OSMAN ÖLMEMELİ

Hep Osman’a bakıyorum. Bakmak istemesem de… Düşünmek istemesem de düşünüyorum.

Böbreğinin birisi yok; ikincisi de çürüyormuş. Ona bakmamak, yüzünde ölümün soğuk nefesinin gezindiğini hissetmemek mümkün mü? Hastalığının verdiği bu ağır yüke rağmen azimli, gayretli, derslerini bırakmayan bir öğrenci o. Üstelik hayatının en güzel çağında ve çok masum…

Geçenlerde çalışmasını değerlendirmek amacıyla tahtaya kaldırdım Osman’ı. Bir cümle yazdırıp ögelerini bulduracaktım. O, tahtadaki yazıları silerken ben de ders defterini yazmakla meşgul oldum. Başımı kaldırdığımda Osman tahtayı silmeyi tamamlamıştı.

-Hadi yaz evladım. Ögelerini kolayca bulabileceğin bir cümle söyleyeceğim sana, dedim. Osman gözlerini benden kaçırarak arka sıralara bakmaya başladı.
-Beni duymadın mı Osman? diye sordum. Mahcup bir tavırla gözlerini tekrar bana çevirerek:

-Ben rahatsızım öğretmenim, dedi.

-Geçmiş olsun. Yerine oturabilirsin; ama önce bana rahatsızlığının sebebini söylemeni istiyorum, dedim. Basit bir soğuk algınlığı geçirmekte olduğunu söyleyeceğini sanmıştım. Oysa onun hastalığı ağırdı.

-Böbreğimin teki yok, öğretmenim. Diğeri de çürüyormuş. Geçen yıl ameliyat oldum, dedi buruk bir ses tonuyla.

Osman’ı geçen yıl da okutmuş olmama rağmen bu gerçeği bilmiyordum. Kendi kendime hayıflandım. Neden bilmiyordum? O benim öğrencimdi. Bir suçluluk duydum. Acıdan da öte anlayamadığım bir duygu kavurdu içimi. Sonra, “bu durumu ailesinin belirtmesi gerekirdi” diye düşününce biraz rahatladım. Yerine oturabileceğini, isterse kendisiyle bu konuyu teneffüste detaylı bir şekilde konuşabileceğimizi söyledim.

Osman, sözlerime karşılık vermeden yerine geçip oturdu. Tahtanın önünde biriken idrar gölünü ise ancak Osman yerine oturduktan sonra görebildim. Sıralarında oturan diğer öğrencilerim hiçbir şekilde tepki vermediler. Ne acayip bir bakış ne de bir ses… Belki de yaşlarından beklenmeyecek olgun bir davranış örneği gösterdiler.

Sınıf teneffüs saatinde birkaç paspas darbesiyle temizlendi kolayca. Ya Osman… Osman’ın hastalığı da bu kadar kolay iyileşebilecek miydi? Kalakaldım teneffüs boyunca. Sonra Osman’ı aradı gözlerim, yoktu.

Nasıl bakmam Osman’a? Nasıl düşünmem, sararmış bu yüzün bir zaman sonra hayatının en güzel çağlarında, bir hayal perdesi arkasına çekileceğini. Nasıl düşünmem, çocukluğunu yaşayamadan göçüp gideceğini bu dünyadan…
Osman arkadaşlarıyla oyunlar oynayabilmeli… Çocukluğunu yaşayabilmeli. Uçurtmalar uçurabilmeli sevgilerini yükleyip kanatlarına. Yaz gecelerinde yıldızlara bakıp, geleceğine dair hayaller kurabilmeli… Güneş onun için de yeniden gülmeli her gün… Osman ölmemeli… Osmanlar ölmemeli…

Ülkü Duysak

Not: Bu gerçek öyküyü ilk görev yerim olan Afyon’da yaşamıştım… Sonra mı? Tayinim çıktı ve oradan ayrıldım; Osman’dan da o günden sonra haber alamadım. Kim bilir Osman nerelerde? Umarım hayattadır ve hayatın her anının değerini bilerek yaşıyordur.

www.kafiye.net