SİGARADAN  FASILLAR

Ahmet Bey sabah erkenden uyanmış, balkonda sabah kahvaltısı için hazırlık yapıyordu. Sağlıklı, sağlam ve ayakta kalmak zorundaydı. Eşinden on bir yıl önce boşanmış, yalnız yaşıyordu. Sağlığına dikkat etmesi gerekiyordu. Beslenmesine çok dikkat ediyor. Allah ne verdiyse kahvaltısını, akşam yemeğini kesinlikle aksatmıyordu. İki kızı vardı. Ancak kızları babalarına kızdıkları için konuşmuyorlardı. Babalarına küsmüşlerdi. Ancak Ahmet Bey bunun nedenini de bilmiyordu. Öğrenmek için çok çalıştı ama asla öğrenemedi.

Ahmet Bey hiç belli etmemesine rağmen bu duruma çok üzülüyordu. İki kızı bir de henüz göremediği, büyük kızından Zeynep Toruna da sahipti. Ancak ne torununu, ne de kızlarını göremiyordu. İçin için ağlıyordu. Hani çisi çisi yağan, içten içe yağan yağmur misali için için ağlıyordu çoğu zaman. Ahmet Bey, her zaman bomba gibiydi ve arkadaşları, dostları onu her zaman bomba gibi biliyorlardı. 2008 yılı ağustos ayında geçirdiği sinirsel bir olay nedeniyle sinire bağlı yüksek tansiyon sahibi olmuştu. Sağlık nedeniyle doktorlar Ahmet Bey’e; çay, kahve, kafeinli maddelerden imal edilenleri, nescafeyi yasaklamışlardı.  Bunları kullanmıyor, bitki çaylarıyla sağlığını korumaya çalışıyordu.

Masaya hazırlamış olduğu bitki çayını getirdi. Domates, salatalık, bal, reçel, peynir, zeytini koydu. Bir dilim ekmek getirdi masaya. Artık beslenme zamanıydı. Tam sandalyeye oturdu ki, sabahın çevredeki çiçeklerle oluşmuş olan o mis gibi kokan havası sigara kokusuyla bir anda zehire dönüştü. Yakınında sigara içenler olmuş ve dördüncü kata katar sigara dumanı gelmiş, Ahmet Beyin genzini de yakmıştı. Ahmet Beyin yüzünü acı bir gülümseme kapladı. Ahmet Bey aslında yıllar önce sigarayı günde iki paket içerken bırakmıştı. Bu sigara dumanının kokusuyla çok eski yıllara gidiverdi düşünceleri. Dün gibiydi  o şubat tatili dönüşü okulda yaşadığı o ilk gün. Şubat tatili okula dönüşteki o ilk gün ona zehir olmuştu.

Ahmet, Lise  altıncı sınıfa gidiyordu. 1973 yılı şubat tatilinde Biga’nın sokaklarında bisikleti ile gezinirken sigara içiyordu. Bu gezintisini bayan coğrafya öğretmeni görmüş, okullar eğitime başladığı ilk günü bir dilekçe ile okul müdürlüğüne şikayet edilmiş, öğle tatiline yakın Ahmet okulun Md. Bşy. Sının odasına çağırılmıştı. Odaya girdi. Karşısında Md. Bşy, sı ve yanında iki öğretmen de vardı ayrıca bir kağıtta elinde sallanan md.bşy sının sert bakışları arasında:

– Oğlum Ahmet, hoş geldin.

– Hoş bulduk hocam.

– Oğlum, neden sigara içiyorsun? Sigara içmek yasak değil mi? Diye sordu. Bu arada md.bşy cısı sigara paketinden bir sigara
çıkararak yaktı. Ayağa kalktı. Tekrar sordu:

– Oğlum neden sigara içiyorsun? Bak hakkında sigara içtiğine dair dilekçe var önümde. Sana mı inanacağım, yoksa bu dilekçeye mi inanacağım?

