Duygularımı Astım Dar Ağacına

Kına gecesi sabahı günü, beni kuaföre götürmek için Ümit  sabah erkenden eve gelmişti. Odamın
kapısının önüne gelerek ve kapıyı çalıp;

_ Şeyda’cim günaydın, hazırsan çıkalım’’’ cevap vermemiştim. Beni hala uyuyor sanıyor ve ard arda  kapıyı çalarak bana sesleniyordu. Aslında onu kırmak istemiyordum artık, nede olsa kocam olacak ve bütün bir hayatı onunla paylaşacaktım fakat elimde değildi,  istem dışı onu kırıyor ve acıtıyordum. Biraz odamda bekledikten sonra toparlanıp dışarı çıktım, hafiften gülümseyerek
_Hazırım Ümit gidebiliriz     ‘’’’ benim bu buz gibi cevabım bile onu mutlu etmeye yetiyordu.
_Gidelim aşkım….

Aşkım…. Aslında hiçte yabancı olamadığım fakat bir başka erkek tarafından söylenen bu kelime, o kadar yabancı geliyordu ki bana.

Akşam üzerine doğru Ümit kuaföre elinde bir hediye paketi ile gelmiş ‘benim meleğim nerde ? diye beni soruyordu.

Kuaförün arka bölmesinden kına geceliğimle çıkarak
_ Buradayım Ümit bir şey mi var?
Elindeki paketi uzatarak
_ Hayır. Sana bir şey aldım bir tanem sana onu vermeye geldim.
_ Ne ki o ?
_Aç ve gör. Umarım beğenirsin.

Hediye paketini bana uzattı ve yanağıma ufacık bir öpücük kondurdu. Beni memnun etmek için elinden geleni yapıyordu. Fakat ne yazık ki hiçbir şekilde yaptığı hiçbir şey beni memnun etmeye yetmiyordu. Bende her kadın gibi sevdiğim adamdan hediye almak isterdim.

Hediye paketinin içinden, maddi değeri oldukça yüksek metal kordonlu, çerçeve kısmı özel taşlarla bezenmiş ve içi tamamen sedef kaplama olan bir saat çıkmıştı. Benim bu hediyeye bir cevap vermem gerekiyordu fakat ne şekilde cevap vereceğimi bilmiyordum. Saati koluma taktı ve
_Teşekkür ederim hiç gereği yoktu.
_Güle güle kullan, sen her şeyin en iyisine layıksın bir tanem.

Aldığı hediyelerin, söylediği sözlerin hiçbir anlamı ve değeri yoktu.

Akşamüzeri evin önünde ki manzara adeta miğdemi bulandırıyordu. Çalgıcılar, aşçılar, misafirler, ben hariç herkes hazırdı. Bir tek benim yüzüm gülmüyordu. Zaman ne çabuk ilerlemişti. Nasıl bu derece gelişmişti her şey.

Kına gecem insanların akını ile adeta mahşer yerini andırıyordu. O kalabalıkta boğuluyor, nefes alamıyordum. Herkes, her şey üzerime geliyor, beynim dönüyordu. Oynayanlar, ortalıkta dolaşanlar, üzerime altın ve para iliştirenler, ortalıkta koşuşturan çocuklar sanki tüm bunlar benim için olmuyordu. Kendimi oradan çok uzakta gibi hissediyor, hiçbir şey algılayamıyordum. Tüm bu saçmalıklara dayanmaya çalışıyordum.

Ne kadar dayanabilirdi ufacık yüreğim buna?  Ne kadar sabredebilirdim, insanların caniliklerine? Aslında, insan her şeye katlanıyor ve sabrediyor. İnsana ağır gelen, yine aynı tanrının yaratmış olduğu insanın, ettiği zulümdür. İnsanın dur durak bilmeyen bencillik duygusu ve bir türlü tatmin olmayan egosu, insanoğlunu canavara dönüştürmeye yetip arta biliyor bazen. Kendi çıkarları doğrultusunda, hiç düşünmeden karşısındakini harcama yoluna gidebiliyor insan. Fakat tüm bunların üzerine birde savunma yoluna gidebiliyoruz. Nede olsa çiğ süt emmişiz………..

Aradan bir iki saat geçtikten sonra susmak bilmeyen orkestra sesiyle, orkestra şefi
_Gelin ve damadı dansa bekliyoruz,, o sesi duyduğum anda, ben sizin gelininiz değilim , bırakın beni gitmek istiyorum diye haykırmak geldi içimden.

