Yalnızlar Rıhtımında

KARANLIKLARDAN SABAHA

Erkin Koray’ın “yalnızlar rıhtımı” şarkısını hatırlarsınız.

“Bütün gece ağladım
Dalgalar kucağında
Yosun tuttu gözlerim
Yalnızlar rıhtımında…”

Eskiden yalnızlar rıhtımı vardı, şiirlere şarkılara konu olan bilirsiniz…
Az kişiyi barındırır; onlara şiirler yazdırır, şarkılar söyletirdi…
Yalnızlıklar, o rıhtımlarla anılırdı çoğu kez…
Ama onlar, yoğun duygu seli içindeki romantik yalnızlıklardı.
Dürüst sevgiler, yoğun duygular içinde olgunlaşmış aşklar…
Fuat Edip Baksı’nın o meşhur güftesi vardır ya:

“Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz… “

Hani, Nükhet Duru da bir şarkısında bu şarkıya atıfta bulunur:

“Sevgiliye ‘siz’ diyen saygı dolu şarkılar” diye, zamanımızın ruhsuz aşk’larına sitemle…

Sadece sevgilerin duruluğu yetmiyor, saygı da var; sevgiliye ‘siz’ diyecek kadar…
Dürüst sevgiler, yoğun duygular içinde olgunlaşmış aşklar…
İşte o yalnızlar rıhtımı, böyle aşkları yaşayanlar içinmiş…
İnsan olmanın amacına, erdemine yakışır yalnızlıklar…

Bir de bugünlerin yalnızlıkları var..
Bu öylesine bir yalnızlık değil…
Hasret yalnızlığı, melankolik yalnızlıklar hiç değil… Ben geçek yalnızlıklardan bahsediyorum. Kağıda dökülmeyen; bitip tükenmek bilmeyen hırsların getirdiği yalnızlıklardan.
….. …….. …

Dünya bir sahne. Hayat bir oyun deriz ya her zaman…
Herkes kendi romanını oynuyor bu sahnede…
Hiçbirimiz hayat oyununa nerede, ne zaman, kimlerle, hangi statüde ve nasıl başlayacağımızı seçme şansına sahip değildik sahneye çıktığımızda…
Elimize hangi imkanlar sunulduysa, oradan başladık hayatlarımızı yazmaya ve oynamaya…
Zaman önümüze yeni seçenekler sundukça, tercihlerimizle şekillendirdik hayatlarımızı.
Bizim romanımız, insanların romanlarından oluşuyor hayat oyunu… Diğer her şey, figüran…
Milyarlarca insanın baş rolde oynadığı, zaman zaman rollerin kesiştiği, kadrosu çok zengin bir tiyatro ve koskoca bir sahne… Çok kalabalık ama herkes yalnız…
Kesişse de roller, herkes birbirinin figüranı oluyor sadece…Beraberken bile kendinsin aslında…
Şu an kaç kişinin doğmakta, kaç kişinin ise ölmekte olduğunu düşünün bir kez…
Yazılmaya yeni başlanan, ya da başlarken biten romanlar da var, çok uzun sürenler de…
Oysa insana ait her sayfa, bir gün kapanıyor akıp giden zaman içinde. Mutlu da sürse, heyecanlı da sürse; kısa ya da uzun da sürse her roman mutlaka hüzünle bitiyor sonunda.
Her kahraman yalnız kalıyor, figüranlar olmadan…Ve kendi gerçeği ile yüz yüze…
… ….. ……… …………

“Mutluluğun tanımını yaparız hep kendimizce… Aşkın tanımını yaparız. Hüzünlerin tanımını…
Sayfalarca anlatır, yüreğimize çizeriz resmini mutluluğun, aşkın ve hüzünlerin…
Ama hep eksiktir bir yerlerden.
Bir şeylerle bağlanmışızdır hayata, fakat ne olduğunu analiz etmeyiz çoğunlukla…
Birleşmez parçalar da, yüreğimizle doldurmayı düşünemeyiz o boşlukları…
Sevgide mutluluk değil, menfaatte mutluluk ararız hep yaşananları süzmeden…
Ama hayatın süzgeci, yaşananları tek tek süzmektedir kendi süzgecinde, onları bir gün bize geri çevirmek için…
Ve unutulan bir şeyler vardır hayatımızda hep…
Ya unutulan, ya da hatırlamak istemediğimiz…
Hep eksiktir bir yerlerden…

