Kategoriler

Arşivler


Tarih 23 Nis 2015 Kategori: Onur BİLGE

İLÂHİ GÜZELLİK

İLÂHİ GÜZELLİK

Allah’ın Cemali vurdu da vurdu 
Yaprak yandı çiçek yandı dal yandı 
Yalımı evreni sardı kavurdu 
Toprak yandı böcek yandı bal yandı 
Durak yandı göcek yandı lal yandı

Kıvılcımlar döne döne can buldu 
Taş canlandı can taşıyan kan oldu 
Dünya denen çift kapılı han doldu 
Burak yandı binek yandı yol yandı 
Merak yandı mercek yandı kul yandı

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 20 Nis 2015 Kategori: Gürhan OLCAYTÜRKAN

GİDEMEZSİN

GİDEMEZSİN

Ne çok ayrılır olduk son zamanlarda, 
Ne çok yalan girdi temiz sevdamıza, 
Ne çok suskun saatler eşlik etti geceye, 
Sabaha ne çok ihanetler kaldı geceden.

Ne garipmiş sevdayı ölümüne yaşamak..Ne garip aşk ateşi için kendi kendinle tezatlara düşmek..An gelir kapıyı çarpıp dönmemecesine meçhule gitmen gerekirken… Sevda seni hapsetmiştir bir kere istesen de eşikten geçemezsin… Gidemezsin… Yüreğinde ihanetin kemirici diş izleri… Yüzünde kızgınlığın kor ateşi…… Beynin içinde gitmekle kalmak arası, sevdayla ihanetin muhakemesi… Kızgınlık anlarında yüzünden sertçe süzülen masum gözyaşları… Mantıkla yürek arası… Gitmekle kalmak çabası… Acı verse de ihanetin belgesi, yaşarken öldürse de gördüğün gerçek olmasını istemediğin gerçekler… Küçük yürek bir daha suskun kabullenir sevdasını… Unutmaya çalışır kendini kanatan acısını… Başaramaz unutmayı ve dört elle sarılır kaybettiğine… Belki bir umut kazanırım diye mutsuz sevdasını… Kurak yürekte belki kalmıştır kökten bir parça sarmıştır onu terk etmemecesine cılız bir dal… Dışarıda hep rüyalar…Hayal alemleri…Seraplar…Süslü dilden çıkan kelimeler.. İçerde gerçeğin kalp atışı… Sade içten kelimeler… Mum misali dibine ışık vermiyor cılız ışık… Katran karası geceyi aydınlatıyor ama titrek mum alevi… Kabullenmek beklide sevda adına gerçekleri görmemek… 
Yürek sesine inanmak… 
Göz kapakların kapandığı zaman gece uykuya kâbus dolu anlar seans seans o anlarda… 
Zoraki gülmeler… 
Gitmekle kalmak arası ince bir köprü… 
Bir ucunda sevdan…. 
Bir ucunda sevdana duyacağın özlem…
Gürhan Olcaytürkan
www.kafiye.net


Tarih 20 Nis 2015 Kategori: Nazlı Saraç ORAK

Bayramlar Çocuktur En Çok

Bayramlar Çocuktur En Çok

Merhaba sevgili okurlar,
Çocuklar gülen yüzümüzdür.
Asık suratlı büyüklerin içinde öldürdükleri suretleri taşırlar masum yüzlerinde.
Kötü düşünce ve önyargıyla yaklaşmazlar ilk tanıdıkları kişilere.
Mesela hiç bir çocuk arkadaşına memleketini sormaz.
Bir odaya her ülkeden bir çocuk koysanız kısa sürede birbirleriyle iletişime geçip oynamaya başladığını görürsünüz.
Onların dünyası toprakla sınırlanamayacak kadar büyüktür.
Bu yüzden bayramlar çocuktur en çok, masum, coskulu ve sevinçli.

Bu hafta kutlayacağımız Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının tarihine göz atalım istiyorum sizinle kısaca…
Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dünyada kutlanan tek çocuk bayramıdır.

23 Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisinin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilan ettiği tarihtir.
1 yıl sonra, yani 23 Nisan 1921 günü TBMM aldığı kararla 23 Nisan’ı Milli Bayram ilan etmiş, böylece 23 Nisan ülkemizin ilk milli bayramı olmuştur.
Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu) yetim çocuklara gelir elde etmek için 23 Nisan 1923 tarihinde bu günü ”Çocuk Günü” ilan etti.