– Hocam, ben okulda asla sigara içmem. Okul dışında sigara içerim. Benim sigara içtiğimi babam da, annem de bilir. Ben bu sigaraya küçük yaşta dayılarım ve amcam sayesinde başladım. Bana; “ Erkek adam sigara içer, hadi yeğenim iç bakalım şu sigarayı, erkek olduğunu göster.” diye diye sigara alışkanlığını kazandırdılar.

– Bak bir de bana cevap veriyor! Edepsiz adama bak! Neden sigara içiyorsun evladım?

– Hocam, yanlışınız var. Ben okul sınırları içerisinde asla sigara içmem. Okul sınırları dışarısında içiyorum sigarayı. İsterseniz üstümü araya bilirsiniz, dedi.

Bu söz üzerine Md.Bşy. sı  Ahmet’in üstünü didik didik aradı ve sigara
bulamadı. Bu arada Ahmet çok rahattı. İstedikleri kadar arasınlar, nasılsa her
gün okula gelirken takmış olduğu moda denilen ancak Ahmet için en güzel zula
olarak kullandığı kravata sakladığı sigaraları ve kibrit çöplerini bulmaları
imkanı yoktu.

Md.Bşy, kızgın bir şekilde;

– Otur şuraya. Al şu kağıdı ve kalemi, neden sigara içtiğinin savunmasını yaz.

Ahmet, kağıt ve kalemi aldı. Kağıttaki suçlamaları okudu. Sigara içtiği için savunması alınıyordu. Savunmasını yaptı. Savunmasını bitirince kağıdı Md. Bşy, sına verdi. Kağıdı alan Md. Bşy. Sı şöyle bir kağıttaki ifadeleri okuduktan sonra:

– Demek sigara içtiğini ailen biliyor. Sana sigara içtiğin için üç gün okuldan uzaklaştırma cezası verdik disiplin kurulu olarak.
Çarşamba gününden itibaren okula gelmiyorsun cezan nedeniyle. Ayrıca akşama babana da cezalı olduğunu ve okula gelmeyeceğini söyleyeceğim. Bundan sonra sigara içmezsin, bu sana akıllanmana yardımcı olur, dedi.

Ahmet, boynu bükük, verilen cezayı kabullendi. İşin ilginç yanı ise bu cezanın duyurulması sırasında içerisi sigara dumanı ile leş gibi kokuyor ve disiplin kurulu üyeleri de dahil sadece Ahmet odada sigara içmiyordu. Ağlayamıyordu, sinirden içi içini
yiyiyordu ama elinden de bir şey gelmiyordu. Daldığı bu durumdan Md.Bşy. sının kendisine sorduğu soru ile kendine geldi:

– Bundan sonra sigara içecek misin?

– Hayır hocam, içmeyeceğim.

– Seni bir daha sigaradan karşımda görmeyeceğim, dedi md. Bşy. sı ve Ahmet’in suratına birkaç tokat aşketti. Sonra tekrar;

– Oğlum, bir daha sigara içecek misin?

– Hayır hocam, dedi Ahmet.

Ancak verilen bu cevap yeterli olmamış olacak ki, sırtına birkaç yumruk yedi. Canı yanmıştı. Fakat elinden bir şey gelmiyor ve çaresizce disiplin cezası yanında dayak faslı da sigara içmesi sayesinde başlamıştı.

– Oğlum Ahmet, sigara içecek misin? İçmeyeceğine dair söz ver bana! Dedikten son iki tokat daha çaktı Ahmet’e Md. Bşy. sı. Bunun üzerine hiç beklenmedik cevap geldi.

– Evet hocam, bundan sonra da sigara içmeye devam edeceğim, dedi ki, birkaç tokat daha geldi suratına. Artık yüzü cayır cayır yanıyordu, sırtında da ağrı vardı. Bu kış gününde bu dayak sanki ona antrenman yapıyormuş gibi oldu.

Bu cevap karşısında sinirlenen ve küplere binmek üzere olan md. Bşy. sı elini havaya kaldırarak;

– Sigara içecek misin, içmeyecek misin? diye soru ve elini havaya kaldırdı.

