KARA YILBAŞI …

Yirmili yaştaydım. Gazetede gördüm iş ilanını. Alsancak’ta tanınmış büyük bir mağaza açılıyormuş, başvurumu yaptım. Birkaç gün içinde çağrı geldi. Mülakatı Efes otelinde petek salonunda yapılacağını duyurdular. Siyah kloş etek ve mendil yaka kısa ceketimle siyah, hafif yüksek ökçe sandalet imle uçuk makyajımla o gün çok güzeldim. Oğlumu anneme bıraktım acele evden çıktım. Sanki herkesin gözü üstümdeydi. Otobüs tenhaydı. Alsancak Montrö’de otobüsten indim. Efes otelinin kocaman kapısından heyecanla içeri girdim, doğru petek toplantı salonun önünde sıraya girdim. Benim gibi birçok kişiler bekliyor. Bana sıra geldiğinde kocaman salonda ufacık hissettim kendimi ama dik ve kendimden emindim. Her biri ayrı ayrı üç masaya oturmuşlar, hepsinden olumlu görüşmemden sonra son olarak yahudi olan baba patronla karşılıklı görüştüm. Çok güzel, olumlu diyaloglar geçti. Bana satış temsilciliğini önerdi. Ben istemedim, çünkü iki aylığına İstanbul’a gitmem gerekiyordu. Üç yaşında olan oğlumu bırakmak istemedim ve komantra olan tamir atölyesinde görev aldım. İlk gün çok heyecanlıydım uzun bir otobüs yolculuğundan sonra Gündoğdu’ya, denize bakan heybetli ve ihtişamlı büyük altı katlı, cam kapılı binaya girdim. Resepsiyon otel görünümde, ortada havuz, üstünden küçük cam toplarla dizilmiş tavanından sarkmış bir kaç tane sarkaçlar vardı yerler mermer kaplı yapay çiçeklerle süslenmiş muazzam heybetli görünüyordu. Danışma yerinde güler yüzlü müdür bey bizleri karşıladı. Sonradan gördüğüm aksesuar çocuk, bay ve bayan olmak üzere her katın dekoru ayrı ayrıydı.  Resepsiyon görevlileri bizlere yerlerimizi göstermek üzere refakat ettiler. Altıncı kata çıktık, asansör den indiğimizde karşımda anons ve haberleşme yerin de çok çok güzel genç bayan oturmuş duru bir sesle lütfen dikkat deyip söze başlıyor. Bazı istekleri kapanış saatlerini duyuru yapıyordu. Hemen yanında bizim atölye asansöre yakın yerde müdüriyet vardı. Çatı katı olduğundan sürgü kapı terasa çıkıyordu.

İlk gün Mehmet Bey, sorumlumuz Ümran hanım ve ben üç kişi atölyede tanıştık. Müşteri provalarında beni görevlendirdiler. Bir kaç gün içinde açılışı oldu. O gece kokteyl düzenlediler, bizlerde katıldık, güzel ve nezih geçti ve artık iş hayatına atıldım. Binanın orta katında yemek hanemiz lüks bir salondu. İlk Hilton banyoyu ve lavaboyu orada görmüş, tüm arkadaşlarla samimilik kurmuştum. Tüm arkadaşlarım genç güzel ve çekiciydiler. Öğle yemekten sonra makyajımızı tazeleyip saçlarımızı tarayıp iş başı yapardık. O gün yılbaşına girecektik müşteri yoğunluğu vardı.

Telaşımız fazlaydı, tamirler yoğun telaş içerisindeydik. Sık sık anonslar veriliyor, bizlere çağrı geliyordu. Akşam olmuştu. Dolaptan poşetimin içinde düz fermuarlı erkek çantası gibi çantamı alıp saçımı tarayacaktım. Güzel mağazamızın poşetini açtım, çantamı alacaktım ki ne göreyim? Poşetin içinden aynı iki çanta çıktı.  (Bileğe takılır erkeklerde kullanır cüzdandan büyük yassı çanta )…  ve ben şaşırdım. Ümran arkadaşıma seslendim, aaa bakar mısın, torbadan iki çanta çıktı? dedim ve hemen dışarı çıkıp anons spikerine haber verdim. Lütfen arkadaşlarıma duyuru yapın dedim. Telaşlı bir halde ve müdüre hanım acele yukarı anonsa geliyor, yanında en sevdiğim arkadaşım Özlem var. Anons için yani onlarda kayıp çanta duyurusu yapacaklarmış. Hemen dedim ki; senin çantan bendeymiş Özlem, dedim. Lavaboda makyaj yaparken aynı olan çantayı benim diye almışım dedim .AAA arkadaşım senin olduğunu bilmiyordum dedi .. Ama çok soğuk bir şekilde çantayı aldılar, hemen müdüriyete girdiler. Ben de zafer kazanmış kadar sevinçliydim. Hazırlanıyorum, çünkü çantanın sahibi bulunmuştu. Ama dediğim gibi olmadı beni müdüriyete çağırdılar ve çantamı da istediler. Çantamla ve sevinçle içeri girdim. Gülerek anlatıyorum durumu. Öğle tatilinde almışım herhalde dedim. Güler yüzlü müdür beyi çok ciddi olduğunu görünce soğuk bir duruşla sordum. Neler oluyor müdür? bey edim. Elimden çantamı aldı, içini dışını boşalttı. Zaten düz ve yassı olan çantamdan ne var ne yok masaya döküldü. Anlamadım müdür bey! Dedim. Neler oluyor! Müdür bey soğuk bir sesle hemen hemen bir maaş kadar paranın yokluğunu duyurunca beynimden vurulmuşa döndüm ters yüz edilen çantamda çıkmadı hemen atölyeye geldiler tüm dolapları aradılar para yok her yer didik didik aranıyor arkadaşım çantasını aldı ve gitti. Ben bekliyorum işin vahametini ancak anladım. Üzülüyorum hatta kaygılanmaya başladım. Müdüre hanıma dedi ki girin lavaboya üstünü başını arayın dedi. Müdür hanım tüm üstümü soyarcasına aradı. Ağlayarak ayakkabının içine bakmadığını, kabanımın astarını söküp bakmanız gerektiğini söyledim. Çıkardım, ayakkabılarımı verdim, kabanımı ellerine ısrarla bu paranın bu gece bulunmasını istedim. Önümüz yılbaşı tatili üç gün bu suçla duramam bu kara lekeyle dedim. Gereğini yapın lütfen diye yalvardım.  

