Sevilmekten banane

Sevildiğimizi hissettiğimiz zaman mı gerçekten sevildiğimiz andır? Kimbilir belki de hissedemiyoruz diye yaşama küstüğümüzde gözümüzü kapatmış mı oluruz önümüze sunulan gerçek sevgiye…

Sevilmek ne ki diye sordum bugün kendime… Sevilmek… Sevilmek… Sevmek… Hissetmek….. Diye diye, düşünce iklimlerime doğru mırıldandım dilimin döndüğünce. Değerli hissetmek kendini…. önemli hissetmek, birileri için yaşamak istemek dedim belki de… Yaşamak önce kendin için olmalı diye öğrenmiştik oysa.. Sevmek önce kendimizden başlarsak haklı bir eylem diye eğitilmiştik yıllarca.. Ama neden ben sevildiğimi hissetmediğim zaman kendim de sevemiyorum kendimi… ve neden sevilmesem bile vazgeçemiyorum sevmekten. Ne ki sevmek o zaman…

Bir bakış, bir gülüş ya da bir sözden etkileniş mi? Bir düşe düşüp, hayal okyanuslarına derin bir dalış mı? Göz göze bakıp, yürekten yüreğe kurulan kıldan ince kılıçtan keskin o billur köprüde düşmemeye çalışırken, her an yanış mı? Offoff…

Sevmek… Sevmek, yüreğinin en nadide duvarlarına tek tek gülüşlerini çizmek… Gözlerinden taşan ışığı her bakışında yudum yudum içmek, içtikçe o ateşi serinlemek. Elinde arayıp da bulamadığın parmak izlerini, yüreğinin odalarında Karunun hazinelerine öykünürcesine biriktirmek. Sonra tam da kokusunu unuttuğun bir anda, bir olaydan ansızın anımsayıp sevinci giyinmek.

Ya da sesini duyduğunda ömrümün sonuna dek duymak istediğim ses işte bu deyip kendine bundan sonra onsuz bir hayat yaşayamayacağını telkin etmek ..

SEVİLMEKTEN BANANE!…

Sonra bir an tam da dalıp onlu bir hayat uykusuna, hem de tam sevildiğini hissetmeye alıştığın bir anda karanlıklara düşüvermek oracıkta… Elin boğulduğun boşluktan üşümüş, yüreğin karanlığın labirentlerinde yitip bitmiş, benliğin uçsuz bucaksız dehlizlere hapsedilmiş… Yalınayak buluvermek kendini ıssız bir resmin tam da ortasında. Koşmak… çığlık çığlığa hayal kırıklığınca koşmak çıkmaz sokaklarda…. nefes nefese kalıp durmak he köşe başında.. Kimsesizliğinin boynuna sarılıp ağlamak istemek yok olup gitmeyi dilemek doyasıya. Ama takılıp acı çığlığın boğazına, gözyaşın tıkanınca gözpınarına… nefessiz kalıp avuçlayıvermek önünde uzanan yalnızlığı, haksızlığın acı tadını çekmek hıçkırığına…

Bir el uzanıp silince sonra, akmayan gözyaşından yanmış yanağını… Sana gel ağla diye açınca gonca bir gül gibi bağrını sonra… Sığınmak o limana koltuk altında biriktirdiğin onca gözyaşınla. Tekrar ayağa kalkabildiğine sevinmeyi bile aklına getirmeden dizlerindeki yaraları, bilinmezliklere akıttığın onca kanı önemsemeden yürümek onunla. Karanlığın labirentlerini tek tek aşmak elele, küçücük bir ışığı bulma umuduyla hem de… Bir gün yine elin bomboş kalır mı diye düşünmek istemeden, gözlerine yine hayal kırıklığının tadı yağar mı bilmeden… Umudu umarsızca aşırmak yarınlardan…. Gül kokulu baharları yamalamak, yaralarına hayallerle ılık pansumanlar yapmak….

Buldum işte… Sevmek umud etmek belki de… Sevilmek umudunu her geçen gün çoğaltarak yenilemek sevdiğinle… Hayal dünyanın düş ülkelerinde sevdiğinin gerçek olmasını dilemek ve bir kuş uçurmak yüreğinden ona…. gümüş kanadında aşkını anlatan sözcükler uğurlamak heyecanla…masmavi bir gökyüzüne asıp isminin her hecesini, el değmemiş okyanuslara dalmak gözlerini bakışına her değdirdiğinde.

Sevmek bu işte… Deme sakın, sevilmek peki ne?… Böylesine eşsiz bir varoluş savaşı, yaşamına her gün güç katan bir enerjiyken sevmek, sevilmekten banane?

18.09.2010
Gülşen Eker
www.kafiye.net