen seslere kulak bile vermiyordu. Kalabalıktı içerisi. Bu gece kızının kınası yapılacaktı. Misafirlere hazırlıyordu emeğini. Kızı gelin olacaktı. Mutlu muydu bilmiyordu. Zaten “mutluluk nedir?” Diye sorsalar cevap verebilecek durumda da değildi. Ama gülümsüyordu, görenler mutlu sanacaklardı.
Kızı daha çok küçüktü ona göre. Köy yeriydi, adı çıkmasın diye bir an önce birisiyle baş göz edilmesi gerekiyordu. Olur ya, birisine sevdalanırdı, dedikodu kazanına düşerdi. Evlenmeliydi, babası tarafından seçilen taliplerden birisiyle.
Kendi evlenmişti de ne olmuştu ki? Yiğitbaşı kadın gerdek odasına götürürken ilk tavsiyesi kocasına karşı gelmemesi olmuştu. Adetmiş oralarda, damat yüzgörümlüğünü taktıktan sonra bir tokat atarmış geline, gelin ses çıkartmazsa evlilikleri uzun sürermiş. Töreler, gelenekler hep kadını mı aşağılamalıydı? Bazen düşünürdü ama cevap bulamazdı bir türlü. O ilk tokat canını yaksa da ses çıkartmamıştı, daha sonra yediği dayaklara da.
Keşkek dövmeyi onun için seviyordu. En azından dövebileceği bir şey vardı, kendisine benziyordu. Eziliyordu, dövülüyordu, ses çıkartamıyordu. Çıkarıp atsaydı içinde birikenleri keşkeğin tadı bozulur muydu acaba? “ Boş ver” dedi ve atmaya başladı.

 

Önce yediği tekmeleri, sonra yolunan saçlarını attı küpün içine. Patlayan dudaklarını, moraran yanaklarını attı daha sonra. Acı dillerden dökülen küfürleri kattı bir de. Çektiği sıkıntıları, uykusuz gecelerini, yorgunluktan ağrıyan bacaklarını kattı küpün içine. Bulamaç haline gelen yemeğine baktı, midesi bulandı. Kendi hayatına benziyordu, tatsız ve çekilmez. Kulplarından tutup küpü dereye götürüp suya attı sonunda.

– Yanmıştı derim evdekilere, dedi kendi kendine. Misafirleri gelecekti, ne ikram edecekti şimdi? “Pilav yaparım bir kazan, bir saatlik bir iş” deyip gülümsedi. Belki de ilk defa mutlu olduğunu hissetmişti o an. İlk defa içinden gelerek gülümsemişti.

 
Afet İnce Kırat
www.kafiye.net