Felç

Mübarek Ramazan ayı gelmişti.  Aysun hanım, o gün büyük bir heves ile iftar yemeği için hazırlık yapıyordu. İftara komşularını davet etmişti.  Bir yandan yemek hazırlığı yaparken bir yandan da iki küçük oğlu ile ilgileniyordu.  Burak beş, buğra üç yaşlarındaydı.

Aysun hanım, akşama yakın çorba pişirmek için mutfak dolabının üzerinde duran çelik tencereye uzandı. Çorba çabuk pişen bir yemekti, onu en sona bırakmıştı. Tam tencerenin kulpuna eli değmişti ki, sıkı tutup kavrayamadan tencere kafasına düşüverdi.
Genç kadın, büyük bir acı ile yere düşüp bayıldı. Çelik tencere, mutfakta fayans zemin üzerinde yuvarlanarak büyük bir gürültü çıkarmıştı. Çocuklar, koşarak mutfağa geldiklerinde annelerini yerde yatar halde buldular.  Kendi çabalarıyla yerden kaldırmaya çalıştılar.  Bir yandan da ‘ anne, kalk, anne lütfen kalk ‘ diye ağlıyorlardı. Burak, korku ve panik içinde kapıyı açıp, yan komşusu Zeliha teyzenin ziline bastı.
………..
Aysun hanım, gözlerini açtığında kendini bir hastane odasında buldu.  Neden burada olduğunu henüz anlamıyordu. Yattığı yerden etrafına bakıyor, bir şeyler sormak istiyor fakat konuşamıyordu.  Eşi Servet bey, hanımının ellerini tuttu: ‘Geçmiş olsun bitanem. Hamdolsun kendine geldin.  Aysun hanım, avuçlarının içinde duran eşinin ellerini hissetmiyordu.  Sadece ağlamaklı gözlerle bakıyordu.  Servet bey, biraz daha yaklaşıp eşinin kulağına fısıldadı: ‘Aysun, beni duyabiliyor musun? ‘
Aysun hanım, evet der gibi gözlerini bir kez yumup açtı. Yattığı yerden kendini tekrar tekrar yokluyordu.  Ne kafasını ne ellerini ne de ayaklarını kımıldatamıyordu.  Servet bey buna hazırlıklıydı. Doktorlar:’ Kafasına yediği darbe ile kısmi felç geçirebilir, uyandığı zaman her şeye hazırlıklı olun ‘demişlerdi.

Aysun hanım yeni anlamıştı. ‘Ben felç oldum ‘diye içinden geçirdi, ağlıyordu.  Çocuklar, annesinin ağlamasına dayanamıyorlar, yatağın kenarından uzanıp: ‘Anne lütfen ağlama, nolur ağlama’ diyerek annelerine sarılmaya çalışıyorlardı.
…………………
Aysun hanım, bir kaç hafta sonra eve taburcu edilmişti.  Servet bey, eşine salonda bir karyola kurmuştu.  Kendisi işe gittiği vakit, çocuklar kendilerini evde yalnız hissetmesinler, hem de Aysun bütün gün yatak odasında yatmaktan sıkılabilir diye düşünmüştü.

Sabah işe gitmeden önce çocuklarına ekmek yağlayıp yediriyor, Aysun hanımın temizliğini yapıyor, sonra şırınga ile süt içirip işine gidiyordu.
Genç kadın, çenesini fazla oynatamıyor, ancak su, süt, sıvı çorba şırınga ile ağzına verilince yutabiliyordu.  Öğlen vakti genellikle yan komşusu Zeliha teyze geliyor, çocuklara yemek veriyor ve Aysun hanıma yine şırınga ile bir şeyler içirip gidiyordu.
Servet beyin annesi başka bir şehirde oturuyor, bakmak zorunda olduğu bağ, bahçe ve hayvanları yüzünden oğlunun evine gelse bile, iki günden fazla kalamıyordu.  Gelini bu haldeyken yardım edemediği için ve torunlarının garip, sefil haline çok üzülüyordu.
Aysun hanımın ana-baba ve kardeşleri Fransa`da yaşıyorlardı. Bu üzücü kazadan sonra Türkiye ye gelmişler, fakat bir aydan fazla kalamamışlardı. Malum, herkes işinin başına dönmek zorundaydı.

