Duygularımı Astım Dar Ağacına 2

Nasıl bu duruma gelmişti her şey? Nasıl olurda babam bunu yapabiliyordu? Bunu duyduğum o gece yine uykularım kaçmış, sabaha kadar oturup ağlamıştım. Ve sabaha karşı daha da fenalaşınca, annemle birlikte hastaneye gittik ve bir gün boyunca hastanede kaldım.

Ümit’in ailesi ise yurt dışına çıkış yapmışlardı. Fakat sürekli oradan babamla irtibata geçiyorlardı. Benim hastanede kaldığım o gün aslında hayatımın tamamını değiştirmişti.  O gün yine telefonla irtibata geçilmiş, uzunca bir konuşmadan sonra beni Ünal’a sözlemişti telefonda babam. Bütün bu olanları bir gün sonra annemden duydum. Duyduğum anda önce sessiz kaldım. Aslında sessiz kalışımın tek nedeni idrak etmeye ve inanamaya çalışmamdı. Durumu birazda olsa anladıktan sonra, sert bir ifadeyle ve şaşkınlıkla

_ Ne dedin anne, anlamadım tekrar söyler misin?

Annem sözlerini adeta, ağzında sakız gibi çiğnercesine ezerek çıkarıyordu. Sinirlerime hakim olamayıp:

_ sana söylüyorum çabuk bu durumu açıkla bana, hemen bir açıklama bekliyorum.

_ Kızım baban sözünü vermiş…….

_Kime vermiş anne, anlamadım.

_ Ümit’e vermiş kızım.

Yine duraksadım. İnanmıyordum çünkü. Ümit ve ailesi yurt dışında idiler, nasıl benim sözümü verebilirdi ki diye düşünüyordum. Ayrıca kime sormuştu, bu durumu isteyip istemediğimi sormuş muydu  bana. Tüm bunların ötesinde, peki ya ben, benim duygularım, esmerim, benim canımın yarısı ne olacaktı. Sinirlerime hakim olamayıp elime ne geçerse evin içinde yere çarpıyor, adeta kıyameti koparıyordum.

_ kime sordunuz, benim fikrimi aldınız mı? Diyerek ağladıkça annemde gözyaşlarına boğuluyordu fakat artık yapabilecek hiç bir şeyim yoktu. Babam, benim hayatımda, bana sormadan bir yol çizmişti. Geri dönüşü olamayacaktı biliyordum fakat yinede bir umut diyordum kendimce, belki diyordum belki babamı ikna edebilirim diyordum. Fakat buda mümkün olmayacaktı.

Ne garip insanoğluyuz. Adem’le Havva’dan beri süre gelen bu durum, insan oğlunun anlına yazılmış yazgı ve kader, kendi elinde miydi insanın, yoksa gerçekten alnımıza yazılanımı çekiyor ve yaşıyorduk. Hala bu durumu sorgular ve cevabını bulmaya çalışırım. Beklide eşitti her ikisi de. Beklide fırsatları düzgün değerlendiremediğimiz için alnımıza yazılanı çeviremiyorduk tersine. Fakat tek öğrendiğim bir şey vardı ki, iyi niyet ve vijdan denilen şey her zaman bela açıyordu inan oğlunun başına. Yeri ve zamanında kullanmak gerekiyor her ikisini de. Ya da beklide hiç göstermemek gerekiyor kimseye.

Akşamüzeri babam eve gelip yemek masasına oturduktan sonra, babam sanki bana sormuşçasına edalara bürünerek

_Şeyda, sözünü verdim kızım, gelip seni isteyecekler.

Sanki yeni haberim olmuşçasına sinirle fırlayarak

_ Bu evlilik olmayacak, isteyen varsa kendi evlenebilir.

Babam bu sözümün üzerine yumruğunu sıkarak hızlı bir şekilde, masaya indirdikten sonra

_ Ben verdiğim sözden dönmem, bu evlilik olacak’’ dedi.

Masadan hiçbir şeyden söylemden kalkmış ve odam girmiştim. Odamda hıçkırıklarım gök yüzüne ulaşıyordu. Ağlayışlarımı her kez duyuyordu fakat hiç kimse duymuyordu beni. Bunu kötü bir rüya olduğunu düşünüyordum.

Günler geçtikçe babamla aramızdaki mesafe büyüyordu ve artı geri dönülmeyecek noktaya yaklaşıyorduk.

Esmerim, peki ya o. O da duymuştu bize yapılanı fakat arkadaşlarımdan aldığım haberlere göre oda inanmıyordu. Babam bütün yollarımızı kapatmıştı. Hiçbir şekilde görüşemiyor, haber alamıyorduk birbirimizden.

Aradan iki ay geçmiş babam tüm ısrarlarıma rağmen hala ikna olmuyordu. Artık tüm ümitlerimi yitirmiş bu duruma boyun eğmiştim.