 Ama bulunmadı beni geç vakit asansöre bindirdiler ve müdür hanım durumumun kötü olduğunu görünce bana eşlik etti evet inanıyorum sen bunu almadığını biliyorum deyip teselli etti. Geç vakit ağlayarak tan eve geldim ve o yıl yılbaşını acı ve mutsuz geçirdim yeni yıla üzgün girdim. Artık bitmez tükenmez günler var evde vaktimi hep ağlayarak geçti ve üç gün sonra işe başlama zamanı geldi. Ayaklarım geri geri gitse de, gitmek zorundaydım aydınlanması gereken büyük görevim vardı bu bir aylık maaş nerede olabilir sorun çok büyük ya bulunmazsa her an her zaman zan altında kalmak çok zor bu parayı bulmaları lazım atölyeye gözler şiş vaziyette geldim.

Atölyeye girdiğimde arkadaşlarım bana destek oldular. Ama ben hal ağlıyordum dünyam yıkılmıştı ya bu para bulunmazsa en sevdiğim güzelim işimden çıkmak zorunda kalırsam bu kara leke her daim peşimden gelir deyip her an ağlamak taydım. Sabah on gibi müdür bey odasına çağırdı ve paranın bulunmadığını ne yapmak istediğini sordu bende para bulunmazsa burada potansiyel hırsız olarak görünmek istemem çıkışımı alırım dedim ve tabi ki haklı olduğumu söyledi ve müdüre dedim ki lütfen atölyenin en ince noktasına kadar aramanızı istiyorum bu parayı bulmanızı hatta polise haber verirseniz çok iyi olur dedim. Çıkışımı alsam dahi bu durum beni her daim üzecek dedim ve odadan ayrıldım. Öğle yemeğine çıktık tabi ki ben yemekhaneye girmedim. Reyonda köşede oturma gurubunda oturup kara kara düşünüp şaşkın bir vaziyette yedim. O sıra arkadaşım müdürün geldiğini söyledi Müdürün kalbi yüzüne vurmuş sanırım uzun boylu temiz ve güler yüzlü bir beydi dürüst ve adaletli sanırım gözünün içi gülüyordu.

Bana dedi ki gözün aydın parayı bulduk deyince ben sevinçten ne yaptığımı bilmez halde müdürün boynuna kapanıp hıçkırıkla ağlama sahnesi filmlerde olur sanırdım demek ki sevinçten ne yaşadığını bilmiyorsun. Müdür bey sakinleşmem için sigara uzattı ve titrek elle yaktım yasak olan reyonda ben sigara içiyordum hem de müdürün yanında iki sefer çekmeden aklım başıma geldi derin bir duman üfleyişle dedim ki nere bulundu müdür bey dedim. Gözümün içine bakarak derin bir karalılıkla özlemin çantasının astarından çıktı dedi. Ben şaşkın ve alaycı tavırla müdürün gözlerinin içine bakarak asla beni inandıramazsınız dedim kabul etmedim. Bu çanta dün sizin elinizde aradınız ve göremediniz. Bu gün mü bulundu öylemi bu dedim küçümseyici bakışla doğruyu söylemesini istedim benim bu tavrımı hiç beklemiyordu ama yine de nazikçe sırtımı sıvazlayarak. Siz para bulunsun dediniz, biz de bulduk daha derin deşmeyin lütfen deyip yanımdan uzaklaştı. Bu arada arkadaşlarım sarmaş dolaş sevinç yaşadık öğleden sonra duydum ki Özleme çıkış vermişler. Bu bende her zaman soru işareti kaldı. Hiç bir zaman çözülmedi demek ki Özlem zannedersem bir cahilce ve kendince çantanın kimin aldığını bilmeden böyle senaryo üretti başaramadı. Bu olayı çözdüler ve onu işten uzaklaştırdılar bu benim yorumum veya tezim. Yani eskiden ONUR KİŞİLİK ve BENLİK diye bir şeyler vardı. Şimdi yozlaştık. Çok çabuk tükettik AR, NAMUS VE ŞEREFİ, artık bulamıyoruz….

 
Cevriye ÇATAL
www.kafiye.net