Hazırladığı pul satışları ve esnafların o günkü gelirlerinin bir kısmını cemiyet çocuklarına bağışlanması talebiyle duyurular yaparak, yetim çocuklara gelir arttırımı sağladı.
1 yıl sonra Cemiyet ”Çocuk Günü”nü ”Çocuk Bayramı” olarak ilan etti.
Böylece 23 Nisan hem Meclisin kuruluş ve Ulusal Egemenlik Bayramı hem Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlandı.

Çocuk Bayramı ilk kez Mustafa Kemal Atatürk’ün himayesinde 1927 yılında şenlik ve etkinliklerle kutlandı.
1929 yılında tüm yurtta kutlanması ve yaygınlaşması amacıyla 23 Nisan – 30 Nisan çocuk haftası ilan edildi.
Himaye_i Etfal Cemiyeti’nin ilan ettiği Çocuk Bayramı 1933 tarihinde resmi tören olarak kutlanmaya başlandı.
Atatürk bu tarihten itibaren her yıl 23 Nisan günü çocukları makamında kabul ederek, makamını çocuklara devretme törenini başlattı.
Bilindiği gibi bu gelenek hala devam etmektedir.

1980 yılında TRT diğer ülkelerden çocukları davet ederek 23 Nisan’ın uluslararası kutlanmasını sağladı.
Bu yıllara kadar ”Ulusal Egemenlik Bayramı” ve ”Çocuk Bayramı” aynı gün olmasına karşılık ayrı kutlanıyordu.
1981 yılında 23 Nisan Günü, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak ilan edildi.
Yurdumuzda her yıl diğer ülkelerden gelen çocuklarla çoşkuyla kutlanan 23 Nisan Dünya kamuoyunda ilgi ve takdir görmektedir.

Bize böylesine anlamlı bir bayramı armağan ettikleri için başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere devrin devlet adamları ve Himaye_i Etfal Cemiyeti yöneticilerini saygıyla anıyorum.

 
Kutlu olsun 23 Nisan
Çocuklar mutlu ve umutlu
Nazım’ın dediği gibi
Şeker de yiyebilsinler…

 

Nazlı Saraç Orak (Naz’ca)
www.kafiye.net


Tarih 20 Nis 2015 Kategori: Sümeyye Hatun TİK

BABA YADİGARINA BABA AŞKIYLA KARŞILIK VERMEK

BABA YADİGARINA BABA AŞKIYLA KARŞILIK VERMEK

 1997 yıllarıydı.O zamanlar Düzce’nin Çamlıca Beldesi’nde zor şartlar altında bizi büyüten ailem,öğrenim gören ben 60 yıldır süren bir meslek aşkının kıvılcımına şahit oldum. Kıt kanaat geçindiğim gelecek hayalimi kalem kokan ellerimle bir kez daha süslediğim okulumdan yine efendi, akıllı öğrenci üslubuyla ağır adımlarla eve geldiğim sıralarda burna Esma Sultan’ımın yeeklerinin kokusu ilişti.

Babam çini dükkanından daha gelmemişti. Sofradakonuşmaya başladım validemle. Babamın gece uyumadığıı sabaha kadar çömlekleri çiniyle süslediğini söyledi. 40 yaşlarındaki yaşlı babam el emeğini yemeğe, suya tercih ederdi. Nedir bu meslek aşkı? Babam bu mesleği 20 yıldır yapıyor. Hekim İbrahim Bey artık göz sağlığının bozulması nedeniyle çiniciliği bırakmasını istemişti. Sol gözü yüzde 20, sağ gözü yüzde 50. İhtiyar babam o gün eve sinirle gelmişti.” Neymiş bırakacakmışım” diye söyleniyordu.

