AĞLAYAN GÜNLÜK

Bir öğrencinin gelip, beni alması, incilerini sayfalarıma, içini bana dökmesi umuduyla bekliyorum kırtasiye tezgâhında. Güler yüzlü, temiz giyimli bir çocuk, kırtasiye kapısına doğru yaklaşır ve kapıyı ileri itmesiyle kapı açılır. Tezgâhtara doğru yaklaşır, ona bir şeyler sorar, tezgâhtar da ona parmağıyla, günlüklerin bulunduğu tezgâhı işaret eder. Benim bulunduğum tezgâha doğru yaklaşır, beni eline alır ve çocuğa uzatır.Çocuk kapağımı inceler, yapraklarımı karıştırır. Sonra cebinden biraz bozuk para çıkarıp, saymaya koyulur. Üzgün bir şekilde, parasının yetmediğini söyleyip, kırtasiyeden çıkar.

Çocuğun elleri arasındayken, kendimi sıcak bir aile ortamındaymışım gibi hissettim.fiimdiyse kendimi boş bir kutuymuşum gibi hissediyorum.Yoksa, sonsuza kadar burada, bu tezgâhta mı kalacaktım?Hiç kimse sayfalarıma içini dökmeyecek, benimle dertleşmeyecek miydi?Hiçbir zaman sayfalarımın ilk satırına “sevgili günlük” yazılmayacak mıydı?

Kırtasiyenin kapısı tekrar açıldı. içeri giren çocuk 8-9 yaşlarında var.Tezgâhtara pahalı bir günlük istediğini söyledi. Tezgâhtar bana doğru yöneldi, beni almasıyla çocuğun eline vermesi bir oldu. Sanki benden bir an önce kurtulmak istiyordu. “Al şu günlüğü, götür buradan, sabah akşam inileyip duruyor, başımı ağrıttı.” diye çocuğa şikâyet mi ediyordu beni acaba?

Çocuk, beni aldı, çantasına koydu.Kırtasiyenin kapısından çıktığımız anda, sevinç naraları atıyor, özgürlüğün tadını çıkarıyordum.Mutluydum, çünkü bir sırdaşım vardı.

Sevincim kursağımda kaldı.Neden mi?Çocuk odasına girdiğinde, çantasındaki kitapları çıkarıp, yatağının üstüne fırlattı. Beni ise masanın üstüne koydu. Sayfalarımı çevirmeye başladı. Sandım ki, içini sayfalarıma dökecek.Ama nerdeeee!… Rastgele bir sayfada durdu, elindeki kalemle sayfamın üzerini karalamaya başladı.içim burkuldu, büyük bir hayal kırıklığına uğradım.Birkaç sayfa karaladıktan sonra, kapağımı kapattı, beni de diğer defter ve kitaplar gibi yatağının üzerine attı.

Aradan birkaç ay geçti, artık tüm sayfalarım saçma sapan yazılarla ve anlamsız karalamalarla dolmuştu. Yapraklarımın kenarları marul yaprağı gibi kat kat olmuştu. Sayfalarımın yarısından çoğu yırtılmıştı.

Çocuk her zaman yaptığı gibi, beni okul çantasından çıkarıp, yatağının üstüne fırlattı. Herhâlde beni saklar, yıllar sonra da kapağımı açıp, yıllar önce yazdıklarını okur diye düşünmüyorum.Okusa ne yazar, kendinden utanır herhâlde. Yıllar sonra okuyup, şu yılda şunları yazmışım, şunları yapmışım diyemez.

O da ne!Elinde uçlu kalem, kapağımın üzerine batırıp duruyor. Her batırışında yüreğim sızlıyor.Yapma!Ne yapıyorsun sen, canımı acıtıyorsun.Beni harap ettiğin yetmezmiş gibi bir de canımı mı yakıyorsun. Kalbimi kırdın, canımı acıttın acıtacağın kadar yetmez mi?

O sırada annesi çocuğu çağırdı.Çocuk beni de alıp, annesinin yanına gitti.Yanan sobanın yanına yaklaştı ve yapraklarımı koparmaya başladı. O anda çok korktum ve ağlamaya başladım.Ne olursun yapma!Atma beni kor alevlerin içine!Yapraklarımı koparma! Çöpe at, ama ateşe atma!Çocuk her yaprağımı koparışında, yüreğimden bir parça kopuyordu sanki.Sonunda yapraklarım bitti, son olarak kapağımı da sobanın içine atıp, sobanın kapağını büyük bir hızla kapattı. Alevlerin arasında yanıp, kül oldum.

Önce sayfalarımı, sonra yüreğimi kopardılar.

Güneş KAYACAN
www.kafiye.net