Duygularımı Astım Dar Ağacına

Ben, deli dolu hayatı gelişine göre yaşayan, 14 yaşında daha yeni yeni genç kız edasına bürünmeye çalışan, neşesini ne olursa olsun hiç kaybetmeyen, kimseye eyvallahı olmayan, hiç bir şeyden korkmayan ve yılmayan ‘’ Şeyda ’’. Rüzgarda savrulan yapraklar misali, oradan oraya, hayat beni ne tarafa savurursa o tarafa doğru koşuyordum. Taki birisi karşıma çıkıp, dur diyene kadar.

Çekirdek bir ailenin en büyük çocuğu idim. Dedem, babaannem, annem, babam ve iki erkek kardeşim olmak üzere, yedi kişilik bir aileydik. Babam serbest meslek sahibi, annem ise babamın açtığı bir markette vaktini geçirmekteydi.

Evimiz, gittiğim lisenin hemen arka tarafında içerisinde hemen hemen her türlü meyvenin yetiştiği, büyük bahçeli bir evdi.  İçinde cıvıl cıvıl gülüşlerin saçıldığı, gülücükler saçıldıkça güneşin adeta yeniden canlanışını izlediğim ve ömrümün en güzel günlerinin o bahçede geçtiğini anlıyordum.  Nerden bile bilirdim ki o yılın hayatımı bu kadar değiştirebileceğini.

Liseye yeni başlamıştım. Okulun zili çaldığı an apar topar kalkıp, uyku mahmuru halinde okul gömleğimin düğmelerini yolda ilikleyerek okula koşardım. Hiç bir şeyi umursamadan okula gidip geliyordum. Hem okula gelip gidiyor hem de benden on iki yaş küçük olan kardeşim Kerim’e bakıyor ve tüm evin işini bir çocuğun becerebildiği kadar ben yapıyordum.

Bir gün okul zilini duymamış olmalıyım ki annemim;

_ Şeyda, kızım kalk, geç kaldın okula, sesiyle uyandım. Hemen toparlandım, kravatımı elime aldım ve koşa koşa okul kapısının yolunu tuttum. Okul kapısının önünde, saçları dalgalı on sekiz veya on dokuz
yaşlarında bir erkek, kolunda nöbetçi örgenci armasıyla;

_ Koş Koş! ‘ diye bağırdı kapıdan içeri girerken. Arkasındanda, sanki yıllardır samimiyetimiz varmış gibi;

_ Nerdesin kızım, bu saatte okula mı gelinir’ diyerek söylendi.

Hangi cesaretle bana böyle hitap edebiliyordu anlam veremiyordum. Benim ise sert bir mizacım vardı. Babamın beni yetiştiriş tarzından olsa gerek ki erkek çocuğu gibi idim. En ufak bir kıvılcımda patlamaya hazır bir volkan gibiydim. Aslında bir o kadarda yumuşacık bir kalbim vardı. Kimseye kıyamaz, kimseyi üzmemek için elimden geleni yapardım. Kaşlarımı çatarak;

_ Sen neyin hesabını soruyorsun bana !!

Benim bu cevabıma şaşırarak ve diyecekte hiçbir söz bulamayınca gayet sakin bir şekilde;

_ Koş hadi koş. Hocalar derse girdi, bana cevap yetiştirmeyi bırak’ diye cevap verdi.

Bir an için göz göze gelmiştik ve ben sonrasında koşa koşa kravatımı boynuma takıp, düzelttiğim gibi sınıfa girmiştim. Sınıfta kimya hocamız Hasan Kollu  vardı. Yine her zaman ki gibi kendi halinde bir şeyler anlatıyordu. Söylediklerine kimse kulak asmıyor, kimse umursamıyordu. Adeta, derin bir kuyudan geliyormuş gibi bir uğultu vardı sınıfın içinde. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Ben ise hala kapının önündeki o esmer çocuğa bakıyor ve onun kim olduğunu düşünüyordum.

Oysa hayatımın iki buçuk senesini, en güzel yıllarımı onunla geçirecektim. Onun yumuk gözlerinde boğulacak, o nefes aldıkça ben cehennemimi hazırlayacaktım.