Dedim ya 13 yaşındaydım. Babam 97’de bırakmadı çiniciliği. O işine aşkla bağlıydı. Ben şimdi 30 yaşındayım. Sizce babam hala devam ediyor mu dersiniz? Babam ve çok sevdiği mesleği…  Onları ayıran tek peroblem babamın kör gözleriydi. Babamın geçmişten beri sakladığı, satmaya kıyamadığı koca bir çini sanatını tüm ihtişamıyla anlatandükkanı, güzel sanatlar lisesinden mezun olup iki üniversite bitirip baba yadigarına baba aşkıyla karşılık ve ren kızı yani hikayemin baş kahramanı olan ben şu anda babamın emeğini sergileyip turistlere yerel halkın gelecekte bu sanatlara ilgi duymamanın sanata ve sanatçıya haksızlık olduğunu söyleyip geçmiş nesilin unutulmasının ileride gelecek nesil tarafından şimdiki neslin unutulacağını savunuyor. Babam ve babam gibi mesleğine göz çürüten el sanatları ustalarının haykırışlarını koca şehre duyuruyoruz   

 

Sümeyye Hatun TİK
www.kafiye.net


Tarih 19 Nis 2015 Kategori: Hanife KÜÇÜK

KÖR KUYULAR

KÖR KUYULAR

Dipsiz kör kuyulara atılacak biriyim
Yürek nedir, 
Sevda nedir,
Aşk nedir, 
Belki de şeytan işidir
B öyle kalleşçe dibe vurduran kimdir
Vay be diyorum 
Şeytana şapka çıkarıp alkışlıyorum 
Olanlara akıl sır erdiremiyorum
Tarifi imkansız dayanılmaz haldeyim

Uzak durayım derken dalmışım badozlama
İncinirim derken, 
Vuruldular hançeri ta sol yanımda
Gel de şimdi
Güle oynaya yaşa, Yaşayabiliyorsan
Bu defa kör kuyulara düşmüş gibiyim

Alışmıştım yalnızlığa
Gidiyordu işte öyle estek köstek 
Ne istedin benden?
Her şeyimi alt üst edip mahvederek
Bitmez artık ben de gözyaşı elem dert
Neden yaptın bunu bana?
Nerden çıktın karşıma, 
Bin bir diller dökerek

Şiddetinden sarsılmış, 
Sevdasından yaralı yürek
Hadi, 
Al hançeri eline
Bana inat hala, Seni seven
Gel , gel sevgilim gel, 
Gel de bu kalbi yerinden sök
Olmaz sa, 
Yetmedi mi
Kör kuyunun üzerine
Sağlamından şöyle
Bir de beton dök.

Hanife Küçük
(hicaz şarkılar)
www.kafiye.net


Tarih 19 Nis 2015 Kategori: Mücella PAKDEMİR

AK GÜVERCİNİM

AK GÜVERCİNİM

Maviliklerden süzül gönlümün efkârına 
Sen olmadan bu şehrin tadı yok güvercinim
Geleceksen bugün gel; belki çıkmam yarına;
Kanatlarına aşkı takıp ak güvercinim

Öyle bir güzel gel ki kıskansın seni Leylâ 
Vedalaş Zühre ile, helalleş dolunayla
Cuma vakti semada çınlayan gür salâyla
Mest et gonca gül gibi kokup ak güvercinim

Al ipekten kuşak sar incecik, narin bele 
Düş bulutu tüllerden bembeyaz duvak ile
Tacınla, tahtınla gel; eller değmemiş ele
Taze, kızıl kınalar yakıp ak güvercinim

Sadece sen devasın onmaz yürek ağrıma
Hasretinle kavrulan, kor ateşten bağrıma
Çağılda, gel ne olur, kulak verip çağrıma
Pirüpak sular gibi akıp ak güvercinim

Kaderimsin, yazımsın; sana çıkıyor her yol 
İçimdeki boşluğa, lütfet, endamınla dol 
Bahtıma saadeti müjdeleyen şimşek ol 
Geceme ışıltılar çakıp ak güvercinim

İste; atların şahı bir Burak göndereyim
Kırk gün, kırk gece toyla üstüne bindireyim
Etrafında âlemi semazen döndüreyim
Cenneti gör kalbime bakıp ak güvercinim
Mücella Pakdemir

SABIKALI ŞAİR – şiir kitabımdan
www.kafiye.net


Tarih 19 Nis 2015 Kategori: Leyla AKSOY

EN UZUN YOL HAYATTIR

EN UZUN YOL HAYATTIR

 

En uzun yol hayattır,
Zor olansa o yolda dimdik durmaktır!
Kimi zaman engebe,
Kimi zaman sevinç, neşe
Önemli olan bu yolda yer almaktır!

En uzun yol hayattır,
Yaşamaksa yetenek.
En büyük sevgi aşktır,
Aşka sahip olmaksa büyük yetenek.

En uzun yol hayattır,
Hayat çzigisini çize bilen,
Yaşam içerisinde mücadele eden,
Her insan bir sanatkârdır.

