Şoför Muhammed’in Büyük Aşkı
Boynu Bükük Menekşe’si

Geçtiğimiz hafta, cuma günü, Yiğit Başı Veli Ahmet Şemsettin Marmaravi Hz. mizi ziyaret ve ilaçla soygun ve katliam davama destek arayışı için gittiğim Manisa’dan döndüğüm akşam saatiydi. Veterinerden tedavisi bitmiş yavru kedimi almam, üstelik zaruri mutfak alışverişi de yapmam gerekiyordu.
Eve dönüş için aradığım genç taksi şoförünün yüzündeki derin keder, onca yorgunluğuma rağmen gözden kaçacak gibi değildi.
Yol üzerindeki karpuzcudan benim için karpuz seçmesini rica ettiğimde, seçeyim ancak ben hiç anlamam, ben meyve yemem deyişi de annesine küsmüş bir çocuk kırgınlığındaydı. Belli ki ciddi bir sıkıntısı vardı.

Aaa! Bu meyvenin bolluğunda niçin yemiyorsun? Sen de çay-sigaracısın o halde diyerek konuşturma yolunu açtım. Evet cevabından sonra sigaranın zararı, ona verilen parayla bol meyve yemenin güzelliği öğüdüme, haklısınız ancak benim için şu an mümkün değil, benim derdim çok büyük diyerek daralmış yüreğindeki acısını dökme ihtiyacını ifade etti. Hayırdır, ne derdin var evladım sorumla da ağlamaktan beter, hüzün sağanağı bir halle derdini anlatmaya başladı.

Bu esnada aklımdan Sabri Tandoğan hocamın, ben sadece beş dakika yolculuk yapacağım bir taksiye bindiğimde dahi, acaba bu taksici için nasıl faydalı olabilirim diye düşünürüm, muhteşem insanlık örneği cümlesi geçiyordu…
Genç taksici, ümidini yitirmiş bir aşık çaresizliği içinde üç yıl önce evlendiği ve ertesi gün boşanmak üzere mahkemeleri olduğunu söyledi. Üzüntüsünden eşini ne çok sevdiği, boşanmak isteyenin kendisi olmadığı çok bariz anlaşılıyordu. Sorun neydi evladım, sana zulüm mü ediyordu yoksa, üzülme öyle ise tesellime verdiği cevap yaşadığım duygu sağanağını hepten coşturdu.

Bizimki çok farklı bir şey anne diyerek devam etti anlatmaya. Meğer çok sevdiği eşi anne babası ayrılıp başkalarıyla evlendiği için yetiştirme yurduna verilmiş, yurtta kalma yaşı dolunca da şoför gençle evlenmiş öksüz-yetim bir boynu bükük imiş.
Çok aşikar olan sevgi dolu bir eşe ve üstelik anne babasının da kızımızsın diyerek bağırlarına basmış oldukları halde; çocukluğunda hiç yaşayamadığı mutlu aile ortamı yaralarını deştiği, anne özlemini körüklediği için belki, ben boşanmak, özgür olmak, anneme gitmek istiyorum diye tutturmuş…

Teselliye söz bulamadığım, şoför gence mi, mutluluğu hazmedemeyecek derecede aile özlemi açlığındaki genç eşine mi üzüleceğimi bilemediğim anlarda duyduklarımla, baştan beri dolu dolu olan gözlerim dayanamayıp incilerini dökmeye başladı.
Genç adam, ertesi gün kendisini boşayacak, terkedecek olan eşini anlayabilmeye çalışıyor, ne insanlar var, içip içip karısına eziyet, hakaret ediyor, onlar bile terketmiyorlar. Geçen gün ceza evinden bir müşteri aldım, beş yıldır beklemiş eşi, evimin direği, kocam deyip ağlayarak boynuna sarıldı diyerek kendi talihsizliğine kahrediyordu.

Eşinin aile hasretiyle yetiştirme yurdunda büyümüş, aile ortamının yaralarını deşmiş olmasının asıl sebep olabileceği gibi sözlerle teselliye çalışırken genç adam; vallahi anne ben elimden geleni yaptım, otobüs biletini alırım, cebine bir süre yetecek harçlığını koyarım, hatta ona verdiğim şirketin hattı olan telefonumu da dört ay daha kullanmaya devam etsin, daha da birşey yapamam insanlık örneği sözleriyle; aynen kendisini terkedeceğini hissettiği çok sevdiği eşinin ayakkabısı içine bütün parasını ve gittiğin yerde kendini ezdirme muhteşem notunu koyan büyük ozanımız, Aşık Veysel’imiz gibi Adem’liğini, adam gibi adamlığını sergiliyordu…

Duygu sağanağında yüzerken, yaralı, hasta yüreğimi onikiden vuran, insanlık ve Aşk adına umutla dolduran, taşkın çaylar gibi coşturan muhteşem cümlesi acıyla döküldü dudaklarından genç şoförün. “Üzüntüm, acım birşey değil anne, bir zalimin eline düşer diye çok korkuyorum!..”

