GÜLÜMSÜYORUM

Şimdi birileri çıkıp aşkın varlığını inkar ediyorlar. Gülümsüyorum. Birinin size aşık olduğundan emin olamayabilirsiniz, ama aşıksanız, işler değişir. “Her şarkı onu hatırlatıyor, her şiir onu özletiyor, gülüşüyle büyüleniyorum, dalgınım tüm gün, rüyalarımdan çıkmıyor, aptal aptal gülümsüyorum tüm gün” klasikleri var mesela, inanın bana bunlar yalnızca filmlerde gerçekleşmiyor. Sadece o tılsımlı insanla karşılaşabilmekte bütün mesele.

Ben mesela, yıllardır hiç sevmediğim çayı, sırf ona doldurduğum için seviyorum. Yıllardır korktuğum yağmuru, onun en sevdiği şiir “yağmur” olduğu için seviyorum. Onunla beklediğim için banka kuyruklarını, o giydirdiği için ceketimi, kokusunu buram buram ciğerlerime depolamamı sağladığı için onun ceketini, sakallarını, yan tebessümünü, bir şey söylediğimde tepkisiz kalışını, başını koyup dinlendiği masayı bile seviyorum. O da beni seviyordur muhtemelen ki sevmese iki kat çorap giydiğime emin olmadan bırakmadığı o gece sırf üşütmek üzereyim diye yağmurlu bir havada bir saatlik yolu bana ıhlamur getirmek için göze almazdı. Yahut ben hastayken ilacımı alıp bebek gibi bakmazdı.

Bilmiyorum, gülmezdi öyle. Doğum günü hediyem o benim ağbiler. Bir kitapçıda rastladığım, gülüşünü bir yıl boyunca unutamadığım, şiir gibi bir adamdan söz ediyorum. Seviyordur beni, muhtemelen, yoksa elimden tutup “yanımda ol” demezdi herhalde. Çingeneden aldığı gülü bir madalyon gibi onurla taşıdığımı, ellerinin terini nimet bildiğimi, onu bir annenin evladını sevebileceği kadar çok sevdiğimi bilmiyor belki ama onu kaybetmekten ne denli korktuğumu görebiliyor. Belki sadece bu yüzden bile gidebilir. Bilirsiniz, insanlar, onları kaybetmekten korktuğunuzu anladıklarında… Dilim varmıyor ötesine berisine. Öyle işte.


İlk buluşmamızda İstanbul’un ayaklarımızın altına serildiği bir mekanda, koca bir bardak limonatayı -yanlışlıkla- başımdan aşağı döküp ardından “Sana limonata çok yakışıyor” diyen bir adam o. Ellerimin ve saçlarımın yapış yapış oluşundan şikayet ettiğimde “Elini tutayım diye bahane mi ediyorsun” deyip gülümseyen, gülümsediğinde gökyüzünden cenneti düşürdüğünü bilmeyen… Esmerliği muazzam nitelikte olan… Kısacası baştan başa aşk olan bir adamdan söz ediyorum. Sizi kapınıza dek bırakan, delice sahiplenen bir adam, gitmez diye düşünüyorsunuz. Şahsen ben bazen öyle düşünüyorum. Bir kadın her gün çayını demlediği bir adamı unutamaz bence, öyle de düşünüyorum. Şahsen ben unutamam. Onun demli ve iki şekerle içtiği çayı, unutamam ağbiler. Sigara içişini unutamam bir de. Gözlerini kısışını… Kahverengi bir cennet olan gözlerinde, Tuba ağacının dalları gibi, o kıvrımlı, o uzun, o eşsiz kirpiklerini… Unutamam. O kahverengi cenneti gözlerime dikerek şiir okuyuşunu, söylediği türküleri, anlattığı acı ayranı… Unutamam. “Ama yine ağzının içinden konuşuyorsun, aç şu dişlerini öyle konuş” dediğimde haykırarak konuşmasını, parmak boğumlarını, unutamam. “Seni sevdiğimi söyledim ve seni göremedim” diye sitem ettiğinde “Başa alırız” dediğim zaman “Tamam o zaman seni bir kere daha seviyorum ve yine göremiyorum” deyişini de unutamam. Ahmet Kaya’yı açtığında dolan gözlerime bakıp gülüşünü… Ağbiler kısacası unutulmaz bir adam var hayatımda. Siz uzun uzun dinleyip yanında doyasıya susabildiğiniz birini unutabilir misiniz? Ben unutamam.


İnsan hayatı boyunca kaç kişiyle kendisinden üçüncü bir şahıs gibi söz ederek konuşur. Yahut, kaç kişiyle hikaye yazıp “bizim hikayemiz” diyebilir. Ben kalemimi onun dilinin mürekkebiyle doldurdum. O susarsa, sonsuz kere susarım. Anlamıyorsunuz. O saçlarımı beğenmediği için çok sevdiğim saçlarımdan vazgeçmeyi dahi göze alabildimse, bunun adı aşktan başka ne olabilir ki hem.


Bir adamın tütün sarışına bile tutulmak diye bir şey var, insanı inceden inceye korkutuyor tüm bunlar. Gittiğinde ne yaparım, telaşesi diye bir şey var işte. Ne diyelim ağbiler, gittiği yere kadar…

-Mavi Tuğba Karademir
www.kafiye.net