 

Leyla AKSOY
7/B sınıfı
Uluğbey Ortaokulu – Karabağlar/İzmir

EN YAKIN İLİM DOSTUNDUR

 

En yakın dostun ilimdir,
Dümanınsa cahillik.
En yakın dostun eğitimdir,
Hedefinse başarı.

Sevenin yoksa sığındığın ilimdir,
Sevenin çoksa aradığın ilimdir,
Her daim ilime sığın,

En yakın dostun olsun ilim,
İlimle attığın her adım,
Her daim dünyadaki hedefin;
İlim olsun en büyük servetin.

 

Leyla AKSOY
7/B sınıfı
Uluğbey Ortaokulu – Karabağlar/İzmir
www.kafiye.net


Tarih 19 Nis 2015 Kategori: Hatice Eğilmez KAYA

Halimize Acır

Halimize Acır

Karanlık bir gecenin içindeyiz
Rabb’im yücelerden indirir bizi
Can sonsuza dek yaşar alemde
Ten ayaksız ata bindirir bizi

Gittiğimiz yerden haber sormayız
Ömrümüzce toprakla eyleniriz
Gerçekte toprağın ta kendisiyiz
Dünya hiç yormadan döndürür bizi

Sonsuz bir evren gülümser durmadan
Kula rahat yok menzile varmadan
Derviş ayrılmaz Rabb’e sevdadan
Hak aşkın narında yandırır bizi

İçi nur dışı nur ezelde gördük
Nurdan bir varlığa biz gönül verdik
Merhameti zamandan elbet büyük
Halimize acır söndürür bizi

Saat ve dakika birer bilmece
Gece ile gündüz her dem nöbette
Alemin sırrını Rabb’im bilmekte
Zaman masalıyla kandırır bizi…

Hatice Eğilmez Kaya.
www.kafiye.net


Tarih 19 Nis 2015 Kategori: Hatice Eğilmez KAYA

Halim Selim Kıraathanesi

Halim Selim Kıraathanesi

Hatice Eğilmez Kaya

“Sevgili babam emekli memur, kıraathane sahibi Mustafa Eğilmez’in ömrüne bereket. Bütün iyi babalar gibi.”

Hey dost, dünya artık daha hızlı dönüyor. Kimi düşüyor kimi ayakta kalıyor bu hızda… Şu bizim Halim Selim Kıraathanesi var ya, orada hayat tam da eskisi gibi. Daha yalın, daha temiz ve çok daha manalı…

Her gece yatsıdan hemen sonra yatar, her sabah ezandan önce uyanır, yola koyulur Halim Selim Kıraathanesinin sahibi, emekli memur Sadullah Bey. Kıraathanesinin adı gibi sakin ve mülayim bir adamdır o. Öfkelendiği, kem söz söylediği, ona buna garez ettiği hiç görülmemiştir. Eskimiş, ayakta dahi zor duruyor izlenimi veren bisikletiyle gider gelir işine. Şafak henüz sökmeden, gün kırmızı gülümsemesiyle şehri aydınlatmadan, alaca karanlıkta yollardadır. Eviyle kahvehanesinin arası bisiklet hızıyla beş dakika sürer. Koskocaman şehrin neredeyse tümünün uyuduğu saatlerde onu ve bisikletini sadece bir kez gördüm. İnanılmaz bir tabiat olayı gibi seyrine doyamadan üstelik.

Sadullah Bey’in eşi vefat edeli neredeyse dört yıl olacak. Eşinden söz edilirse hâlâ gözleri buğulanır. “Ben ona küstüm. Ahdimize uymadı, beni zamansız terk etti,” der. Halbuki cahil bir adam değildir ki mukadderattan habersiz olsun. Gelmek de gitmek de kaderin tecellisini, en belirgin hissettirdiği kapılardır. Bu kapılar açıldığında durmak hangimizin elinde?