Aradan üç ay geçmişti.  Hafta da bir eve gelen doktor, masaj yaparken, Aysun hanım sağ elinin parmaklarını oynatıvermişti.
O kadar sevindi ki, içinden ‘Rabbim sana binlerce hamdü senalar olsun’ diye dualar etti.  Konuşa bilmek, hareket edebilmek ne kadar büyük nimetti.  Ne kadar çok isterdi bir kere ‘Allah’ diyebilmeyi.  ‘Keşke’ dedi içinden, ‘keşke sağlığımda bol bol tövbe etseydim.  Yolda yürürken, evde iş yaparken, bol bol salavat getirseydim.  Bir kere daha ‘La ilahe illallah ‘diyebilecek miyim Allah´ım. Dillerim sustu, hiç bir kelime söyleyemiyorum. Bundan sonra, dilimin dönmediği fakat kalbimden geçirdiğim dualar, amel defterime sevap olarak yazılır mı acaba? ‘
…………..

Hayatı, yattığı yerden eski günleri düşünmekle geçiyordu…  Ne kadar boş işlerle uğraşmış, ne lüzümsuz ve gereksiz şeyler için kendini üzmüştü.  Ah, sağlığı geri ona verilseydi, tüm hayatını değiştirecekti.

O akşam kocası eve geldiğinde Aysun hanım müjde verir gibi sağ elinin parmaklarını yavaşça kaldırıp oynattı. Servet bey öyle çok sevinmişti ki, eşinin yanaklarını öpüp; ‘Aferim sana ‘ dedi.  ‘Karımın ne kadar azimli olduğunu ben iyi biliyorum. Bak göreceksin, Allah´ın izniyle ellerini ve ayaklarını da oynatacaksın.  Ha gayret bitanem.’  Bu duruma çocuklarda çok sevinmişler, her fırsatta annesinin avucuna minik oyuncaklarından tutuşturmaya çalışıyorlardı.

Böylece aradan dört ay daha geçmişti.  Aysun hanımın durumunda bir ilerleme yoktu.  Genç kadın, kocasının ve yavrularının sefil hallerini yattığı yerden seyrediyor, üzülüyor, ağlıyordu.  Servet beyin de çocukların da bakıma ihtiyaçları vardı. Evde doğru dürüst temizlik yapılmıyor, yemek yapılmıyor, ara sıra lokantadan sulu yemek geliyordu.  Servet bey, çamaşır yıkamaktan anlamıyor, renkler birbirine karışıyor, çocuklar kirli dolaşıyorlardı. Ve sadece hafta sonları, baba evde olduğu zaman dışarı çıkabiliyorlardı. Bütün gün evde yatalak annelerinin yanında oturuyorlardı. Aysun hanım, iyiyce düşünmüş bir karar vermişti.

Bir akşam hafif kımıldayan sağ eli ile yazı yazmak istediğini işaret etti.  Servet bey kağıdı tutuyor Aysun hanım da yavaş yavaş bir şeyler yazmaya çalışıyordu: ‘Servet, sana müsade, lütfen evlen. Çocuklar ve sen, benim yüzümden daha fazla perişan olmayın.’
Servet bey, yazıyı okuyunca bir an durakalmıştı:
‘Ne diyorsun sen hanım? Bu eve başka kadın mı getireceğim? Bunu nasıl düşünür, nasıl istersin benden? ..’
Aysun hanım kararlıydı: Lütfen evlen, çocukların hatırına evlen. Onların bakıma ihtiyaçları var’ diye tekrar yazmıştı.

