DÜĞÜNÜM OLDU DÜĞÜMÜM…

Kimsesiz sokak lambasının ışığı odama düşüyordu. Sabahtan beri durmayan yağmurun sesi paramparça duygularımı törpülüyordu. Bu karanlık oda, şu sessiz duvarlar ve önümde hüzünle duran kahverengi koltuk ne kadar donuktu…

Çiçeği burnunda taze bir gelindim henüz. Önce eğreti gibi duran kirli gelinliği çıkardım attım üzerimden. İlk kez alaca bile olsa korkutmuyordu karanlık. Gölgeler şekillere dönüşüp çıkmıyordu aniden karşıma. Nikahım az önce kıyılmıştı daha. Günlerdir ağlıyordum oysa evlenmemek için benden yüzyıllarcabüyük o çok eşli ihtiyarla. Dinletemedim kimseye sözümü, sevdiğim bile anlamadı özümü… Tek yaptığı iki damla gözyaşı dökmekti nikahta. Küstüm artık dünyaya, korkutur mu hiç ne karanlık, ne fırtına.

En yeni yatak örtülerimi serdim hemen. Toparlanmalıydım bir an önce, korkumu ve acımı yeni eşim sezmeden. Güçlü görünmeliyim, artık kimseye kendimi ezdiremem. Bu devirde zorla evlilik kaldı mı ki derdim hep özgürlükten bahsedip ahkam keserdim. Sevdiğim, en güvendiğim dediğim bile sahip çıkmadı bana, “hem ağlarım, hem giderim” dedim, gözü yaşlı bir gelin oluverdim.

En güzel ve en soğukkanlı halimle beklemeye koyuldum eşimi. Aslında çok yabancı da değildi hani. Ara sıra karşılaşır, kaçamak bakışırdık. Çoğu zaman da başkalarıyla görürdüm onu, sarmaş dolaş, uygunsuz. Hiç güvenmesem de içten bakışına dalıp giderdim. Sadakatsiz ve çapkındı bilirdim. Sanki yıllardır tanıdığım ama yabancılığımı hiç atamadığım kimi zaman dost gibi sarıldığım, kimi zaman da en nefret ettiğimdi. Neyse ki çok bekletmedi beni. Tüm heybeti ve
şıklığıyla geldi, karşıma dikildi.

Şöyle bir bıyık büküp, şehla gözleriyle yukardan baktı halime. Hep bugünü bekliyormuş gibiydi nedense. Eline şimdi düşmüştüm işte, ne yapsam artık nafile. Duvağımı bile açmadan karşımdaki koltuğa oturdu. Tanışalım dedi önce. Kafamı önüme eğip, dinlemeye başladım sessizce.
-Hani kapıdan içeri girersin ya, dedi. İş çıkışı akşam üzeri. Ev kimsesizdir, bomboştur hani, buz gibi olur her yanın, ürperirsin… İşte o soğukluk benim.

Sesi öyle sıcaktı ki, bu ilk keskin cümlesi birden titretti beni. Ben put kesilmiş dinlerken o keyifle anlatmaya devam etti.
-Sonra, dedi. Pencereden bakarsın hani, Bekleyecek kimsen yoktur. Sokak yabancı, insanların bakışları boştur. Sen gelen geçenin adımlarını sayarken yüreğin kanar ya birden, işte o bıçak benim…
-Yatarsın yatağın buz olur, yastığın diken. Ayağın üşür, ellerin buz keser. Arkanda biri varmış gibi gelir ama kıpırdayamazsın yerinden. İşte o boşluk benim.
-Otobüs beklersin en kimsesiz halinle, ellerin dolaşır cebinde… Düşünürken bozuğun yetecek mi diye. Elele iki sevgili geçer önünden… Ellerinin üşüdüğünü, kulaklarının bile kızardığını hissedersin aniden. İşte seni üşüten rüzgar benim.
-Nereye gidersen git, bundan böyle hep peşindeyim. Artık ben senin eşinim, sen benim helalim. Haaa unutmadan söyleyeyim; benim adım YALNIZLIK, ama sen zaten tahmin ettin…

///Kaç kaçabildiğin kadar uzaklarıma,
Sakla öksüzlüğünü arnavut kaldırımlarına
Yalın ayak gölgeni takip ederim ben yine de
Yalnızlığımı sol yanına fısıldayan mısralarımla…///

Gülşen EKER
www.kafiye.net