– Hocam sakın o tokadı suratıma indirmeyin! Vücuduma yumruklarınızla, bacaklarıma da tekme atmayın!

– Ne yaparsın Ahmet?

– Size karşı savunma hakkımı kullanmaya karar verdim.

– Ne savunma hakkıymış bu?

– Ben savunma hakkımı kullanacağım. İsterseniz o tokadı bana indirin, sonrasına siz de katlanırsınız!

Bu beklenmedik karşılık verme karşısında Md. Bşy. sı havadaki olan elini yavaşça aşağıya indirdi. Odanın içerisinde bir şok havası olmuştu. Md. Bşy. sı masasına gitti, büyük bir sinirle yerine oturdu. Sigara paketinden bir sigara çıkarıp yaktı. Odadaki diğer iki öğretmen şaşkın şaşkın ne davranış yapacaklarını bilemiyordu. Bu verilen cevap yenilir yutulur bir cevap değildi. Sadece sessizce gelişmeleri izliyorlardı. Md. Bşy sı bir nefes çekti sigaradan;

– Bak Ahmet oğlum. Senin babanı çok iyi tanıyorum. Eğer babanı çok iyi tanımamış olsam, seni bana verdiğin cevaplar nedeniyle tasdikname ile başka bir okula gönderirdim. Sadece seni döverek bunu çözmek istedim.

– Hocam, eşek yerine, hayvan yerine konularak dayak yiyen benim. Okuldan uzaklaştırma cezasını yiyen de benim. Keşke bu
cezayı ve dayağı atmadan tasdiknamemi elime verseydiniz? Ben bu dayağı ve cezayı hak etmedim! Sigarı okulda içmedim. Ben sigarayı okul dışında ve üstelik şubat tatilinde içerken görüldüm ve şikayet edildim, dedi.

– Ahmet, çık şu odadan dışarı, seni ayaklarımın altına alıp gebertmeden önce! dedikten sonra büyük bir hışımla masadan kalktı, Ahmet’e doğru yürüdü.

Ahmet, odada fazla beklemenin zararlı olacağını anladı ve hemen odadan koşar adımlarla çıktı. Yüzü şubat soğuğunda cayır cayır yanıyordu. Sırtında da yediği yumruklar sızı veriyordu. Lavobaya gitti. Aynada yediği dayakların izine bakıyordu. Suratı kıpkırmızı olmuştu. Hani kırmızı pancar gibi surat dedikleri bu olsa gerekti.

Lavobadan çıkınca doğruca md. Cısı odasına gitti. Odaya girerek md. sına;

– Hocam, ben rahatsızlandım. Doktora gitmek istiyorum.

– Hayırdır Ahmet?

– Bana sevk verebilir misiniz.

– Ahmet, evladım, ben öğrenciye sevk veremiyorum. Öğrencilerin sevklerini Md.Bşy sı veriyor. Ona gideceksin sevk için.

– Tamam hocam, ona giderim, dedi ve odadan ayrıldı.

Ahmet, moralmen sıfıra inmişti. Nasıl inmesin ki, dayak ye, dayağın üzerine üç gün okuldan uzaklaştırma cezası ye, bir sürü tehdit işit. Akşam olunca babasına şikayetler var. Biraz da bire bin katarak anlatacaklar durumu, doğru olarak da anlatmayacaklar. Okuldaki dayak faslı yetmiyormuş gibi akşama da babasında sigara nedeniyle sigara faslı dayağı gelecekti. Henüz gelmeyen fasılı mı düşünsün, canının yandığını mı düşünsün. İster istemez Md. bşy. sının odasına gitti, kapıyı çalarak içeriye girdi.

– Niye geldin Ahmet?

– Hocam, rahatsızlandım. Kendimi iyi hissetmiyorum. Bana hasta sevki verir misiniz?

