SAKLIMDAKİ SEVGİLİYE  

Haydi dedi Cemil çocukluktan beri kardeşten öte olan Davut’a. Hadi bu akşam sahile gidelim, bir semaver çay söyleyelim kendimize birde nargile fokurdattık mı deyme keyfimize.

Tamam dedi Davut, köhne bir çay evi var ya oraya gidelim mistik bir havası var hem de dingin bir ortam.

    Ellerinde kuruyemişçiden aldıkları tuzlu çekirdekleri çitleye çitleye sahile doğru yürümeye başladılar. Konu eskilere taa eskilere gitti. Ne kadar da çok şey paylaşmışlardı. Birbirleri için gözlerini kırpmadan canlarını verirlerdi. Bakışmalardan ne demek istediklerini anlardı bu kardeşlikten ileri olan dostluklarında.

   Cemil’in bir derdi vardı belli. Bir türlü söyleyemiyordu. Hangi konu açılsa dalıp gitmekte suskunlaşmaktaydı. Hal bu ki Cemil konuşmaya başladı mı sustura bilene aşk olsun. Sanki Davut’un sormasını bekleyen bakışları vardı. Artık dayanamadı Cemil konuya girdi. Bu istediğimi yalnız sana anlata bilirim dedi. Biliyorsun annemin ölüm haberini aldığımdan beri telefon kullanmıyorum. Geçenlerde amcamlara gitmiştim ya orda biriyle tanıştım. Apartmandan çıkarken göz göze geldik ve o an sanki işte dedim. Bu anı beklemişim yıllarca diye görünce onu. Davut lafa atıldı hemen. Kimi gördün. Hangi çağdayız be kardeşim yıldırım aşkı diye bir şey yok.  

    Hoşlanmışsın dır bilirim seni çabuk heveslenirsin tutulursun bu da öyle bir şey olmasın. Yok, be kardeş der Cemil. Bu öyle değil bunu kalbimde hissettim. Yaşamadım bu duyguyu hiç.

Eee anlat bakalım kardeşim benden ne istiyorsun. Ne yapa bilirim senin için. Hele sen de bakayım bu kız kimdir nasıl birdir ki seni etkiledi bir bakış da. Bu arada sahile gelmişler bir köşede uyuklayan

   İbrahim dayıya seslenip çay ve nargilelerini istemişlerdi bile. Eski masayı dalgaların yakınına taşıdılar. Sanki Cemil anlatmak istediklerini dalgalarla sevdiğine ulaştırmak ister gibiydi. Davut biraz üstüne gider gibi oldu ama Cemil eskiden olsa hemen sinirlenirdi şimdi tepki yok. Sanki bedeni burada kendi başka yerde. Kısık bir sesle ismi Nazlı dedi. Minyon tipli dalgalı saçlı, gözler ela ama sessiz mi sessiz. Hani yüzene bakarsında kızaranlar olur ya mahcubiyetten işte böyle birisi Nazlı dedi. Davut aynen ben desene. Çok doğru dedi aynı sen sadece cinsiyetiniz farklı. Kardeş senin numaranı vere bilir miyim Nazlı’ya.? Tek haberleşme imkânımız bu. Nasılsa bütün gün beraber sayılırız. Davut biran düşündü sustu. Dostu bir şey istemişti hayır mı diyecek di. Neden olmasın dedi vere bilirsin. Cemil’in mutluluğu nargileye yansımıştı sanki fokurdama sesleri melodi gibi çıkmakta dalgalar ise alkış tutmaktaydı bu ana. Daha fazla durmanın gereği yoktu hemen telefonu aldı Nazlı’yı aradı. Davut’la tanıştırdı araya bileceğini söyledi bu numaradan artık. Ne hoş dakikalardı artık hasret çekmeyecek di telefonla da olsa. Her gün bir iki mesaj derken mesajlar yerini konuşmaya bırakmıştı. Saatler yetmez olmuştu. Davut olanları memnuniyetle seyrediyor dostunun mutluluğunda az da olsa payı olmasından dolayı seviniyordu. Her birliktelik de olduğu gibi arada Cemil’le Nazlı tartışıyor ayrılmaya karar veriyorlardı. Bu durumda Davut büyük bir çaba harcayarak aralarını düzeltmeye çalışıyordu.

