14 Şubat Dünya Öykü Günü Kutlu Olsun.

Okumanızı dileyerek bir öykümü sunuyorum sizlere…

BENİ ALMAZLAR EVLAT

Tren Ankara’ya gece saat 24.00 ‘te hareket edecekti. Kenan Bey, eşi ve iki oğlu Arifiye otobüsüne bindiler. İstasyona gidebilmek için bir de dolmuşa binmeleri gerekiyordu. Dolmuş durağına geldiklerinde yüreklerinde şehrin üstüne kabus gibi çöken depremin izlerini taşıyorlardı. Her taraf karanlık, sessiz… Sokakta tek tük insanlar, bir çilenin hüznünü dokuyorlardı sanki kaldırımlara.

-İstasyonda ineceğiz usta, dedi Kenan Bey.

Sürücü itinayla durağa yanaştı, indiler.

Bekleme salonunda tren bekleyen başka yolcular da vardı. Kendini ısıtmaktan aciz bir sobanın etrafına toplanmışlardı. Oturdular soğuk sandalyelere. Başka bir aile daha geldi sonra. Tam karşılarına oturdu. Derken alnında ve yanaklarında derin çizgiler bulunan, kalın kaşlarının ve bakımsız sakalının korkunçlaştırdığı, elinde bastonuyla-biraz da kambur-bir ihtiyar adam girdi içeri. Karısı, Kenan Bey’in kulağına bir fısıltı halinde:

-Ne kadar korkunç yüzü var, dedi.

Geldi, yanlarına oturdu ihtiyar adam. Arada bir, kalın kaşlarının altından salondakileri dikkatli bir şekilde inceliyordu. Birkaç defa dışarı çıkıp geri geldi. Sonra Kenan Bey’e yaklaşarak:

-Hangi tren gelecek şimdi, diye sordu.

-Anadolu Ekspres, dedi Kenan Bey.

Trenin gelme saati yaklaştığı için hep birlikte dışarı çıktılar. Peşlerinden ihtiyar adam da çıktı. Bir iki dolandı, sonra bir şeyler mırıldandı. Ne söylediğini anlamamıştı Kenan Bey.

-Bir şey mi söylediniz, diye sordu.

-Beni almazlar evlat bu trene. Param yok, dedi ihtiyar adam.

Kenan Bey biraz düşündükten sonra:

-Nereye gidecekseniz söyleyin, ben yardım etmeye çalışayım, dedi.

-Polatlı’ya, hastaneye gideceğim. Tedavi görüyorum da, dedi ihtiyar adam.

Kenan Bey’in meraklı ses tonuna hüzün karışmıştı biraz:

-Tren bileti ne kadar?

-1 lira 40 kuruş.

Karısı usulca:

-Git sen al, ihtiyara bir bilet, dedi.

Tereddüt etmeden bilet gişesine yöneldi. Gişe görevlisi biletin 4 lira olduğunu söylediğinde Kenan Bey’in cebine giden eli, bir süre cebinde kaldı. O kadar parası yoktu ki… Bunu fark eden ihtiyar adam:

-Bu trene almazlar evlat. Yarın sabah Doğu Ekspresiyle giderim. O tren, 1 lira 40 kuruş, dedi.

Kenan Bey cebindeki paraları çıkardı, baktı.Tam 1 lira 50 kuruş. 1 lirasını ihtiyar adama uzattı:

-Al sana 1 lira…

İhtiyar adam, hiç çekinmeden Kenan Bey’in uzattığı parayı aldı. Bir süre dua etti. İçi rahat etmemişti Kenan Bey’in. O para da karşılamıyordu ki biletin bedelini. Cebinden çıkardığı son 50 kuruşu da uzattı:

-Al amca, 50 daha…

İhtiyar adam, o parayı da sıkı sıkı tuttuğu 1 liranın yanına yerleştirdi. Sonra derinden bir “ah” çekti ve eliyle istasyondan ötelerde bir yeri göstermeye çalıştı.

-İşte şurada, bir çadırda kalıyorum. Geceleri soğuk oluyor, üşüyorum. Dokuz nüfus kaybettim depremde, dedi ve Kenan Bey’in büyük oğlunu işaret ederek:

-Bu senin oğlun mu, diye sordu.

-Evet, benim oğlum, dedi Kenan Bey.

İhtiyar adam, tutulduğu öksürük nöbetinin ardından büyük oğlana:

-Annene, babana iyi bak oğul. Onlar bir daha ele geçmez. Oku, doktor ol. Beni de parasız muayene et olur mu, dedi.

Büyük oğlan” peki” dercesine başını salladı.

Elinde bastonu, sırtında eski ve kirli bir paltoyla yavaş yavaş uzaklaştı istasyondan. Besbelli çadırına gidiyordu.

-Hakkını helal et, dedi son olarak.

Kenan Bey, karısı, çocukları bir süre daha beklediler.

Soğuğun şiddetini örten acıma duygusundan, acı bir tren düdüğü ile sıyrıldılar.

-Tamam! İşte geliyor trenimiz, dedi küçük oğlan.

İnsanlar koşuştular sonra.

-Ama neden… Daha tren durmadı ki, dedi Kenan Bey.

Sesini hanımı bile işitmemişti. Hep birlikte onlar da koştular. Nihayet tren durdu. Nedense kimse trene binmek için çabalamıyordu. Biraz önce koşuşan insanlar, farklı bir telaşa bürünmüştü. Ne olduğunu anlamalıydı. Kalabalığın içine girmeye çalıştı. Hanımı ve çocukları da arkasından geliyordu.

-Siz durun, dedi Kenan Bey onlara.

Kalabalıklaşan yöne doğru yürüdü. Bir şeyler oluyordu ama ne? Bir gayretle kalabalığı yararak tren raylarına bakmaya çalıştı.Her kafadan bir ses çıkıyor, kimse ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Ay ışığı gecenin karanlığına yenilmişti sanki. Biraz daha, biraz daha derken kalabalığı iyice yarmıştı. Neler olduğunu anlamaya çalıştı. ”Aman Allah’ım!” dedi kısık sesle. ”Rayların üstünde birileri var.” Rayların üstünde yatan kimdi? Nasıl biriydi? Kim bilir ne derdi vardı? Beyninde beliren bu sorulara cevap bulmak ümidiyle biraz daha yaklaştı. Karanlığın içinde görmeye çalıştığı manzara hiç de hoş değildi…

-Dağılın, diye bağırdı bir görevli.

El fenerinden yayılan aydınlıkta tanıdı, bedeninin bir parçası kalan ihtiyarı. Eğildi, parçalanmış eline dokundu. Sağlam kalan parmaklarının arasında, biraz önce kendisinin verdiği paralar duruyordu.

-Ne yapıyorsun hemşehrim? Çekil oradan, dedi aynı görevli.

Sonra gazeteler örttüler üzerine.

“Beni almazlar evlat bu trene. Yarın Doğu Eksprese binerim. Polatlı’ya gideceğim, hastayım… Dokuz nüfus kaybettim depremde.” diyen sesi yankılandı raylar boyunca ve gecenin karanlığına karıştı.

”Beni almazlar evlat!

Artık ne tedaviye ne de paraya ihtiyacı olacaktı…

Kenan Bey, karısını ve çocuklarını oradan uzaklaştırdı.”

Beklediler, ne zamana kadar bekleyeceklerini bilemeden. Nasıl olsa bu dünyada zaten yolcu değil miydiler?

Ülkü Duysak
1999
www.kafiye.net