O günden sonra Servet bey düşünceli gezer olmuştu. Kiminle evlenecekti? Kim, hangi kadın bu eve gelirdi ki?  ‘Kızlar zaten benimle evlenmezler’ diye düşünüyordu.  Dul bir kadın ile tanışsa ne diyecekti? ‘ Benim evde yatalak karım var, iki de küçük çocuğum…Gel benimle evlen de onlara bak mı diyecekti? ‘

Oysa, Bilgisayar mühendisi Servet bey, kültürlü, tahsilli çok bakımlı ve yakışıklı bir erkekti. Genç, kuvvetli ve atletik bir vücuda sahipti. Hanımı bu hale gelmeden önce düzenli olarak spor yapar, kendine fazlaca vakit ayırırdı. Nereye giderse gitsin, mutlaka takım elbise ile dolaşırdı. Aslında onun bu temiz ve bakımlı hali her zaman mahallede dikkat çekiyordu.
……..
Hafta sonu gelmişti. Çocuklar babaları ile parka gidecekleri için çok sevinçliydiler.  Anneyle vedalaşıp koşarak parkın yolunu tuttular.  Park her zaman olduğu gibi bayan ve çocuklarla doluydu. Bir kaç aydan beri iki oğlan çocuğu ile düzenli olarak parka gelen genç adam, hanımların dikkatinden kaçmıyordu.  Bir anda ağlayan, feryat eden bir çocuk sesi duyuldu.  Küçük bir çocuğun ayağı tahtaravallinin demiri arasına sıkışmıştı. Servet bey, hemen koşup çocuğu sıkıştığı yerden kurtardı. Çocuk, kucağında ‘anne anne, diye bas bas bağırıyordu.

Genç bir bayan telaşla ellerini uzattı: ‘Teşekkür ederim, sağ olun. Çocuğu bana verin.’
Servet bey: ‘ ağlama bak, annen geldi işte’ diyerek çocuğu genç bayana verdi.
Çocuk hemen susmuştu.
Genç bayan tekrar teşekkür edip ekledi: ‘Ben onun annesi değilim, bakıcısıyım. Bunun Anne-babası aşağıdaki sağlık ocağında doktor, çalışıyorlar.’
Servet bey biraz mahcup olmuştu: ‘Özür dilerim, ben sizin çocuğunuz sanmıştım:’
Genç bayan, espirili ve çok konuşkan biriydi. Adeta nefes almadan konuşuyordu: ‘Benim çocuğum yok. Ben evli değilim. Otuz yaşındayım ama henüz talibim çıkmadı. Benim annem gündelikçi. Bu Doktorların evinde temizliğe gidiyor.
Bir gün anneme sormuşlar, ‘Tanıdığın iyi biri var mı, çocuğumuza bakıcı lazım’ demişler. Annemde’ Benim kızım var, bakar’ demiş. İki senedir ben bu çocuğa bakıyorum. Eğer size de bir gün bakıcı lazım olursa, aklınızda bulunsun.  Bak şu karşıda derme çatma, insanın üzerine yıkılacak gibi duran gece-kondu var ya, hah işte ben orada oturuyorum.  Servet bey, gülümsedi. Kafasını önüne eğip çocuklarının yanına doğru ilerlerken genç kız seslendi: ‘Şey, benim ismim Gülçiçek.’
Servet bey, kıza doğru tekrar dönüverdi. Bir anda göz göze geldiler:
‘Memnun oldum Gülçiçek hanım. Bir gün bakıcı lazım olursa, sizi nerde bulacağımızı biliyoruz.’
Çocuklarını alıp eve gelmişti. Durgundu. O kara- kuru kız, Servet beyi düşüncelere salmıştı. Acaba bu kızı bakıcı olarak eve alsa mıydı?
……….
Aradan bir kaç gün gecmişti ki, hafta sonu olmadığı halde, çocukları alıp parka yöneldi.  Maksadı Gülçiçeği görüp onunla konuşmaktı. Kız kabul ederse, çocuklarına bakıcı olarak tutmak istiyordu.  O gün parkta kızı göremedi. Bankların üstüne oturmuş örgü ören teyzelere selam verip yaklaştı:’ Teyzeciğim, siz bu mahalleden misiniz? ‘  Kadınlar’ Evet yavrum.’ diye cevap verdiler.
Servet bey, kızı sormak istiyordu fakat nasıl söze başlayacağını da bilmiyordu: ‘Buralarda genç bir bakıcı bayan varmış. Ben de bakıcı arıyorum. Acaba sizler onu tanıyor musunuz diye soracaktım. Galiba doktorun çocuğuna bakıyormuş.’
Teyzeler her biri bir ağızdan konuşmaya başladılar:’ Haa, evet evet bizim Gülçiçek.’
‘Tabi ayol Gülçiçek, gündelikçinin kızı.’
‘Onun babası da hamal, halde çalışıyor.’
‘Bir ağabeyi köyde, kız kardeşi de Almanya’daymış.’
Teyzelerden biri, Gülçiçeğin yemeklerinden bahsediyordu:
‘Ayol, pek marifetli bir kız… Eve misafir geleceği zaman, ben hep bu kızı çağırırım. Nede olsa köyde yetişmiş… Pek maharetli, eli çabuk.
Diğer bir teyze:’ Yazık bu kıza ayol. ‘Diyerek söze başladı:
‘Fakirlikten okullarda okuyamamış, çocuk bakarak-baklava börek açarak evine yardım ediyor. Ana-babasına yük olmuyor.
Pek becerikli ama, fazla bir güzelliği yok garibin. O yüzden galiba kimse talip olmuyor.’
Servet bey, Gülçiçek hakkında duyduklarına çok sevinmişti.
Eve gidince hanımına Gülçiçekten bahsetti. Mahalle de duyduklarını eşine de anlattı.
Ertesi gün iş çıkışı Gülçiçeğin evine uğradı. Kapıyı genç kız açmıştı.
Parkta konuştuğu genç adamı karşısında görünce şaşırmıştı: Aa, siz, buyrun, bir şey mi var? ‘
Servet bey: ‘Rahatsız ettiysem özür dilerim, benim bakıcıya ihtiyacım var da…’