Bugünlerde oldukça ufak tefek bir endamı olan Sadullah Bey gençliğinde zayıf, esmer, orta boylu bir adamdı. Çocukken kendi cüssemin küçüklüğünden midir bilmem gözlerime dev gibi görünürdü. Gençlik yıllarımda ise onun usul boylu olduğuna karar vermiştim. Aslında belki de bu çok sevdiğim adamın dış görünüşü üstüne derinlemesine düşünmemiştim hiç. Sadece tıpkı şimdiki gibi iyi olan kalbini görürdüm onun. “Dünyanın en iyi babası kimdir?” diye sorsalar, hiç tereddütsüz “Sadullah Bey’dir,” derdim ve derim. Bir kız çocuğu için baba ne kadar da önemlidir. Ya ömrü boyunca göreceği her erkekte babasının özelliklerini arar ya da zanneder ki her adam babasına benzer. Bu yüzden babaları iyi adamlar olan kızların bir yanları hep safiyane kalır.

Nereden mi bilirim Sadullah Bey’i? Kızı ile çocukluğumuzdan beri arkadaşız. Onunla ne zaman tanıştığımızı bilmem. Sakin, oldukça dalgın, kafası hep başka yerlerde bir kızdı. Bazen karşısındakini dinlerken öyle bir bakardı ki anlatılanların zerresi ona değmedi zannederdiniz. Şimdi de aynı apartmanda oturuyoruz. Dünya hali, eskisi kadar görüşemesek de ara sıra bir kahve içimi sohbetimiz devam ediyor. Konuşurken kuşlar gibi şakır, hiç kimseyle kavga ettiği veya tartıştığı görülmemiştir. Karşılaştıkça Sadullah Bey’i sorarım. “Çok şükür sağlığı yerinde. Gençliğinde anlayışlı olan yaşlılığında da anlayışlı oluyor. Hiç mi şikayet etmezsin halinden? Hak ettiği kadar ilgilenemesem de benden bile memnun.” der.

Nasıl ki Halim Selim Kıraathanesinin sahibi ismine benzerse müdavimleri de sahibine benzerler. Sabah namazından sonra bir araya gelen, namaz vakitlerinde camiye giden, belirgin aralıklarla evlerine çekilip dinlenen, akşam ezanından kısa bir süre önce dağılan, üç aşağı beş yukarı Sadullah Bey’in yaşlarında birkaç ihtiyar… Yan yana oturdukları sandalyelerden, etrafında toplandıkları eskimiş örtülü kare masalardan sahile vurmuş deniz kabukları gibi dingin bakarlar hayata.

Birkaç hafta önce kıraathanenin önünden geçerken, bir kadın şarkıcının hızlıca bir tempoyla şakımasını işittim. “Yola çıkmış arıyorum kaybettiğim aşkımı. Sakın bana ümit verme seveceksen başkasını.” Kulaklarımda eski taş plakların hafif hışırtılı sesine benzer bir ses yankılanıyordu. En çok sevdiğim şarkılardandı söylenen. Azıcık duraksadım. Sadullah Bey arkadaşlarıyla insanın içini ısıtan ılık ikindi güneşinin altında sohbet ediyordu. O meşhur bacak bacak üstüne atarak oturuşunu gördüm ilk önce. Sonrasında bakışlarım esmer çehresine yaraşan koyu kahve gözlerine takıldı. Sarsıntısız fakat keskin, şahsına münhasır el işaretiyle beni yanına çağırdı. “Çırak tavşankanı, sıcacık bir bardak çay doldursun da iç. Sıkılma sakın, sen de benim kızımsın,” dedi. Kadim bir mahallenin kıdemli bir çocuğu olmak böylesine ayrıcalıkları beraberinde getirir. Yine de daha rahat edeyim diye sandalyemi kıraathane ile yandaki market arasında bir yere hazırladı Sadullah amcam. Elimde halim selim, kibar ve ince belli bir bardak, bardağın içinde öyle erkansızca içmeye kıyılmayacak güzellikteki çay. Tatlı terennümlerle tekrar edildikçe ruha dolan “ikimiz bir fidanın güller açan dalıyız” nameleri… Değmesindi hiç kimse keyfime.

Hayat toz pembe çehresiyle gülümsemez ya her zaman bize. Onun bir de koyu nefti bir yüzü vardır. Kaşlarını çattığında sanki bir daha hiç sabah olmayacak yanılgısına kapılırız. Karabasanlarla dolu bir düşe dalmışız, birbirinden korkunç hayaletlerle çevrilmiş bir sokakta kaybolmuşuz gibi bir hisle dolar kalplerimiz. Oysa ömrümüz kadar gelip geçicidir kalplerimizi kavuran bu yanma hali. Halim Selim Kıraathanesinin yaşlı tayfası kim bilir kaç kez hayatın tozpembe ve nefti yüzüyle karşılaşmış, bunların ikisinden de hemen hemen geçmiş gibidirler. Yine de günlük hayatın çığlıklarına kulak tıkayamazlar.