İki ayın sonunda Ümit’in ailesi beni istemeye gelmiş fakat Ümit çalışıyor olması nedeniyle orda kalmıştı. Sözüm kesilmiş fakat ne saçmalık ki damat adayı olmamasına rağmen yüzükler takılmıştı.

Okuluma devam ediyordum, aslında artık okula devam etmemim de bir anlamı yoktu. Hiçbir gayem hiçbir amacım kalmamıştı hayata dair. Öylesine vakit öldürmek için gidip geliyordum okula ve arkadaşlarımla birazda olsa vakit geçirmek iyi geliyordu.

Hafta içi bir gün okulda, yine çok yakın arkadaşım olan Gülümseryanıma geldi. Yanımda hiç konuşmadan biraz bekledikten sonra suskunluğunu bozdu ve

_Şeyda’m, Ceyhun’un yanından geliyorum,

Artık onun ismini duymaya katlanamıyordum. Ceyhun’un her isminin geçtiğinde canım bir kez daha dağlanıyordu.

_ Gülümser lütfen açma onun konusunu bana yalvarırım.

_Şeyda’m bir dinle

İsyan edercesine

_Söyle Gülümser söyle

_Şeyda’m, Ceyhun bana, ona  sor bu olan biten her şeyi, onu seviyor mu, sevmiyorsa eğer atsın o parmağındaki yüzüğü bana gelsin, gidelim buralardan ‘ dedi.

Gülümser bu sözleri söyledikten sonra beş dakika hiçbir cevap vermeden düşündüm. Nereye gide bilirdim onunla, ne yapabilirdik? Babam daha buradan çıkmadan bizi bulur ve hayatı ikimize de zindan ederdi. Ona bir şey olmasına katlanamazdım. İkinci bir kaybedişi kaldıramazdım bu defa. Bu yüzden Gülümser’e gayet neşeli bir şekilde;

_ Gülümser, ben memnunum hayatımdan, bu evliliği istiyorum, ona söyle beni beklemesin.

Dudaklarımdan bu sözcükler çıkarken içim saki zehir içmişçesine yanıyordu. Artık dayanamayacağımı hissediyordum. Ruh gibi, cesetten farkı yoktu suratımın. Nereye kadar katlanabilirdim bilmiyordum.

Okulların tatile girmesine bir ay kala üniversite sınavına giriş kağıtları dağıtılmıştı.  Babam , nasıl olsa devam etmeyeceksin diyerek, giriş kağıdımı alıp, parçalara ayırarak gözlerimin önünde savurmuştu. Savrulan kağıt parçalarıyla birlikte, benimde umutlarım bir bir uçup gitmişti. Okul hayatım devam etmese de kendimi denemek istiyordum çünkü ve o heyecanı tatmak istiyordum.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı biliyordum. Hayatım, tamam yön değiştirmiş, rotasını kaybetmiş bir gemi gibi ilerleyip gidiyordu. Aşklar, sevgiler, bir annenin çocuğuna olan sevgisi, baharın gelişi, güneşin doğuşu, her şey ama her şey bu kadar mı sahte olabilirdi, bu kadar mı yitip giderdi bir insanın gözlerinde. Peki ya neydi çektiğim acının sebebi, her şey bu kadar basit olamazdı.

Hayat… evet hayat dediğimiz şu zırhını kuşanmış kılınçsız cengaver, benimde nefesimi kesmişti. Kaç kişi vardı benim gibi hayatta, benim gibi kaç kişinin daha kalbi, yerinden sökülmüştü parçalanarak. Beynime kök salmış örümcekler günden güne ele geçiriyor ve yiyordu bedenimi. Sağlıklı olarak hiçbir şeye karar veremiyordum artık. Tek istediğim çekip gitmekti. Yalnız, sade ve yalın bir şekilde. Kaç defa toparlayıp kaç defa yerleştirmiştim bavulumu. Kaç defa koymuştum esmerimin fotoğrafını ve kaç defa kesmek istemiştim hayatımı yarıda. Hayata göğüs germek beklide benim harcım değildi.

Sınava girmemde engellenince, artık hayattan tamamen kopmuş ve bana biçilen hayata kendimi hazırlıyordum. 2004/04/08 tarihli düğün tarihimi her kez iple çekerken ben ise sanki öleceğim güne yaklaşıyormuş gibi  korkuyordum.

Okullar kapandıktan iki hafta sonra babam beni annem ve iki erkek kardeşim olmak üzere İzmir Karaburun’daki yazlığımıza göndermişti. Ünal ve ailesi de düğün olmadan oraya gelecek, Orada tatil yapıp düğüne bir hafta kala geri dönülecekti.

Düğüne dair her şey hazırdı. Tek hazır olmayan, benim her gün daha da fazla ızdırap çeken kalbimdi.

