şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Orta sehpanın üzerindeki beş yüz yıllık cam şekerliğinin her bir yanı gökkuşağının tüm renklerini taşıyor ve odanın her yanına yansıyordu. Bahar havasıydı. İçime dolu dolu çektim ve esas önemli olan eşyam; polis memurluğu yapan babamdan aldığım düdüğüm. O da ceviz rengi ahşap kokulu konsolun üstündeydi. Yatağımdan kalktım. Annemin ayaklarım üşümesin diye aldığı yunus balıklı terliklerimi kenara itip, içimi ısıtan bu güzel havayı bastığım, dokunduğum baktığım, gördüğüm
Yıllar ne kadarda çabuk geçmişti. Emekli öğretmen Ahmet Bey, salonda oturmuş, bir taraftan çayını içiyor, diğer taraftan da öğretmenlik yaptığı dönemdeki notlarına göz atıyordu. Bir ara üzerine önemli diye not aldığı mektubu tekrar okumaya başladı. Hala aynı heyecanla okuyor gibiydi. Üzerinden 6 yıl geçmişti. Ona göre iyi ki öğretmenliğinin son yıllarına denk gelmiş bir olaydı bu.
Sarı Çiçek yaylasından bir sarı gelin geçti. Ben o gelini çok sevdim. Sarışın bir aya benziyordu güldüğünde. Ağladığında yıldızlarca saçılıyordu kederi gökyüzüne. Etekleri değdikçe yayla toprağının esmer yüzüne yüreği kanıyordu geçmiş yazlar için.
Geniş bir alana dikip yaprak yeşili gözlerini içindeki ırmaklara benzer gözyaşlarını akıttı göğsünün yangın yerine. “Burada amcam çadır kurardı.” dedi. “Nerede şimdi amcam, hani onun kara çadırı? Nereye gittin amca? Bir daha bu yaylaya konmayacak mısın?”
Kader denilen çark dönerken, ben ise içine saplandığım kader batağının içinde dayanılamayacak kadar müthiş acılar çekiyordum. Benim için artık gelecek çok karanlık, her şey benimle birlikte, ailem ve sevdiklerimin benim kader denilen bu batakta mahvolmasını yok olmalarını istemiyorum.
Dört uyku, bir ölüm var bu öyküde -ki her biri anlatılmaya değer.
Mevsimler mevsimler önceydi. Karanlık gözlü devlerin hiç kapanmayan ağızlarını andıran alışveriş merkezleri, albenisiyle peri kızlarına eş dükkânlar insanların gönüllerini işgal etmemişlerdi o çağda.
Duvarda asılı kalmış bir saatli maarif takvimi. Sararan yapraklarından birini kopardım. 30 Haziran 1975.
Bu duvar, bu takvim ve bu ev çürümeye sıcacık bir yaz günü terk edilmiş. Vazgeçmek, bir şeylerden umudunu kesmek böyle bir haldir zaten. Arkana bakmadan çekip gittiğinde hayal bile edemeyeceğin ayrıntıları da geride bırakıverirsin bir çırpıda.
Kenarda duran sehpanın üzerindeki akvaryumu fark ettiğimde zamanın delişmenliğine şaşırdım. Günler akıp gidiyordu gitmesine de akvaryumdaki su neredeydi? Bilemedim.
Sabah erken kalkmış ve salondan dışarıyı seyrediyordu Ahmet Bey. Henüz güneş doğmuş ve balkonundaki çiçekleri ısıtmaya başlamıştı. Birden Japon gülünün kendisine doğru baktığını gördü. Japon gülü ona küsmek üzereydi balkonda. Çünkü Japon Gülünü akşam içeri alması gerekirken haylazlık yapmıştı ve onu salona almamıştı.
Keskin rüzgarlarda bile,
Kalbime bağlarım sözcüklerimi.
Uçmak istese ısrarla baharda,
Mil çekerim gözlerine güneşin,
Görmez olur dizelerim yüzünü.
Sınavı kazanmıştım. Ben ve ailem çok heyecanlıydık. Anneme, ilk görevimi doğuda bulunan güzel şehirlerimizden birinde yapacağımı söylediğimde daha da mutlu olmuştu. Annemin, kimselerin ulaşıp bozamadığı doğal güzelliklere ve kişilere ayrı bir zaafı vardır. “ Ooo bu harika! Çok sevindim. Tertemiz bakışlarla şımarmaya fırsat bulamamış çocukların olacak…” dedi.
Bahar geldi. Rüzgâr ılık ılık esmeye başladı. Her taraf
cıvıl cıvıl kuş sesleriyle doldu. Yerler yemyeşil çimenlerle bezendi. Meyve
ağaçları çiçeklerini açtı. Her şey çok güzel giderken rüzgâr, birdenbire sert
esti. Ardından bahar yağmuru yağmaya başladı. Meyve ağaçlarının çiçekleri,