Yine böyle bir günde Davut saatlerce Nazlı ile konuşmuş dostuyla barışmalarını istemiş di. Ama Davut için sıradan olan bu iş bugün farklıydı. Yatağa uzandı ve gözlerini kapayınca Nazlı’nın sesi görüntüsü beyninden gitmiyordu. Ne oluyor Davut dedi kendi kendine. Yakışır mı sana dostunun sevdiğini düşünmek. Ama duygularını frenleyemiyordu. Yoksa ilk tanışmalarından bu yana bir tohum mu vardı sevgi üzerine içinde. Bugün de o tohum güneşi görünce toprak dan fırlamışçasına göklere doğru bırakmıştı kendini. Olur, muydu nasıl olmuştu bu duruma gelmişti duygular. Kızdı kendi kendine yakıştıramadı. O senin kardeşin neler yaşamıştık neler atlatmıştık sırt sırta. Şimdi o sırta hançer sokmak yakışırımıydı kardeşliğe dostluğa. Yoksa şarkılarda olan ‘’sen arkadaşımın aşkısın’’ dizeleri yaşamına mı karışmıştı. Kendi kendisiyle kavga ederken bir mesaj geldi telefonuna.

 Dışarı da güzel bir yağmur yağmakta, gökyüzü ağlıyor sanki.

Sanki yeryüzü temizlenmekte, yeni bir sayfa açmakta yeni aşklara.

—Dışarı çıkar mısın?

Davut ne yazacağını bilemeden sadece,

— OK yazmıştı.

Nazlı hemen karşı mesaj yazmış.

—Şimdi kafanı kaldır ve benim için gökyüzüne bak.

Ayı gördün mü sanki yağmur damlaları daha da parlatmış

Derin bir nefes çek ve beni düşün.

Nazlı arada mesaj yazardı ne vardı ki bunda Cemil’de yanında olurdu ona verirdi o anlar telefonunu. Yoksa yoksa Nazlı’da mı karşılıksız değildi. Ooffffff dedi ne çıkılmaz bir durum.

Hemen Davut mesaj atmaya karar verdi.

—Cemil şu an yanımda değil. Evdeyim ben..

—OK..

—Sen onun yerine dediğimi yapar mısın?

—OK..

Nazlı istemiş Davut yapmış zaman epey ilerlemişti. Bu nasıl bir şeydi. Nasıl ortak yanları bu kadar çok olabilirdi. Ruh ikiziydi sanki.

Nazlı bir soru daha yöneltti sabaha karşın mesajında.

—Nasıl bu geceyi beğendin mi?

Davut:

—-Cemil mi? Ben mi?

Nazlı:

—O na soruyorum ama. Madem o yok sen cevap ver onun adına.

Davut’un bu durum hoşuna gitmişti. Cemil’in yerine cevap verecek di. Böylece kendi duygularını söylese de söylememiş olacaktı.

 Nazlı kendi adına sormuş, Davut Cemil’in adına cevaplamış. Rahatlamıştı içindeki sevgiyi haykırmıştı başka bir beden de. Ama Nazlı’nın sorusu geldi birden..

—Az önce bir şey söyledin. Deli gibi severdim diye. Eğer Cemil söyleseydi deli gibi seviyor demen gerekmez miydi?

Biranda saatlerce konuşan Davut susmuş boğazına düğümlenmişti kelimeler. Artık olan olmuştu. Yakalanmıştı daha ne bekliyordu.

—Evet…Evet..

Sanırım senle konuşurken Cemil gitti ben geldim. Kardeşimi hançerleme pahasına ben geldim yüreğinde yüreğimin yeri var mı?

Şimdi susma sırası beklenmedik soru karşısında Nazlı’ya gelmişti..

—-Aya bakarken yüzüne düşen yağmur taneleri sana cevabımı vermişti. O damlacıklar gözümden ve kalbimdendi dedi ve sustu…

Artık aşk ateşi sarmıştı ikisini de yasak olsa da. Cemil’de gitmişti başka şehre. Ayrılmışlardı herkes kendi yolunu seçmişti. Çılgınca aşklarını yaşıyorlardı. O ana kadar yaşamadıkları heyecanı, duyguları birbirleriyle paylaşmanın zevkini duyuyorlardı derinliklerinde.

Liseli âşıklar gibi parklarda buluşuyorlar, bazen kendilerinin de anlam veremedikleri konulara kahkaha atıyorlardı. Bu nasıl olurdu böyle aşk olurmuydu. Hiç zaman geçmesin istiyorlardı yan yanayken. Bir kâğıt helvayı paylaşmak bu kadar mı lezzet verirdi içinde sevgi oldu mu içten gelen. Sevmek hissetmeydi ama bedenen hissetmek değildi. Bakışlarla yürek den hissetmek. Daha el ele değmemişti bu alev alev yanan aşk da. Nasıl bir aşk ki el ele bile tutuşmaya gerek görmüyordu bu senaryonun oyuncuları. Nasıl bir bağ nasıl bir iletişim vardı yürekler arasında. Ama zaman hızla akarken kaybetme korkusu sarmıştı alevlendikçe aşkları. Ya bir şey olurda göremeselerdi birbirlerini. Düşünmek istemeseler de beyinlerini kurcalıyordu bu ihtimalde. Zor kararı verme zamanı gelmişti artık. Dost olarak kalalım dediler. Gözyaşları sel olup akarken. Sanki o ilk mesajı yazdığı akşam gibi. Aşkımız dostluk aşkı olsun. Yoksa bu sevgi ikisine de acı verecekti zamanla. Birbirlerini kaybetmektense aşklarını duygu mezarlığına gömüp dost olmayı başarmaları gerekiyordu. Bu sevginin kutsallığını gizemini bozmamak için mecburdular buna. Mahremlerinde saklı bir günah dı bu aşk saklı kalması gereken bir kendilerinin bileceği.