İki hafta sonra yazlığa Ümit’in en küçük kardeşi olan Erkan geldi. Erkan, on sekiz yaşında, uzun boylu, ela gözlü biraz uzun çehreli çok yakışıklı bir çocuktu. Onda sezdiğim çok garip bir şeyler vardı. Ve bu durum beni ona doğru itiyordu. Kısa bir zamanda kaynaşmış ve onu gerçekten sevebileceğimin ötesinde sevmiştim. Kendi kardeşlerimden daha da yakın geliyordu bana. Her gün birlikte denize gidiyor, bisiklete biniyor, farklı farklı şeyler yaparak birlikte vakit geçiriyorduk. Onu herkez den daha çok seviyordum. Hissetiğim şey aşk değildi. Peki ya neydi beni bu kadar ona bağlayan, onu bu derece sevdiren duygu. Ne tuhaftı ki Ümit’in ailesinden birisi bu derce bana yakındı. Bana acı veren Ümit ve yine acımı saran onun kardeşi. Onun yanında kendimi çok iyi hissediyor, birazda olsa Ceyhun’u unuta biliyordum.  Ve  diyebilirdim ki beni toparlayan ela gözlü kardeşimdir. Sadakat’ı, dostluğu, kardeşliği her şeyi onda hissetmiştim. Onu bu derece bana yakınlaştıran duygulardı bunlar. İki ay nasıl geçmişti onunla anlamamıştım. Sanki iç bir şey yaşanmamış gibi iki ayım dolu dolu geçmişti.

Evet iki ay geçmişti. Ümit ve ailesi Avusturya Graz dan yola çıkmış üç gün sonra Karaburun da olacaklardı.

Nasıl biriydi Ceyhun, ne severdi, nelerden hoşlanırdı, kişiliği, huyu suyu nasıldı?  Ona dair hiç bir şey bilmiyor ve tedirgindim. Düğünden dokuz gün önce görecektim onu ve bir ömür boyu katlanmak zorunda kalacaktım. Hiçbir şekilde yüzüm gülmüyordu. Kendimi zorlamam rağmen Ümit’e birtürlü tam anlamıyla yaklaşamıyor ısınamıyordum. Fakat bir taraftan da mutluluk
portreleri çiziyordum çünkü ne olursa olsun Erkan, Ümit’in kardeşiydi ve en ufak hatam Erkan’ı benden uzaklaştırabilirdi. Onu da kaybetmekten korkuyordum. En kötü zamanlarımda, tek dayanağım tek desteğim olmuştu bana.

Üç gün geçtikten sonra, babamlar ve Ümit de ailesi ile birlikte yazlığa girmişlerdi.

O kalabalığın içinde kendimi o kadar yalnız hissediyordum ki, kulaklarımı tüm söylenenlere kapatmış hiç bir şey duymak istemiyordum. Benim dışımda her kez çok mutlu idi. Tüm aile bireyleri dokuz  gün sonra olacak düğünümü düşünüyor ve konuşuyordu. Dokuz gün içinde eşim olacak yabancıyı tanımaya çalışacaktım. Yemek yiyişini, oturuşunu kalkışını, konuşmasını, hal ve tavırlarını tüm bunları sevmesem de hazmetmeye çalışacaktım.

Ümit geldiği günden itibaren her gün bana yaklaşmaya çalışıyor, benimle arasındaki mesafeyi yok etmeye  çalışıyordu. Kendince beni mutlu etmeye ve bu yolda elinden gelen tüm imkanlarını kullanıyordu. Aslında üzülüyor ve acıyordum ona. Benim yanımda olduğu müddetçe, biri insanın hayaliyle savaşmak zorunda kalacaktı. Benimle arsındaki mesafeyi asla aşamayacaktı. Aramızdaki mesafenin adı kocaman bir Esmerdi çünkü.

Ceyhun’a deli gibi aşık olduğumu oda biliyordu fakat nasıl bu durumu kabullenebiliyordu, anlamıyor ve şaşkınlıkla bana olan sevgisinin boyutunu düşünüyordum. Ya çok gurursuzdu ya da gerçekten beni çok seviyordu.

Yazlıktaki altıncı günün sonunda Banaz’ a dönmüştük. Tüm hızıyla düğün hazırlıkları devam ederken, ben ise hiç bir şeyle ilgilenmiyor sanki düğün benim için yapılmıyormuş gibi hiçbir şeye elimi sürmüyordum. Çektiğim acı ve kederi içime gömüyor sanki mutluluktan uçuyormuş gibi etrafıma gülücükler saçıyordum. Misafirler geliyor misafirler gidiyor, çeyizler hazırlanıyor, alışverişe çıkılıyordu. Ben ise sadece beden olarak bu aktivitelerin içinde yer alıyor, ruhen hala o yumuk gözlü esmerin yanında konaklıyordum.

Sevip kavuşamamak ne acı. Her günkavuşmayı beklerken, bir gecenin sonunda ve bir sabahın başlangıcında yenihayatlara başlamak ne kadar zor…. Sevdiğinin uğruna ne yangınlara atıyor insan kendini, nelerden vazgeçiyor….. (Devam edecek)

Ayşen OKTAY
www.kafiye.net