Dans etmeye başladıktan sonra, kulaklarımda bir uğultuyla  yere düşerken sadece babamın orkestraya ‘’ çal çal, devam et çal dediğini duydum.

Gözlerimi odam da babamın kucağında açtım. Babam, endişeli bir şekilde elimi yüzümü kolonyayla ovuşturuyor, “aç gözlerini kızım” deyip, bana seslenerek beni kendime getirmeye alışıyordu. Aradan saniyeler geçtikten sonra hızla kapı açıldı ve Ümit büyük bir heyecan ve korkuyla içeri girdi. İçeri girdiği gibi;
_ Neyin var hayatım ne oldu ? Söyle ? Hemen doktora gidelim.
_Sakin ol yom bir şeyim, birazcık kalabalıktan kafam döndü, beni dışarıda bekler misin ? lütfen hazırlanayım.

Ümit dışarı çıktıktan sonra adeta isyan edercesine, babamı gözü önünde yapılı olan saçımı tek tek ellerimle yolarak söküyor ve saçımdan çıkan tokaları sağa sola savuruyordum. Babam, yaptıklarıma şaşkınlığını gizleyemiyordu. Aslında kim olsa şaşkınlıkla bakardı tüm bu olan bitene. Yani düğün günü saçını başını yolan kaç kişi vardır ki benim gibi. Kaç kişi en mutlu günün de alenen isyan edebilirdi. Hayatı hem kendisine hem de yanındakilere zehir edebilirdi.

Babam en sonunda şaşkınlığına hakim olup;
_ Kızım, dur sakin ol!

İçimdeki alev topuna dönüşmüş yangınla;
_ Sakin olayım baba, evet sakin olayım, her zamanki gibi yine senin dediğini yapayım, sen her zaman haklısın, güçlüsün, tabi ki de senin dediğin olacak, keşke dedem sağ olsaydı, asla bu olanlara müsaade etmezdi…….

O anda onu yanımda görmek için nelerden vazgeçerdim yada neleri vermezdim. Beni tek anlayacak oydu o anda. Omzuna yaslanıp tüm bu olup biteni anlatabileceğim tek insandı belki de. Ondan sonra hiçbir derdimi kimsenin omuzlarına dökmedim, kimsenin kucağı bana dertlerimi unutturmadı.

Peki neydi beynimi o derece döndüren ve beni o duruma düşüren. Hiç hayal etmezdim, edemezdim, nasıl hayal edilir ki. Sevgiliyi, bir başka adamın kollarına giderken son kez göreceğin.

Pistte oynarken, yönümü hacıların evine doğru çevirdiğimde, evin balkonunda beni bekleyen bir esmer vardı. Öyle uzaktan beni seyrediyordu. Üzgündü, benim gibi üzgündü, benim gibi acı çekiyordu. Sadece bu kadarını hatırlaya biliyordum ona ve o ana dair. Geri döndüğümde artık yoktu ve bundan sonra da hiçbir zamanda olmayacaktı hayatımda.

Ben dayana bilecektim belki  bana yaşatılanlara, peki ya annem ve babam, benim yaşadıklarıma ve yaşayacaklarıma nasıl dayanacaklardı? Hiç düşünmeden yapılan eylemler, bazen bir insanın hayatının belirli dönemlerinde acı çekmesine yada hayatının tamamen yok olmasına sebep  olabilir.

Gece 12:30 da sona ermişti kına gecesi. Tüm aile bireyleri evimizin salonuna toplanmış her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu. Ümit, salonda karşısında oturan anneme dönerek;
_Anne, ben acıktım, yemeklerden kadımı hiç,
_ Var olgum getireyim size.

Ümit salonumuzda bulunan fayans sehpayı sürüyerek ayak uçarlıma kadar getirdi ve;
_Birlikte yiyelim, dedi.