Romanlarımızı kendimiz şekillendirip kendimiz oynasak da, yalnız olmamamız gerek aslında…
Ama çevrenize bir bakın. İnsanın yalnızlığı artıyor gittikçe…
Dostluk kayboluyor mesela.Yapmacıklık öne çıkıyor…
Ya yalanlar? …
Gülücükler ise çıkarların ödülü…
Sahtekarlar hüküm sürüyor çoğu kez dünyamızda…
Güzellikler eksiliyor hayatlarımızdan…
Ya ihanetler?
En sevdiklerimizden darbe yer, ihanet görürüz çok zaman…
Gökkuşağı ıssız, gökkuşağı garip ve sessiz kaldı duygu dünyalarımızda…
İnsan insana yabancılaşıyor. İnsan yalnızlığı tercih ediyor ve sonunda kendine yabancılaşıyor…
Ruhuna güzellikler katan duygularına uzak, maddi menfaatlerine yakın…
Kimsenin, kendinden başkasını gördüğü yok…
Hayata karşı bu duruş, bir felsefe oldu artık…
Neşeli bir günün, ya da baharın bitişi gibi her şey…
Maddi hırsların içinde manevi güzellikler, duygusal güzellikler hızla geçip, kayboluyor hayatlarımızdan…
Sorunların kaynağı insan ama, çözümlerin kaynağı da insan.
Çözümün içinde olanlar her zaman mutlu.
Gariptir ama, sorunun içinde olanlar da mutlu; sürekli yaşadıkları iç huzursuzluğunu, çıkardıkları sorunlardan tuhaf bir şekilde zevk alarak yenme isteğiyle, karanlıklara gömüldüklerinin farkında olmadan… Tabi bu mutluluksa…
Hırslarımıza yenilip, yalnızlığın gönüllü tutsakları olmuşuz…
Zihnimizdeki, hislerimizdeki karar dengelerimiz değişmiş mesela…”Benim çıkarlarıma uyan her şey adildir, uymuyorsa değildir” düşüncesi var.
Anlamadığımız, bilmediğimiz ya da iyice araştırmadığımız konularda ahkam kesmeyi maharet sayar olmuşuz mesela…
Bilgiye saygısızlığı hüner saymışız.
Hele birkaç da şakşakçı buluyorsak etrafımızda…
Ve en kötüsü; alışıyoruz çıkarcılığa, yalana, zorbalığa…
Tablo çok mu kara oldu?
İnsanlardaki bu tabloyu oluşturan sebebin kaynağı karamsarlık değil mi?
Yalan mı?
Abartılı mı?
Peki bu tabloyu beyazlatmak için çaba sarf ediyor muyuz?

Hayatlarımızda doğrular ve yanışlar birbirine karışmış…
Hayatın içinde karamsarlık da var, güzellikler de var, umut da var…
Umut ve güzellikler arasında gidip gelmeli insan. Karamsarlık, hayatın tuzaklarındandır çünkü…
Menfaat hırslarından sıyrılmalı.
İnsan cüzdanın açlığının farkında ama, ruhunun açlığını anlayamıyor.

Hayatın güzelliği onun gizeminde. Bilinmezlerde güzeli aramak varken, karamsarlık niye?
Tarihin derinliklerinden günümüze kadar ulaşıp, gönlümüzün derinliklerinde yaşayan unutulmayanlara bakalım mesela…
Şayet karamsar olsalardı, hiç birinin adının bir harfi bile gelemezdi günümüze kadar…
Evet, hayatın med – cezr’leri içinde günümüz dünyasının karmaşası.
Her insanın ayrı bir romanı var…
Ama önemli olan; o romanların sayfalarında, küçük de olsa; okuyana umut verecek, hayata bakışını güzelleştirecek, karamsarlıkları gökkuşağına çevirecek bir şeyler bırakabilmek …
Biz çekilsek de, hayat sahnesinde oyun devam edecektir çünkü.
Ve bir gün, hepimizin romanını okuyan birileri mutlaka olacaktır.

27 temmuz 2008
Erol Güldiken
www.kafiye.net