Kız hiç tereddüt etmeden bu iyi giyimli, düzgün konuşan genç adamı içeri aldı. ‘Gelin oturun da konuşalım. Galiba siz de bu mahalledensiniz.’
Servet bey:’ Evet’ dedi. ‘Ben bir alt sokakta oturuyorum. Benim eşim felçli…Hiç kalkamıyor, konuşamıyor.  Hem çalışıyorum hem de iki küçük çocuğuma ve eşime bakıyorum. Yüküm çok ağır.’  O konuşurken, genç kız da gözleri dolu dolu pür dikkat dinliyordu.
‘Çok üzüldüm’ dedi. ‘Ben ne yapabilirim? ‘
Servet bey genç kız ile yine göz göze gelivermişti. Kızın kocaman iri siyah gözleri, sanki bir ışık, bir ümit bekler gibi bakıyordu.
Servet bey durakladı: ‘Bilmiyorum’ diye bir cümle dökülüverdi dudaklarından.
Derinden içini çekti:
‘Aslında ben evlenmek istiyorum…Geçici değil, kalıcı bir çözüm olsun istiyorum.’
Kız gerçekten şoke olmuş gibi bakıyordu, kendini biraz toparlayıp sordu:’ Evlenecek misiniz? Kiminle? Buralardan mı? ‘

Servet bey, kıza bakıp gülümsedi: ‘Henüz kimseyi bulamadım, yani beni kim ister ki? Hangi bayan benim evime gelir de iki çocuğuma ve yatalak eşime bakar?  Ben bu derdime kimi ortak edebilirim ki? ..

Servet bey sözlerini bitirip sustu.  Gülçiçek kafasını öne eğmiş, sessiz duruyordu.  Üzerinde ki koyu yeşil elbise bu kara kıza ne kadar da yakışmıştı. Esmer, ince, gayet zarif bir kızdı. Servet bey, içinden ‘keşke şuan ne düşündüğünü bilebilseydim’ dedi.