Hiçbir cevap vermemiştim ve isteğine sessizliğimle evet cevabı vermiştim aslında.  Annem, yemeği getirip masanın zerine yerleştirdikten sonra dışarı gitti ve salonda ikimizden başka sadece, bizimle birlikte ortaya dökülecek hesaplarımız kalmıştı. Aslında o gece tüm bu saçmalıklara son verebilirdim. Fakat yapamadım. Küçüklüğümün mü yoksa babamın verdiği korku ve ezgiden mi bilmiyorum ama yapamadım. Şu anda olsa hayatımı kazanmak adına bir dakika bile beklemez, tüm yaşananları ve o anı bir kağıt parçasını buruşturup ve yırtıp atarcasına, hayatımın ve beğenimin içinden kazıyıp atardım. En azından tüm bu söylediklerimi yapamasam da kendimi ifade etmek için uğraşır, bana biçilen hayata boyun eğmezdim. Gücümün yettiği yere kadar savaşırdım. Zamanı geriye alabilseydim eğer, herkesi, her şeyi elimin tersiyle geri itebilirdim. Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmamak gerekir, hayat çok garip bir hayvan, ne zaman ve nerde saldıracağı belli olmuyor insanoğluna. Ya siz ona diş geçirirsiniz ya da o size…….

Ümit elleriyle ağzıma yemek tutuyor ve yemem için ısrar ediyordu. Ben ise düşünüyordum. Bana yemeği tutanın o olması için yalvarıyor ve hayal ediyordum. O an için eğer ki bana o yemeği uzatan esmerim olsaydı ömrümü hiç kuşkusuz ayaklarının altına serebilirdim. Ünal gayet nazik bir şekilde;
_ Aç ağzını hadi hayatım.
_Canım istemiyor teşekkür ederim.

Ümit artık benim bu uzaklığıma katlanamıyor olmalıydı ki, kaşığını bırakarak hiç beklemediğim bir anda;
_ uzaklığının sebebi nedir sorabilir miyim ?
Sakin bir şekilde, onu kırmamak adına;
_ Bak Ümit, sen çok iyi bir insansın fakat ben şu anda seni kalbime alamam ki sebebini çok iyi biliyorsun, beni zorlama ve bana biraz zaman ver. Seviyorum diyemem, sevmiyorum da diyemem, lütfen üzerime gelme.

Bu sözlerime rağmen hala çok sakin ve anlayışlıydı. Elimi yavaşça elleriyle kavrayarak;
_Ben seni her şeyden çok seviyorum, hiçbir zaman seni bırakmayacağım ve beni sevmeni sabırla bekleyeceğim.

Söylediklerine tepki veremiyordum, buna hiçbir şekilde gücüm yoktu çünkü. Gece hiç uyumayıp sabah ezanına kadar, beni yaradan dan kendim için ölümü dilemiş, gözlerimdeki mercan tanelerini yere boşaltmıştım.

Ertesi gün  yine aynı telaş, aynı hazırlıklar, ne yapıyorlardı bu insanlar. Bir insanın ölümü için kat kat, hazırlık yapılıyordu beklide ilk defa. Farkında olmadan, gülücüklerle uğurlanıyordum ölüme.

Akşamüzeri kuaförden gelinliğimi giydim. Gelinliğim haftalar öncesinden prova edilmiş ve terziye gitmiş olmasına rağmen üzerime oturmamış, hafiften bol gelmişti. İnsan sinirli olduğunda ve sinirini sahibine aktaramadığında, alev alev yanan, ateş topu misali etrafindakileri kasıp kavurmak için durmak bilmeksizin yuvarlanıyor.

Ben de; Ümit’e ve babama iletemediğim öfkemi o an için etrafımda kim varsa onlara saçıyordum. Karşımda duran anneme kaşarlımı çatarak;
_ Bu gelinlik terziden gelmedi mi ?, nasıl oluyor da hala böyle bol, nasıl terziye verdiniz siz bunu ?

Annem şaşkındı;
_ Şeyda, sakin ol, şimdi sevgi ablanı çağırırım halleder kızım, tek sorun bu olsun.

Evet keşke tek sorun bu olabilseydi. Keşke ben Ümit’i çok sevebilseydim de tek sorunum gelinliğim olsaydı.

Aslında hırçınlığımın sebebi çok bariz bir şekilde belliydi fakat kimse görmüyordu yada artık görmek istemiyorlardı. Gelinlik tüm bu olanlara zehrimi akıtmak için, öfkeme hazırlanmış bir kılıftı.

Beş, altı dakika sonra odama komşumuz olan sevgi abla gelmiş ve benim oradan oraya savurduğum gelinliği elimden alıp, beş dakika içinde halledip üzerime giydirdi. Kızlar tarafından makyajım tekrar tazelendi ve yüzüme şalım örtüldükten sonra odamdan herkes teker teker çıkmaya başladı. Bunun anlamı şuydu, aile bireyleri teker teker odama helallik almaya geleceklerdi. Öncelikle odama babam ve babaannem gelmişlerdi. İkisi de gözyaşlarına boğuluş, ağlamaktan konuşamıyorlardı. Ne için ağlıyorlardı, ben gideceğim için mi ? yoksa bana  farkında olmadan ya da bilerek ve kasten yaptıkları kötülük için mi ?