– Neyin var, ne oldu?, dedi ve biraz da çekinmeye başladı Md. Bşy. sı ve kendi kendine;” galiba dozu aştım” dedi.  Az önce sağlamdın. Dilin pabuç gibiydi, kendine çok güveniyordun? Karşılık vereceğini söyledin! Ne oldu birden bire?

– Hocam, rahatsızlandım. Hastaneye gitmek istiyorum. Lütfen sevk verir misiniz?

– Sevk vermezsem ne yaparsın?

– Buradan çıkar çıkmaz hastaneye giderim, sevk olmasa da giderim. Babam devlet memuru, ondan yararlanırım.

Bu söz üzerine biraz yumuşamış gibi görünen Md. Bşy. sı, şirin de görünmek amacıyla;

– Tamam, haydi sevkini veriyorum, dedi ve sevki yazıp Ahmet’e verdi.

Ahmet, elinde sevk kağıdıyla şubat ayının o ayazında okuldan Biga Devlet hastanesine doğru yürümeye başladı. Okul ile hastane arasında üç kilometre vardı. Dışarıda ayaz ve sert esen karayel, Ahmet’in yüzünü hani cayır cayır yakıyordu dersek inanın abartılı olmazdı.

Karamsar düşünceler içerisinde hastaneye gitti. Öğle sonrası olduğu için hastanede sıra yoktu. Dahiliye doktorunun yanına gitti. İçeriye girdi. Doktora;

– İyi günler efendim.

– İyi günler yavrum, hoş geldin, hayırdır?

– Sağ olun efendim.

– Neyin var evladım? Yüzün kıpkırmızı olmuş?

Ahmet, okulda yediği dayaktan böyle olduğunu söylemek istemiyordu. Söylese de zaten kim inanacaktı? Şahitleri
vardı içeride ama o şahitler sadece Md. Bşy.sını korurlardı. Yani şıracının şahidi bozacılardır. Ahmet;

– Efendim, havalar soğuk, dikkatsizlik yaptım sanırım. Üşüttüm galiba.

– Yavrum şu divana otur bakalım, “dedi. Ahmet’in yanına geldi, şöyle bir muayeneye başladı ve bir taraftan da sormaya devam ediyordu.”  Yavrum, adın ne?

– Ahmet efendim?

– Yaşın kaç?

– On dokuz yaşındayım efendim.

– Yavrum sen sigaraya ne zaman başladın?

– Çok küçük yaşımda başladım efendim. Ailem de sigara içtiğimi biliyor.

– Çok mu sigara içiyorsun sen?

– Günde bir paket içiyorum efendim.

– A benim akılsız oğlum. İnsan bu yaşta hiç sigara içer mi? Tam gelişme, büyüme dönemindesin. Bu yaşta bu kadar çok sigara içersen tabiî ki cayır cayır yanarsın, “ dedikten sonra doktor da Ahmet’in suratına iki tokat indirdi.” Sana ilaç yazıyorum. Rapor vermeyeceğim. Okula gideceksin.

– Peki efendim.

– Bu reçeten. İlaçlarını al, nasıl kullanacağını yazdım. İlaçlar bitince gelirsin, kontrol ederim. Bir hafta sonra geleceksin. Haydi şimdi doğru evine.

Ahmet, doktordan reçeteyi aldı ve hastaneden ayrıldı. Eczaneye gitti ilaçlarını aldı ve evin yolunu tuttu. Yolda düşünmeye başladı,

– Allah’ım, sigara içtiğim ne de çabucacık gelmiş haber olarak! Bu dayak faslı bakalım ne zaman sona erecek? Doktor Rahmi Beyden bunu hiç beklemiyordum. Çok babacan bir doktor. Her neyse, dedi ve evin yolunu tuttu.

Ahmet, okulda dayak, hastanede dayak, yeter artık yeter isyanını düşünürken eve geldi. Artık akşam olmuş, hava da kararmıştı. Ama Ahmet eve bir türlü girmek istemiyordu. Kapıyı açtı ve eve girdi. Annesi karşısındaydı. Annesine selam verdi Ahmet. Annesi, Ahmet’e çok dikkatli bir şekilde bakıyordu.   Ahmet’in yüzündeki kırmızılıklar hala geçmemişti.