Usulca ayağa kalktı:’ Çocuklarımı park ta gördün, eğer evimi de görmek istersen… Yemek yapmak, çocuk bakmak istersen, bu benim telefon numaram. Mutlaka beni ara .Ailenle de görüşüp seni bize götürürüm’ dedi.
Genç kız: ‘ ben istersem kendim gelirim, adresi ver yeter’ diye yanıtladı.
Servet bey vedalaşıp evinin yolunu tuttu.
………
Aradan günler geçiyor, Servet bey Gülçiçekten bir haber gelmediği için kafasına takıyor, uyuyamıyordu.  Hafta sonu çocuklarını alıp parka gitti. Gülçiçek te oradaydı. Çocuklar oyun oynarlarken, Servet bey de genç kızla konuşma fırsatı bulmuştu.
Bir bankta yan yana oturup uzun uzun konuştular.
Genç adam, aniden sordu: Gülçiçek hanım, yarın pazar. Anneniz babanız evdeler mi? ‘
Gülçiçek yine şaşırmıştı:’ Evet’ dedi.’ Neden sordunuz? ‘
Servet bey, derinden bir nefes alıp yanıt verdi:’ Yarın inşaallah hayırlı bir iş için size gelmek istiyorum… Tabi müsaadeniz olursa? ..
Genc kız inanamıyordu, tekrar sordu: ‘ Ne dedin sen? Yani ne dediniz? ‘
Servet bey gülümsedi:
‘Seni annenden -babandan isteyeceğim dedim.’
Esmer kızın suratı renk değiştirmişti. Utandığı her halinden belli oluyordu. Kafasını önüne eğdi: ‘Saat iki de gelebilirsiniz.’
Bir hışımla oturduğu yerden kalkıp, doktorun çocuğunu kucağına bastırdı. Koşar adımlarla oradan uzaklaştı.
Servet beyin yüreği kıpır kıpır olmuştu. Heyecandan yerinde oturamıyordu. çocuklarını toplayıp evine yöneldi.
Akşam çocukları uyuttuktan sonra eşinin yatağına oturup olanları anlattı.
Yarın kızın ailesi ile tanışmak için gideceğini söyledi.
Aysun hanım, gülümseyerek dinliyordu.
Kocasını daha önce hiç bu kadar heyecanlı görmemişti. Her halinden o kıza aşık olduğu belliydi.
Kocası uyumak için odaya çekildiğinde, Aysun hanım bütün gece ağlamıştı.

Kendisi istemiş, evlenme fikrini kendisi ortaya atmış, hatta eşini adeta buna zorlamıştı ama… Iş ciddiye binince, çok gücüne gitmişti. Kendi kendine kahrediyordu.
………
Gülçiçeğin anne-babası bu genç adamdan çok etkilenmişlerdi.
Aklı başında dürüst, temiz biri demişlerdi.
Ama evde yatalak kadın ve iki çocuk gözlerini korkutuyordu. Gülçiçek ezilir, horlanır, yıpranır diyorlardı.
Bu evliliğe onay vermekte zorlanıyorlardı.
……..
Bir müddet sonra Servet bey mecburen eşinden boşandı. Gülçiçek ile resmen nikahlandı. Gülçiçek gelinlik içinde prensesler kadar güzel olmuştu.  Servet bey, bu kızın kollarını ve boynunu altınla doldurmuştu.  Böyle bir kız için ne yapsa azdı.
Evlendikten sonra, dünyanın en mutlu çifti olmuşlardı. Çocuklar, Gülçiçeğe ‘cici anne’ diyorlar, eteklerinden ayrılmıyorlardı.
Aysun hanım, çocuklarını ve Servet beyi böyle mutlu gördükçe bazan sevinçten bazen de içindeki burukluktan dolayı ağlıyordu.
Her zaman Allah´a hamd-ü senalar ediyor, böyle iyi bir insanı evinde görmekten mutluluk duyuyordu.
Bir gün, bir arkadaşı Aysun hanımı ziyarete gitmişti. Usulca eğilip. arkadaşına sordu: ‘Nasılsın, Gülçiçek`ten memnun musun? Sana iyi davranıyor mu? ‘
Aysun hanım, konuşamadığı için devamlı yanında kalem ve kağıt bulunduruyordu. Arkadaşına cevap olarak şunları yazdı:
‘Allah bu kız dan ebeden razı olsun. Çocuklarıma, evime çok iyi bakıyor. Yediriyor, giydiriyor…Ter temiz.
Benim altımı temizliyor. Ben daha ne isteyebilirim ki. Bunun hakkını ödeyemem.
Ama…….
Akşam olunca yan yana oturup, diz dize televizyon bakıyorlar ya… Konuşup gülüşüyorlar ya… El ele tutup odaya yatmaya gidiyorlar ya… Ben kahrımdan ağlıyorum. O kadar gücüme gidiyor ki… Anlatamam.
Bunu okuyunca yırt at.
Kıskandığımı anlayıp üzülmesinler.

Hatice Hantal
www.kafiye.net