Babam göz yaşlarına birazda olsa hakim olarak;
_ Kızım, ne olursa olsun seninleyim ve arkandayım. Hiç bir şeyden korkma, ne sıkıntın olursa olsun benim kapımı çalabilirsin’’’’ deyip sözlerini bitirdikten sonra bana sımsıkı sarılmıştı.

Babamın bu sözleri benim için hiçbir şey ifade etmiyordu artık. Bana ne gibi yardımcı olabilirdi ki? Acımı nasıl dindire bilirdi. Sevdiğimi, canımın yarısını koparıp almıştı benden. Benim mutlu olmamı istiyordu fakat mutluluğumu da elimden alıyordu. Yaptığı tezatlığın farkında bile değildi.

Onlar çıktıktan sonra ortanca erkek kardeşim geldi odaya. Alımı açıp anlımdan öptükten sonra hiç bir şey söylemeden tekrar alımı yüzüme kapatıp beni salona çıkardı ve yeni yetme çocuklar gibi bir sandalyenin üzerine otutturulduktan sonra Ümit ve ailesini beklemeye başladık.

Neden, ne için tek kelime etmemişti bana, üzgün müydü? Yoksa hiç bir şey hissetmiyor  muydu ? kardeşler arasında yaş küçükken, çoğu şeylerin farkına varılmıyor fakat herkes kendi yolunu
çizdiğinde, kendi hayatını kurduğunda ve menfaatler çakıştığında, olaylar içinden çıkılmaz bir hale dönüşebiliyor, kardeşlik bağları kopuyor ve sevgiler toz bulutları gibi uçup gidebiliyor.

Aradan yarım saat sonra düğün konvoyunun sesleri duyulmaya başlamıştı. Bana son derece acı gelen o sesle birlikte, çocukluğumun ve tüm anılarımın bulunduğu bu evden gideceğimi anlamıştım. İçimi çok korkunç ve tuhaf bir duygu kaplamıştı. Neydi bu içimde, kimseye görünmeden sessizce patlayan duygu. Evden çıkıyor olmamı, Ümit’le sevmeden bir ömür geçirecek olmamı yoksa esmerimden tamamen kopuyor olmaz mıydı ?

Ne istiyordum haytan,
Ne bekliyordum insanlardan,
Ummadığım anda karşıma çıkan,
Bu sen değimliydin? Kara gözlüm.
Benliğimi benden alan,
Yüreğimi ta derinden yakan,
Canıma can veren,
O sen değimliydin? Kara gözlüm.  Şeyda

Konvoy alayı geldikten sonra erkek kardeşim, bu yörede adet olan, gelin kızın kızlığını sembolize eden, kırmızı kuşağı belime bağlamak için yanıma gelmiş ve üç defa kuşağı belimde dolaştırıp belime bağladıktan sonra koluma girip hoca eşliğinde dualarla birlikte, evin kapısından çıkarılmıştım. Bir daha,  tamamen geri girmemek üzere, sadece misafir olarak gireceğim bu eve gözyaşlarımla veda ediyordum  kapıdan adımımı atarken. Daha on altı yaşımda yüzüme örtülen alın ve omuzlarıma yüklenen bu ağırlığın altında eziliyordum kimse bilmeden.

Düğün salonunda saatlerce oynayanlar, salondaki uğultu, her şey beğenimi tırmalıyor beni yavaş yavaş öldürmeye yetiyordu. Aynı şarkıları yarım saate bir tekrarlayan müzisyen, çok önemli bir olay varmış gibi içeri akın eden misafirler, kendimi bir tür kısır döngünün içerisinde gibi hissediyordum.

Kayın validem ve kayın pederim,  o zaman için moda olmuş, adana burması olan bileziklerden yirmi tane üzerine ek olarak bir takım set, küpe, yüzük, ve iki  tane daha bileklik yapmışlardı. Aynı şekilde babamda on tane bilezik, set, kolye ve bilekliklerle doldurmuştu kollarımı ve gerdanımı. Takı töreninden sonra kollarımı kaldıramıyor, üzerime takılan takıdan hareket edemiyordum.