Günler hızla gelip geçiyordu. Her sabah onu görüyor, göremezsem de görmek için elimden gelen çabayı sarf ediyordum. Farkında olmadan, yemek yerken, konuşurken, yatarken, gezerken bile aklıma geliyordu. Bu akla gelişlerin sebebini bir türlü çözemiyordum.,

Yağmurlu bir kış gününde, öğle yemeği için arkadaşlarım Sevil, Fatma, Gülcan ve Sevgi ile eve gitmeyip kantinde yemek yemeye karar verdik. Kantine indiğimizde, kantinin müzik bölümünden gelen şarkı kulağıma çarpıyordu. O zamanın popüler şarkılarından biri çalıyordu fakat okul için çokta uygun olamayan bir parçaydı. Müzikleri paylaşan ise yine o esmerdi. Sırf onunla konuşa bilmek için, şarkıyı bahane edip o bölümün kapısına doğru yöneldim. Kapıya doğru giderken kalbimin hızını ölçemiyor, nefesimi kontrol edemiyordum yalnız bu durumu ona hissettirmemek için elimden gelen çabayı gösteriyordum. Ellerim titreye titre ye kapıyı araladım ve gayet kendimden emin bir şekilde;

_ Şu müziği değiştirir misin, bu ne böyle? Burası okul, meyhanede değiliz….

Aslında şarkı her ne kadar ağır olsa da güzel bir parçaydı. Fakat ona ulaşmak için bana bahane olmuştu.

Gayet sakin ve olgun bir şekilde, sanki yetişkin bir adamın edasıyla kafasını kaldırıp, gözlerimin içine hafif bir şekilde gülümseyerek baktı ve:

_ Sen ne istersen söyle onu çalayım’ dedi.

O nasıl bir gülümsemeydi, nasıl bir ses tonu vardı, nasıl bir varlıktı ve nasıl bu kadar yakışıklıydı. Cevap verecek gücüm kalmamıştı, gülümsemesiyle adeta rüyalar aleminde yolculuğa çıkmıştım. İşte o an bu akla gelişlerin cevabını bulmuştum. O esmere aşık olmuştum ve onunda bana karşı hislerinin olduğunu biliyordum. O sıcacık bakışıyla hayatımın anlamsızlığı yerini, çiçek bahçelerinde yeni yeni adım atmaya başlamış bir çocuğun sevincine bırakmıştı.

Kor oldum gözlerine batkımda sevgili
Yandım tutuştum gülüşünde sevgili……. (Şeyda)

Artık okula gelmemin bir anlamı vardı. Uğur’um Esmerim vardı. Hayat, yeni yeni ifade kazanıyordu benim için, her şey öyle güzel gözüküyordu ki gözüme adeta uçuyor, kanatlarım yere doğru hiç eğilmiyordu. Gökyüzünün en uç noktalarında dolaşıyordum sanki.

Okulda günler ilerlerken ondan etkilendiğim, hatta hızla ona doğru koştuğum arkadaşlarım tarafından öğrenilmişti. Her onu gördüğümüzde, artık arkadaşlarımdan kim varsa yanımda ;

_ Seninki geliyor Ayşen, sana bakıyor kızım baksana’’ diye söylenmeleri bile bana o kadar tatlı geliyordu ki. Aynı şekilde onun çevresinde de ben, aynı onun bende ünlü olduğu gibi ünlüydüm. Birbirimizden etkilendiğimiz okuldaki her kez tarafından biliniyordu. Fakat ne o nede ben birbirimize olan duygularımızı dile getiremiyorduk.

Bir iki hafta sonra en sonunda beklediğim o an gelmişti. Yusuf’um benimle konuşmak istediğini söylemişti. Aslında utanıyor,korkuyor ve yanına gitmeye cesaretimi toplayamıyordum. O ise gayet rahat tavırlarıyla dikkatimi çekiyordu. Ya benim kadar sevmiyordu ya da erkelerin tavrı ve dünyası bu şekildeydi. Bunu o zamanki çocukluğumla çözemiyor anlayamıyordum. En sonunda cesaretimi toplayıp, okulun ön bahçesinde, gayet kendinden emin bir şekilde, kantinin demir parmaklı camlarına yaslanmış beni bekleyen esmerimin yanına gittim. Öylesine utangaç öylesine tuhaf bir halim vardı ki, yüzüne bile bakamıyordum. Yüzünde hafif hafif gülümsemelerle ve oldukça çapkın tavırlarıyla aniden;

_ Benim kız arkadaşım olur musun ?

Olduğum yerde donmuş kalmıştım. Aslında içimde fırtınalar kopuyor, gözlerine bakamıyor ve kendimi boynuna sarılmamak için zor tutuyordum. Yüzümde daha önce hiç ama hiç hissetmediğim bir yangın, ellerimde titremeler ve neden olduğunu çözemediğim heyecanıma karışmış bir korkunun içerisinde buldum kendimi. Oysa günlerce onu beklemiştim, bana gelmesi için. Neydi tüm bu olanların sebebi. Adına aşk dedikleri şey bumuydu yoksa….. Bin bir güçlükle yüzümü hafiften kaldırarak;

_ Evet’ dedim.

O evet kelimesi ağzım dan öyle zor çıkmış, öyle komik bir halim vardı. Hala şimdi bile hatırlayınca, yüzümde hafif bir tebessüm oluşur.