Artık ne desem yetersiz, kelimeler kifayetsizdi. İçinde bulunduğumuz ahir zaman hengamesinde bunca insanlık örneği yanında, heves olmadığı için üç yılda bitmemiş, gerçek aşkın varlığı hazine değerindeydi…
Gözyaşları içinde hayır dualar ve örnek davranışı için onure ederek teselliye çalışırken evime yaklaşmıştık. Son cümle olarak, güzel evladım benim, çok güzel düşünmüşsün, sana son bir güzellik önerim olacak. Eşinle vedalaşırken ona, eğer pişman olursan ben buradayım, bekliyor olacağım dermisin dedim. Acı içindeki yüzü iyice buruştu, yok anne, o kadarını yapamam dedi. Bence yapabilirdi. Benim kırık gönlüm o boynu bükük, neye ihtiyacı olduğunu bilemeyen genç kadının böylesi insan, aşık eşi terkettiği için pişman olacağını söylüyordu. O esnada aklımdan, koyu bir radyo sevdalısı, radyo çocuğu olmam sebebiyle radyodan dinleyerek çok sevdiğim şarkının sözleri geçiyordu…

“Pişman olurda bir gün
Dönersen bana geri
Gönül kapım açıktır
Çalmadan gir içeri
Sana sevgiler sonsuz
Henüz geç değil zaman
Gönül kapım açıktır
Çalmadan gir içeri”

Artık bu şarkı sözü yazarı gibi yüce gönüller kalmadı mı acaba tedirginliği kırık gönlümü sızlatıyordu…

Az sonra yine hayır dualarla taksiden indiğimde kucağımda farkettiği yavru kediyi sevdi. Alışveriş poşetlerimi, yolda seçip aldığı karpuzlarımı da evimin kapısına kadar taşıyıverdi Allah razı olsun. Bahçedeki yavruları görünce duygulandı. Hepsi senin mi anne dedi. Sevgi- merhamet timsali gönül güzelliğini iyice ispatladı. Gönlümün tüm enerjisiyle en güzel dualarımı alarak, içini dökmüş olmakla bir nebze rahatlayarak veda etti. O akşam aklımda ve dualarımda isimlerini bile bilmediğim bu genç çift vardı…

Bir hafta sonraki, yine cuma günü, beş gündür bende olan anne- babamı Alaşehir’e, evlerine götürüp döndükten sonra, iki hasta yavru kedimi veterinere bırakmam ve Ankara’dan gelmiş olan bir kardeşimle buluşup Taptuk Emre – Yunus Emre türbesine ziyarete gitmem gerekiyordu. Aynı taksiciyi çağırdığımın farkında değildim. Evet, aynı kara yağız gençti ancak bu kez yüzünden kederler akmıyor, tam tersi adeta güller saçılıyordu. Mutlu olmasından aldığım cesaret ve merakla ne yaptınız, mahkeme oldu mu dediğimde bu kez sevinçle anlatmaya başladı genç adam.

Evet anne, boşandık, ancak bu sabah döndü. Aynen senin dediğin gibi pişman olmuş eşim, annesine giderken yol boyunca ağlamış. Ona verdiğim telefonla bir sayfa mesaj döşenmiş bana. Beni çok sevdiğini, kaybedince değerimi anladığını, hemen dönmek istediğini yazmış derken gördüğüm dünyanın en mutlu adamıydı. Ve bu mutluluk gösterdiği insanlık örneği davranışla onun eseri ve inşallah sonsuza dek hakkıydı…

Oraya kadar gitmişken üç beş gün kal, annenle hasret gider sonrada bir daha bizi böyle üzmemek şartıyla dön demiş eşine aşık adam, hakiki Adem...

O beş gündür hasta anne- babaya hizmet, yavru kedilere bakım, şifa arayışı gibi hayırlarla dolu cuma gününde, üstelik Ankara’dan gelmiş kardeşime de şifaya vesile olmuş olmanın sevinciyle, yasaklar nedeniyle uzun zamandır ziyaret edemediğimden çok özlediğim Taptuk Emre – Yunus Emre türbesine gidecek olmanın heyecanı içinde aldığım bu sevinçli haber, insanlık adına, aşk adına deli gönlümü zapdedilemez derecede coşturdu. O akşam üzeri türbede yaşadığım aşk dolu anların, hatta dönüşte bütün gece devam eden, yatağa bile giremediğim duygu sağanağının, engellenemez yüksek enerjinin bir sebebi de buydu.

Sevincimi ve daim olması hayır dualarımı ilettiğimde taksiden inme vakti gelmişti. Çabuk eşinin adını söyle bana dediğimde öyle bir “Menekşe! “dedi ki o güzel çiçeğin güzel adı hiç bu kadar güzel, içten söylenmemiştir eminim. Kendi adını da söyle dedim devamında. Muhammet dedi.

Adı güzel, kendi güzel sevgili peygamberimizin, Muhammed’imizin adıyla şereflendiği gibi, ahlakıyla da süslenmiş olan bu güzel genç adamla defalarca karşılaştıran yüce Rab’bimiz, içinde bulunduğumuz ahir zaman hengamesinde çok ihtiyacımız olan bu güzel örneği de yazmamı murad etmişti illa. Ve yazımın adı belli olmuştu. Şoför Muhammet’in büyük aşkı, boynu bükük Menekşe’si…

Her iki cihan saadeti olsun. Sayıları artsın. Hayatı hırsları, egolarıyla kendileri ve aileleri için cehenneme çevirenlere örneklikle hayra vesile olsun. Amin Ya Rab’bi!..



Adevviye Şeyda Karaslan
20 Temmuz 2020
www.kafiye.net