   Birbirlerini yüzüne baktıklarında belli etmeseler de Cemil’’i görüyorlardı. Suçluluk mu duyuyorlardı. Nazlı ayrılmıştı sevmiyordu artık. Cemil’de uzun zaman olmuştu aramayalı. Davut’ta eskisi kadar sık görüşmez olmuştu dostuyla. Söyleyecek söz bulamıyordu. Nasıl derdi Nazlı’yı sorduğunda dostuna. Biz Nazlı’ layız diye. Kısa zamanda ne kadar dolu anlar yaşamışlardı. Her anı aşk kokan sevgi kokan.  Saf ve gönülden. Art niyetten uzak bedenen değil içten bir sevgi. Her iki tarafa da sonunda tat yerine acı, ayrılık kalırdı.

Aradan yedi ay geçmişti. Her gün sevgilerini haykırmakta idiler dostça.  Aşklarının önüne birlikte duvar ördüler yanlışa düşmemek için. Ama ne duvar bir tarafından bakınca diğer tarafı görülen ama aşmaya kalkınca dur diyen.

Ve Nazlı’nın telefonuna bir mesaj geldi o sabah..

—-Ben geldim. Bak senin için telefon bile aldım. Sensiz yaşayamayacağımı anladım. Görüşe bilirmiyiz.

—Nazlı bir süre mesajı görmezden geldi. Ama en azından son bir kez görüşüp bitirmeliydi bu ilişkiyi kökten. Hemen Davut’u aradı Cemil görüşmek istiyor diye.

Davut biliyorum dedi. Beni de aradı senden bahsetti dakikalarca. Yine sizi barıştırmak kavuşturmak birbirinize bana düştü.

Seni artık sevemem diyemeyeceğim. Aksine sevgim daha da bir artarak sürecek. Acı çekeceğim belki benle olması gereken biri şu an başkasıyla diye. Sen nefes aldığım her an da içimde olacaksın beynimde olacaksın ama dostum için bunu yapmaya mecburum.

  Nazlı karar vermişti. Yok, bu böyle olmazdı. Rol yapamazdı. Hem kendine hem de iki arkadaşa hayatı zindana çeviremezdi. En iyisi bitirmekti.

Cemil ve Davut’la ayrı ayrı zamanda konuşarak ayrılma kararını açıkladı. Her yağmur yağışında Davut’a tek mesaj, gözyaşlarım yere düşmesin dışarı çık ve kafanı kaldır. Hisset beni.

    Nasıl hissetmezdi Nazlısını. O değilmiydi ilk tanıştıklarında sevgisini kalbine gömen. O değimliydi Cemil yanında konuşurken yüzü gülerken kızılcık şerbeti içen. Duygularına dur diyen.

  Erkek ağlamaz sözünün aksine gözyaşları geceler boyu akan. Her yağmur yağışın da Nazlının sokağında yürüyen.

   Ne zormuş yaşarken ölmek, ne zormuş severlerken sevilirken susmak.

Susmanın aslında bir haykırış bir çığlık olduğunu öğrendi..

Susuyorum çünkü haykırıyorum sevgimi Nazlıma diyordu kendi kendine..

Her yağmurda Nazlı damla olup bu sessiz çığlığa koşuyordu….

Sen benim mahremimde saklı bir sevapsın,
Bir ben bileceğim seni bir ben…
Saklımda kalan sevgili…  

Sen benim mahremimde saklı
bir günahsın,
Bedelini ödeyeceğim bir günah,.
Saklımda kalan sevgili…

Sen benim mahremimde saklı bir seda,
Kimsenin duymadığı bir seda,
Saklımda kalan sevgili.. 

Sen benim mahremimde saklı bir kalp,
Yalnızca benim için çarpan,
Saklımda kalan sevgili.. 

Sen benim mahremimde saklı bir buse,
Yüreğime değen buse,
Saklımda kalan sevgili. 

Gürhan Olcaytürkan
01.05.2010 Libya
www.kafiye.net