Evini Bulamayan Adam

Hatice Eğilmez Kaya

Zehra’nın kedisi yok mu deli edecek beni. Adı Sıdıka… Yılda iki kere doğuruyor mübarek. Konu komşu, mahalledeki kedi nüfusunun artışını ona bağlarlar ki yerden göğe haklılar. Doğurduklarına düşkün bir anne olduğundandır elbet, çoğu yavrusu yaşar. Yavruları doğduğunda erkek kedilerden oldukça kurnaz taktiklerle korur onları. Zehra ve bizim kızlar hariç hiçbir insan evladını da ailesinin yanına yanaştırmaz. 

Hep söylerim, “Sıdıka’nın yavrusu olmak varmış!” Yemez yedirir evlatlarına, pervane misali etraflarında döner onların. Ta ki palazlanıp kendi hayatlarını idame ettirebilecekleri hali alana kadar. Sahi bir de yeni yavrulara hamile kalana dek. Hamile kaldığı andan itibaren eskilerine üvey evlat muamelesi yapar. Bendeniz onun yeniden hamile kaldığını, büyümekte olan yavrularına kötü davranmaya başladığında anlarım. Tüm bu ayrıntıları yıllarca Sıdıka’yı gözleye gözleye öğrendim. Hiç sevmem sevmesine onu, yine de takipten geri kalmam doğrusu. 


Asil hayvan aslında. İran kedisi. Uzun, kırçıllı tüyleri, fettan kadınlarınki gibi bakan yemyeşil gözleri var. Çok da akıllı. Dostunu düşmanını bilenlerden. Beni hiç sevmez mesela ve asla güvenmez bana. Ciğerin hasını ikram ederek bile çağırsam yanıma, uzaktan ukala ukala bakmakla yetinir. Bir elime geçirsem en uzak diyarlara atacağım. 


Bildiğim kadarıyla eve bile almıyor Zehra Sıdıka’yı. Yine de nedense onu benden çok seviyor gibi geliyor çoğu kez bana, zaten en çok ağırıma giden de bu. Bir iki kez içimdeki kıskançlığı dile getirecek oldum. Zehra, “daha neler, sahipsiz bir kedicik o. Ben ilgilenmesem aç susuz kalır. Başka işin yok mu senin? Kendini ağzı var dili yok biçareyle mi bir tutuyorsun?” deyip payladı beni. 


Sıdıka’yı zengin evlerden birinde bekçilik yapan komşumuz Nedim getirdi. O zamanlar bir karış ya vardı ya yoktu boyu. Anlaşılan o ki annesi de kendisine benziyordu. Senede iki kez, üçer yavrusu olsa bir kedinin buna hangi ev sahibinin hem yüreği, hem kesesi, hem sabrı dayanır. Yavruları ona buna verip içinde bulundukları durumun vahametini hafifletiyorlardır belki de. Sıdıka kaderin -benim için talihsiz- bir cilvesiyle önce Nedim’in, sonra bizim payımıza düştü. Nasıl da dolanıyor keyifli keyifli. 


Çağırsam; yanıma gelse keşke, arabanın bagajına bir atabilsem onu. Şehrin öbür ucuna atıp kurtulacağım. Fakat gelmez ki uyanık. Elim doluyken bile gelmedi, şimdi elim de boş hiç gelir mi? Bir çağırayım bakayım… Pisi pisi… Güzel kedi, şirin kedi… Gel pisi pisi… Şaşırdım doğrusu. Aheste aheste geliyor. Zehra görmeden alıp atmalı şunu. Gel Sıdıka Hanım gel. Gezmeye gitme vaktin çoktan gelmişti senin. Sus hiç ses çıkarma. Zehra teyzen duymasın. Seni ne güzel yerlere götüreceğim bak, karnındakileri de yeni yuvanda doğurursun artık. Emin ol orada da ekmek elden, su gölden gelecek. 


“Ne kadar acımasız adam bu,” demeyin benim için sakın. Sıdıka’ yı çöle atacak değilim, bir hastanenin veya yurdun bahçesine bırakacağım. Akıllı kedidir o, kendi karnını doyurduğu gibi yavrularını da aç bırakmaz hiçbir yerde. Arabayı çalıştırırken yüreğim yerinden çıkacak sandım. Allah’ tan kimse fark etmedi Sıdıka’nın zorunlu seyahatini. Çocuklar öğlen uykusuna dalmışlar; Zehra sevdiği ve izlemeye bir türlü doyamadığı dizinin bilmem kaçıncı tekrarına… 