– Oğlum, ne oldu sana? Seni kim dövdü böyle?

– Anne, beni kimse dövmedi.

– Oğlum, dayak nedir ben iyi bilirim. Seni kim dövdü?

– Okulda Md. Bşy. sı dövdü.

– Neden?

– Sigara nedeniyle dövdü.

– Sen her zaman sigara içiyorsun. Yoksa okulda mı sigara içtin?

– Okulda sigara içmedim anne.

– Neden dövdü o zaman?

– Şubat tatilinde bisiklet üstünde sigara içerken öğretmen beni görmüş. Okul bugün açıldı ve öğretmen dilekçe yazmış. Bu nedenle hem dayak yedim, hem de üç gün okuldan uzaklaştırıldım.

– Bırak şu sigarayı oğlum. Bak başına neler açmış? Bırak şu zıkkımı, ah ahhh! Bak şimdi baban eve gelecek. Allah’ım o kim bilir neler yapacak?

– Gelsin anne. Zaten kendisine aldığım cezayı öğretmen söyleyecek.

– Baban gelmek üzere oğlum. Ben şu sofrayı hazırlayayım. İnşallah babana söylemezler. Bir de o dövecek yoksa!

– Anne, dayak yemeye alıştım ben. Sebepli sebepsiz dövmedi mi babam? Bu akşam döverse sigaradan ceza aldım diye sebep bulmuş olacak. Bahanesi var nasıl olsa. Ekmek yer, su içer gibi sorgusuzca dayak yemiyor muyum arada. Bu gün öğlen başlayan sigaradan dayak faslı akşama biter böylece.  Babam dövmezse inan şaşarım.

Hava iyi kararmış, sokak lambaları yanmıştı artık. Ayaz ise sokaklara çöktüğü gibi, odalarda da kendisini hissettiriyordu. Dışarıda buz gibi bir hava vardı. Ahmet’in babası eve geldi. Yer sofrasına oturdular. Babası, annesi, kız kardeşi ve Ahmet akşam yemeğini yediler. Ancak, Ahmet; yemek mi yedi, yoksa yemek mi onu yedi, hala anlayamamıştı.

Yemek yenilmiş, babası salona geçmişti. Babası salonda otururken bir de sigara yakmıştı. Ahmet’i yanına çağırdı. Ahmet salona, babasının yanına gitti. Babası sanki burnundan soluyordu. Sert bir sesle;

– Anlat bakalım. Okulda neler oldu bugün?

– Önemli değil baba. Sigara nedeniyle ceza aldım. Sana da söylemişlerdir sanırım.

Babası sigarasını ağzına aldı, ayağa kalktı, eliyle belindeki patalonun  kalınca kayışını çıkardı. Ahmet’in yanına geldi ve;

– Bu gün okulda suç işlemişsin. Üç günlük okuldan uzaklaştırma cezası almışsın sigara içtiğin için.

– Baba, okulda sigara içmedim. İnan bana, okulda sigara içmem ben.

– Kes, eşek herif seni!

– Baba, inan suçum yok!

– Ne bu senin rezaletin? Bana aldığın ceza, cami çıkışında arkadaşlarımın yanında Seyfi Bey söyledi. Ben yerin dibine geçtim.
Sigara içtiğin için okuldan uzaklaştırma ceza almışsın bu gün.

– Baba, gerçekten suçsuzum.

– Sen ne biçim adamsın? Adam olmayacak mısın sen? Seninle ben ne yapacağım?

Babası bunu söyledikten sonra elindeki kayış ile Ahmet’in baldırlarına, kalçasına ve bacaklarına vurmaya başladı. Ahmet, babasının bu davranışlarına, bahane arayan dayak atışlarına arada da olsa alışmıştı. Babasının sözlerini duymak istemiyor ve elleriyle kulaklarını kapatıyordu. Babası;

– Bir daha sigara içecek misin?