Gürültüsü sokağa dahi taşmayan kıraathanenin önünden geçerken bazen, “İçeridekiler ne konuşuyorlardır acaba?” diye düşünürüm. Bir yandan da göz ucuyla Sadullah Bey’i kolaçan ederim. Tahminim odur ki ayaklarım yavaşlatılmış adımlarla karşı kaldırıma basarken, “Hükümet bu kadar yolsuzluktan sonra görevden ayrılmalı” diye isyan eder yaşlı adamlardan birisi. Diğeri, “Yahu kardeşim, neden istifa edeceklermiş. Onlara oy verenler ölmemiş! Üstüne evet mührünü bastığımız partiyi kimseye yedirmeyiz.” der. Her kafadan bir ses çıkar sonra. Sadullah Bey ortamın gerilmesinden duyduğu endişeyi dile getirir. Tartışmanın heyecanıyla gerilmiş olan yüzler tatlı birer tebessümle yumuşar.

Kıraathanenin önüne konmuş sandalyelerde sigara tiryakileri zararından emin oldukları en az kırk yıllık ahbaplarıyla kaçak göçek sohbet ederler. Ciğerlerinden süzülen dumanlar yoldan geçen arabaların egzozlarına karışır, bir yandan etrafı seyredip, bir yandan havadan sudan, hastalıklarından, çocuklarından, torunlarından konuşurlar. Bu konuşmaların bazısı serzeniş, bazısı şikayet, bazısı böbürlenmeden ibarettir. Fakat her biri başkalarıyla paylaşılmanın verdiği o tuhaf ve buruk tada sahiptir. Yakın gözlükleri burunların üzerine düşürülür, okunan havadislerle bezenmiş özel tasalar ülkenin genel gidişatına dair endişelere dönüşür. Hayat ırmağı sonsuzluğa doğru gerçekleşen en yavaşlatılmış akışını belki de burada sergiler. Neredeyse yakalanacak hiçbir hevesin kalmadığı gönüller aheste adımlarla yürür de yürür.

Halim Selim Kıraathanesinde konuşmalar dış âlemlerden çok iç âlemlere doğrudur. Burada her söz hem söyleyenin hem dinleyenin zihninde suya atılmış taşlar gibi halkalar oluşturur. Yoldan geçenlerin yüzlerine bu soyut ve mecazi halkaların serinliği vurur. “Bizim hanım evde beni istemiyor inan olsun” der yetmişini devirmiş bir adam. Arkadaşı kafasını aşağı yukarı sallar. “İnandım,” manasına gelir bu kafa sallayış. Aynı zamanda “Sen mi ben mi?” diye sormaktır. İçinden de olsa, “Yahu önceden kahveye gitmem yasaktı. Bizimki, hafta sonlarında bütün şehri fır döndürürdü. Gezelim de gezelim. Akşamları o komşu senin bu komşu benimdik. Ya onlar bizde ya biz onlarda. Emekli olduktan sonra bir haller oldu. Sen bütün gün evde mi oturacaksına döndü sohbetler. Neyse canım serde yılların kahve özlemi var. Sadullah Bey de sağ olsun kahve sahibi değil de bizden biri gibi. Günler nasıl geçiyor bilmiyor insan.” demektir.

Yıllar mevsimleri, mevsimler ayları, aylar haftaları, haftalar günleri ve günler saatleri dörtkenarı yıpranmış bir heybeye doldurup götürürken ömür iplerimiz önce incelir, sonra kopar. Bizden dünyaya hava boşluğunda dolaşan kimi hoş kimi nahoş sedalarımız kalır. Sonra zaman adını verdiğimiz delişmen bir rüzgar, umursamaz nefesiyle hiçliğin helezonlar çizen girdabına onları da savurur. İyi insanlar, hep o iyi insanlar varlığımızın gerçek nedenini hatırlatırlar bizlere. Ezber edip unuttuğumuz cümle hakikat gibi genetik belleğimizde saklanır hatırlatılanlardan arta kalanlar. Halim Selim Kıraathanesinin, sahibinin ve müdavimlerinin sükunetleri de böylesi bir mirastır işte.

Hatice Eğilmez Kaya
www.kafiye.net