Aman güzelim nasıl da melul mahzun bakar yüzüme. Gözleri gerçekten de tehlikeli bu kedinin. ‘Kedinin’ mi ‘kadının’ mı? Ne kadar da benziyor iki kelime birbirine. ‘Kedinin’deki ünlüler kalınlaşınca ‘kadının’ oluveriyorlar. Oysa kadın kediden ince, kedi kadından ince. Hadi bana kolay gelsin. Lise sıralarında kalmış gramer bilgilerimi bile hafızamın derinliklerinden çıkarttın ya, Sıdıka sen çok yaşa. Azıcık daha baksam son sürat geri döneceğim. Bakma şu fettanın gözlerine, sen haklısın oğlum. Komşular da yaptığın bu hizmet karşılığında yedi kuşak dua ederler sana. Biçare Melek Hanım mutfak penceresini açamaz oldu. Tek suçu alt katta oturmak. 
Aferin sana Hayri, kedi olalı… Ne komik, fare yakalamadım ki kedi yakaladım kedi. Zehra eğer Sıdıka’yı sürgüne gönderdiğimi, kendi ellerimle onu ve doğacak yavrularını sınırdışı ettiğimi anlarsa yakar çıramı. Kırk yıl çenesini çekerim, ne insafsızlığım kalır, ne hainliğim. Aman canım nereden bilecek. Hem belki de Sıdıka olmazsa daha çok koca kıymeti bilir. Şimdi bas bakalım gaza Hayri Efendi. Sen de bakma arkana sevgili bayan. Yeni yuvan hayırlı olsun. 

Alo Zehra Hanım’la mı görüşüyoruz? Evet buyurun, benim. Biz … Devlet Hastanesi’nden arıyoruz. Eşiniz Hayri Bey yanımızda. Ne, eşim yanınızda mı? Bir şey mi oldu ona? Korkmayın hanımefendi. Küçük bir kaza atlatmış Hayri Bey. Ufacık bir hafıza sorunu var. Numaranız telefonunda kayıtlıydı. Gelip alabilirsiniz eşinizi. Yalnız başıma evimi bulamam, diyor. Birkaç gün sonra kendine gelir endişelenmeyin. Beyin filmini filan çektik.
Uyanırken Sıdıka, Sıdıka… Diye sayıklıyordu. Telefonda bu tür şeyler sorulmaz da kim bu Sıdıka? Sıdıka mı? Kedimiz. Söyleyin merak etmesin onu. Öğleden sonra bir ara yoktu. Şimdi bahçede mışıl mışıl uyuyor. Kıyamam, demek içten içe o da severmiş Sıdıka’yı. Evini bulamamış da Sıdıka’yı anımsamış görüyor musunuz? Zehra her zamanki gibi yüksek ayardan konuşuyor. Söylediği her şeyi; değil ben, bütün hastane koğuşundakiler dinleyip anladılar. 

Hanım sen çok yaşa iyi mi? Sanki telefondan değil megafondan geliyor sesi. Evde de öyle yapar bu kadın. Buldu benim gibi mülayim adamı, söyle güzelim söyle… Canım tatlı tatlı, sakin sakin konuşsan ne olur? Bütün mahalle seni mi dinleyecek her daim? İşitenler de kavga ediyoruz zanneder. Bizim hanımın sohbeti bu. Allah kavgasından esirgesin. Sıdıka ile öyle mi konuşur ‘gel canım, al gülüm.’ Benden bir şey isteyecek olsa beydir, evimizin direğidir demek, alttan almak yok. Hele bir de sokaktan çocukları toparlayışına bir tanıklık etseniz. Şaşar kalırsınız. Kızlar adlarını en yüksek tondan duyar duymaz evde alırlar soluğu. 

Kulaklarıma inanamıyorum. Şuna bak eve benden önce varmış hınzır. Acaba kedi kisvesi altında bir evvel zaman hafiyesi mi yaşar bizim bahçede? Bu olaydan sonra dünyaya yeniden gelme fikrini kabul edesim var. Neyse canım, olsun varsın. Anlaşıldı, Sıdıka’dan kurtuluş yok. Bari dönüşte iyi geçineyim. Sokağa çıktığımda onu yanıma alayım, yine böyle bir kaza gelirse başıma kılavuzum olur. Zehra gelse de bir an önce eve kavuşsam, sanki bütün yollar hallaç pamuğu misali birbirine karıştı. Huzur ve afiyet dolu evimi bulamadım. Bir süre kendime geleceğimi sanmıyorum. Tevekkeli dememişler kedilerle uğraşmayın diye, tekin değillermiş vesselam.

Endişelenecek bir şey yok. Hay Allah. Tamam, bir saate kadar orada oluruz. 

Hatice Eğilmez KAYA
www.kafiye.net