– Hayır baba!

– Son kez soruyorum, bir daha sigara içecek misin?

– Hayır baba, içmeyeceğim.

– Seni gidi seni.

Bu sözden sonra hiçbir şey ne duymak, ne de hatırlamak istemiyordu. Sadece kendisini yok olmaya doğru yöneltmeye
çalışıyordu. Ağzında sigara ile Ahmet’i döven babasının bu durumuna üzülen ve acıyan annesi, babasına müdahale eder;

– Bey, Allah aşkına çocuğu dövme, yeter artık. Zaten okulda da dayak yemiş.

– Sen karışma kadın! Arkadaşlarının arasında rezil olan sen değilsin!

Bu sözden sonra babası Ahmet’e birkaç kayış daha vuracaktı ama annesi araya girdi. Babası, hırsını alamamıştı ki, bir iki kayış ta annesine vurmuştu babası. Sonunda dayak faslı sonuca ermişti. Babası kayışı tekrar pantalonuna taktı. Sonra;

– Ahmet, odana geç. Ders çalışacaksın. Cezalı olduğun süre içerisinde evden dışarı çıkman da yasak.

– Tamam baba. Dışarı çıkmam.

Ahmet, odasına çekildi. Kas katı olmuştu. Yatağına uzanmış, gözlerini tavana dikmiş, boş gözlerle ışığa bakıyordu. Beyninde şimşekler çakıyordu. Bu ev, bu Biga, bu yaşam beni mahvetti. Şu evden, bu memleketten ilk fırsatta uzaklara, çokkk uzaklara kaçmak istiyordu artık. Öylesine uzaklara gitmeyi eve bile uzun yıllar gelmeyecekti. Yüzü, vücudu, bacakları sızlıyordu. Nasıl sızlamasın ki, üç fasıl dayak yemişti bir gün içerisinde ve sadece sokak ortasında içtiği bir sigara yüzünden. Coğrafya
öğretmenine o kadar çok kızıyordu ki, bedduaların en kötüsünü, istemeyerek de olsa küfürler de çıktı ağzından. Bu düşünceler içerisinde kapısına vuruldu. Yatakta yavaşça doğruldu.

– Buyurun.

– Ben geldim oğlum, çay içer misin? diye annesi Ahmet’e sordu.

– Sağ olasın anne canım hiçbir şey istemiyor. Sadece sessizlik ve yalnızlık istiyorum.

– Tamam oğlum. Haydi Allah rahatlık versin sana.

– Sağ olasın anne, sana da Allah rahatlık versin. Benim yüzümden sen de kayıştan nasiplendin. Kusura bakma olmaz mı?

– Ben bunlara alışığım oğlum. Sen kendini sıkma, olur mu?

– Tamam annem, iyi geceler sana.

Annesi odadan sessizce ayrıldı. Ahmet düşündükçe delirecek gibi oluyordu. Artık zaman gece yarısına yaklaşmış, Ahmet ise hala uyuyamıyordu. Dışarıda yağmur başlamış, rüzgarın uğultusu kulaklarında çınlıyordu sanki. Ahmet, dışarıda doğanın sesini dinlerken odanın kapısı çaldı. Saatine baktı, zaman gece yarısını geçeli çok olmuştu. Kapıya tekrar vuruldu.

– Kim o?

– Benim oğlum, diye babası dışarıdan seslendi.

Ahmet yatağın üzerinde oturur vaziyeti aldı. Babası da odaya girmişti.

– Buyur, gelebilirsin.

– Sigaran var mı, benim eşek oğlum?

– Hayırdır baba?

– Dışarısı çok soğuk, dükkanlar da kapalı, benim sigaram kalmamış.

– Sigaram var. Masanın üstünde, buyur, istersen paketi al.

– Şimdi pakete gerek yok, içinden üç tane alayım.

– Sen bilirsin!

 

İzmir / 16.10.2013
Hüseyin DURMUŞ
Emekli edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net