Öyle çok seviyordum ki onu, her anım dolu dolu geçiyordu onun yanında. Okulun tozlu topraklı bahçesi, eskimiş duvarları bile onun yanında cennet kapılarından içeri girer gibiydi. Rüyalarımın en güzel kelebeğiydi Uğur’um. Yumuk yumuk gözlü, yuvarlak çehreli, dolgun dudaklı Esmerim. Sanki güneş’in altında kalmış, kurumuş bir buğday tanesiydi.

Sonbahar aylarına doğru okulun bahçesinde yine yakın arkadaşlarımdan olan Belma ile söğüt ağacının altında hem sohbet ediyor, hem de ben söğüt ağacının üzerine Uğur’umun ismini farkında olmadan kazıyordum. Nerden geldiğini anlamadığım bir mobilet sesiyle, Uğur yanımızda belirmiş yine o çapkın tavırlarıyla bir şeyler soruyor ve gülümsüyordu.

Ben ise son baharın getirdiği hafif esintili havanın altında, bir elimle sağa sola uçuşan eteğimi, bir elimle ise ağaca kazıdığım ismini kapatmaya çalışıyordum. Utanıyordum. Küçüktüm. Sevginin utanılmayacak, aksine gurur duyulacak bir şey olduğunu bilmiyordum.

Sevgisiz insan neye yarar ki dünyada, bom boş, hissiz ve acımasız. Sevmeyi bilmeyenlerin utanması gerekirken ben neden utanıyordum anlamıyordum. Yinede her şey mükemmeldi. Seviyor ve seviliyordum, en azından bunun farkındaydım. Ağaca yazdığım ismini kapattığımı gören Esmerim;

_ Çiçeğim ne oldu’ diyerek seslendi.

Ben onun çiçeğiydim. Evet çiçeği, öyle söylemişti. İçimden bir daha söylesin diye Allaha yalvarıyordum. Çiçeğim… Bu söz kimsenin ağzında bu kadar tatlı olamaz ve bu kadar kulağa hoş gelemezdi. Yada bana öyle geliyordu. O anda hiçbir şekilde sorusunu cevaplayacak gücüm yoktu. Dizlerimin bir anda bedenimi taşıyamayacağını hissettim ve saniyelik gözlerinin içine baktım. İşte o an artık onsuz olamayacağım, nefes alamayacağım ve dünyanın onsuz dönmeyeceğini anladım.

Dakikalar sonra benden telefon numaramı istedi. Telefonuma onu, babamın verdiği korkuyla kız arkadaşımın ismiyle kaydetmiştim. Evet ne kadar komik ki öyle kaydetmek zorundaydım. Çünkü biliyordum ki babam asla bu duruma müsaade etmeyecekti. Biraz sohbet ettikten sonra okulun çıkış zili çaldı ve dağılmak zorunda kaldık.

Akşamüzeri eve gidip tüm evin işini bitirdikten sonra odamı toplamak üzere odama girdiğimde yastığımın altında saklı olan telefonumun çaldığını fark ettim. Arayan oydu. Elim ayağım karışmış ve nasıl konuşmam gerektiğini bilmeden telefonumu açmıştım. Aşk böyle bir şey olsa gerek. Biranda karşına biri çıkar ve hayat hem tatlı, bir o kadarda karmaşık bir hal alarak geri cevap verir. Telefonu açtığımda ses tonum tedirgin bir şekilde;

_ Efendim’ dedim

_ Nasılsın çiçeğim…..

Kısık sesiyle konuşuyordu oda benim gibi. Aslında benden başkası duyuyordu onun sesini fakat oda benim gibi her şeyden tedirgin ve korkuyordu. Babamın neler yapabileceğini oda az çok tahmin edebiliyordu.

_ İyiyim tatlım ya sen?

_ Evdeyim birtanem, seni özledim….

Konuşmanın en güzel anında birden bir ses Şeyda, Şeyda……… Biranda elim ayağım karışmış ve kapatıyorum diyerek telefonu kapatmıştım. Seslenen ortanca kardeşim Mustafa’ydı. O telefonu kapatmak öyle zor gelmişti ki o anda, sanki biri bana zorla bir şeyler yaptırıyordu. Herhalde hayatta hiç kızmadığım kadar kızmıştım kardeşime. Aslında öyle komikti ki durumum, yani yedi, sekiz yaşlarında bir çocuk gibiydim. Aslındada bir nevi öyleydim.

Ben birinci sınıfa giderken, esmerim ikinci sınıf muhasebe okuyordu. Birbirimizi sadece teneffüs aralarında görebiliyorduk. Fakat tüm imkansızlıklara rağmen her şey çok güzeldi ve tertemizdi.

İzmir/10.06.2013
Ayşen  OKTAY
www.Kafiye.net