Her genç kızın rüyası olan gelinlik ve takılan takılar bana hiçbir şey ifade etmiyordu, aksine üzerime yapılan  takılar boğulmama sebep oluyordu. Üzerime düşüldükçe ben boğuluyor, o ortamdan uzaklaşıp, ücra bir köşede sadece esmerimin omzuna yaslanmak istiyordum.

Gecenin ilerleyen saatlerinde düğün bitmiş ve vedalaşma vakti gelmişti artık. Kimseyle vedalaşmadan, Ünal’ın elinden tutup, istemeye istemeye yeni evime doğru yola çıkmıştım. Kimseyle vedalaşmamam, bir tepkiydi aslında bana yapılanlara. Ailemde farkındaydı artık bu durumun fakat artık geri dönüş yolum yoktu. Tüm yollarım balçıkla sıvanmıştı, ben başka başka hayaller kurarken………

Artık başka bir evin insanıydım. Eve geldiğimizde kendimi tuhaflıklar ülkesinde gibi hissetmiş, evin içindeki eşyalar etrafımda sanki yabancı maddeler uçuşuyormuş gibi gözümde büyüyordu. Bizim için bir daire döşenmişti, baştan aşağı bir eve ne lazımsa en iyi şekilde donatılmıştı. Evimizin hiçbir eksiği yoktu, saraylara benzer bir hali vardı yeni kalacağım yerin  fakat bana çöplükten farksız geliyordu.

Gece, o bana dokunurken dişlerimi sıkıyor, kusmamak için kendimi zor tutuyordum. Nasıl bir felaketin içerisindeydim. Nasıl yanmıştı canım, yada nasıl yakılmıştı. Kendi menfaatleri için nasıl koymuşlardı bir tazeyi mezara diri diri.

Benimle birlikte olup, hemen arkasından geceliklerini giyinip, eline sigarasını alıp yaktıktan sonra gayet sakin bir şekilde;
_Onunla birlikte mi oldun?

Önce anlamamıştım söylediği şeyi. Ne diyor acaba diye düşünüyordum. Tekrar yenileyerek;
_ Söyle onun mu oldun?

İkinci kez sorduğunda beğenimden vurulmuşa dönmüştüm. Hangi cesaret ve neye dayanarak söylüyordu bunu bana. Öfkeme şaşkınlığım karışmış ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Kendimi toparladım ve;
_ Ne söylüyorsun sen!!!!! Bir daha söyle anlayamadım?
_ Sen onu çok sevdin. Olabilir. Hiçbir şey söylemiyorum, kızmıyorum, seni böylede çok sevebilirim.

Seni böylede çok sevebilirim. Neydi bu sözlerin anlamı, böyle söylerken neyi kastediyordu. Şaşkınlığımdan söylediği hiçbir şeyin farkına varamıyordum.
_Sen ne dediğinin farkında mısın? Çabuk hazırlan, doktora gideceğiz.

Sanki hiç bir şey olmamış, hiçbir şekilde bir şey söylemiş gibi gayet sakin yatağın üzerinde öylece uzanmış ve benim verdiğim tepkileri dinliyor, sessizce beni seyrediyordu. Yatağın üzerinden arada benim söylediğim şeylere karşılık veriyordu.
_Olabilir diyorum..

Kalkıp toparlandığım gibi;
_Ama ben seni kabul etmiyorum  çabuk beni annemler götür. Sen nasıl böyle bir şeye suçlarsın beni. Benim onu çok sevdiği mi biliyordun öylemi, peki neden bunu bana yaptın, niye benimle evlendin. Neden acı çekmeme sebep oldun.

Sevmek sevdiğini mutlu görmekti oysa………..

Benim bu cevabıma karşılık;
_Ne olursa olsun asla seni bırakamazdım, seni çok seviyorum, kimsenin sevemeyeceği kadar çok seviyorum.

Seven insan sevdiğine bunu yapabilir miydi?  Ya da ne kadar kıyabilirdi?  Ne derece sevgisi uğruna canını acıtabilirdi?
Sinirlerime hakim olamayıp annemlere gitmek için tam kapıya doğru adımlarımı
atmıştım ki,
_Seni çok seviyorum, çok özür dilerim, ne olursun beni bırakma!     (Devam edecek)

İzmir/10.06.2013
Ayşen  OKTAY
www.Kafiye.net