ÜZÜLMEMEK İÇİNDE

Gece siyah şalını sermeye hazırlanıyordu yine. Soluk da olsa küçük pırıltılar görünmeye başlamıştı üstünde. Kavurucu sıcağın yerini tatlı bir serinlik alıyordu. Bir nağme tutturmuş esip duruyordu rüzgâr. Barak havası gibiydi hüzünlü ve ağır. Yavaş yavaş bulutları gönderip gökyüzüne yıldızları ekmek ister gibiydi.

Kadın balkondaydı, her gece yinelenen bu güzelliği izliyordu. Huzurun yazmasını sarmıştı başına, kötülüklerden korunmak istercesine. Gök gürledi üst katta, az sonra sağanak başlayacaktı, biliyordu, hemen her akşam ıslanıyordu bu yağmurdan. Önce küfürler döküldü aşağıya, ceviz büyüklüğünde dolu taneleri gibi. Anason kokusunu taşıyordu acı veren parçalar düştüğü yerde çatladıkça. Midesi kalktı ayağa iğrenç kokusundan ama kalkamadı kendisi. Öfkeyle çivilenmişti sanki yerine. Üst kattan duyulan balyoz darbeleri miydi onu olduğu yere mıhlayan? Merak mıydı bağlayan? Değildi elbette, çünkü duyduğu seslerden mutlu olmuyordu, üzülüyordu.

Babasının sesini duydu çocukluğunun karmaşık tünellerinden. “ Ya üzersin, ya üzülürsün!” Annesini döverken ağlayan kızına söylemişti bunu. Haksızlık değil miydi, hep güçsüzler mi üzülmeliydi? Üzülmemek için güçlü olmak mı gerekliydi? Çocuk aklı başka bir yol bulamamıştı o zamanlar. Kız çocuğu için güçlü olabilmek kolay değildi, acılara sabretmesi gerekiyordu. Yok yere kavga çıkartmaya başlamıştı okulda, bazen yese de bazen de dövüyordu önüne geleni. Erkek Emine olmuştu lakabı, doğru düzgün arkadaşı kalmamıştı. Magazin dergilerini karıştırmaz, elbise giymez, makyaj yapmaz olmuştu. Güçlü olacaktı, okuldan aldığı disiplin cezalarına da aldırmıyordu artık. Evlenmek de istemiyordu, zaten kimse de onu istemiyordu. Güçlü olabilmek için çalışması gerekiyordu hem de ağır bir işte. Bir tamirhaneye girdi, kirlendikçe eli yüzü siliniyordu içindeki korkular. Güçlüydü artık, yalnız başına yaşayacak kadar, kimseye boyun eğmeyecek kadar. En güzeli dayak yemeyecek kadar…

Sadece evde geceleri kadınsı ruhunun etkisini hissedebiliyordu. Yıldızlara bakarken, rüzgârın sesini dinlerken… Ama üst katında başka bir güçlü ve güçsüz vardı bütün huzurunu bozan. Hemen her akşam olduğu gibi önce kapı tekme yiyordu, sonra kulaklar küfür, sonra kadın dayak…

Güçlü olmak üzülmemeye yetmiyordu artık, güçsüzlere de yardım etmesi gerekirdi. Aldı mutfaktan bıçağı çıktı üst kata, kapının sesine adam çıkmıştı, zira karısının o şekilde görülmesini istemiyordu. Zaten bilemezdi kendisinin de bir daha göremeyeceğini.

Yavaş yavaş geri indi evine, ellerinde adamın kanının ılıklığı vardı ama yakıyordu tüm bedenini nedense. Gökyüzüne baktı, ay utanmış gibi saklanmıştı bir bulutun arkasına. Karşı evlerin ışıkları sönerken birer birer bir çığlık düştü üst kattan vurdu gecenin bağrını.

“ Ben yapayalnız ne yaparım şimdi, ne yaparım?”

Afet İnce KIRAT
www.kafiye.net