KÖR SOKAKLARIN SARHOŞU

Issız sokaklarda, kör sokak lambalarının altında kaybettiğim umudumu aradım. Çişeleyen yağmurda hüzünlerimden arınmak için usul adımlarla çıkmaz sokaklarda kayboldum. Gece boyunca havlayan köpek seslerini yoldaş edindim kendime. Sesime yabancı oldu kulaklarım, o kadar uzun zaman hiç kimse İle konuşmamıştım, bazen kendi kendime mırıldanmak istedim fakat sesimin çıkmadığını fark ettim.
Sesimi kaybetmiştim ben suskun gecelerde.

Bir gün bir şarapçıya denk geldim sapa bir sokakta, elinde sirkeden ucuz bir şarap şişesi vardı, adımları sarsak ve saçları aylardır tarak görmemiş gibi isyan etmişti havaya doğru. Gün batarken son Işık’larını şarapçının yeşil şişesinde saklıyor gibiydi. Onun kirli saçlarının arasından geçen güneş Işık’ları bana gökkuşağı rengi gibi geldi. Şarapçı İle yan yana geldiğimiz anda ondan bana gelen farklı kokular başımı döndürdü.
İki gündür ağzıma bir lokma yiyecek konulmamıştı, en son yarım paket peksimet yemiştim su İle. Şarapçıdan gelen soğan kokusu onun elinde tuttuğu plastik poşette lahmacun veya etli ekmek olduğunu gösteriyordu. O kokular beni daha da acıktırdı.

Şarapçı kokularını bırakarak geçti gitti yanımdan. Açlığın verdiği yorgunlukla ağır adımlarla yürüdüm sokaklarda. Akşam telaşı başlamıştı güneşin batışıyla tüm insanlarda, herkes evine gitmenin telaşı İle etrafında olanı biteni fark etmiyordu. Dükkanlara girerek akşam alışverişi yapıyor ve hızlı adımlarla evlerinin yoluna gidiyorlardı. Sokağın köşesinden başka bir alemden onları seyir eder gibi baktım insanlara. Görünmezlik elbisesi giymiş olmalıyım ki kimse beni farketmedi.

Güneş nazlı nazlı doğarken sabahları akşam hızla Batar ve hemen akşam karanlığı çöker sokaklara. Güneş battıktan birkaç saat sonra El ayak çekildi sokaklardan sadece evsizler kaldı sokaklarda. Bir şekilde eve gecikenler ise adeta koşar adım geçiyordu sokaklardan. Gene sokak köpeklerine kalmıştı sokaklar, onlarda sürü halinde sokaklarda havlama sesleriyle teftişe çıkmış gibiydiler.

Deniz kenarında bankta oturdum. Ay dolunaydı bu gece denizin üzerinde yakamozlar dans ediyordu. Uzaklardan balıkçı motorlarının sesleri geceyi yırtıyordu. Bir ateş gördüm balıkçı kayıklarının olduğu barınakta. Pek hayıra alamet gözükmedi çıkan alevler bana. O tarafa doğru yürüdüm en sonunda bir adamın elinde gaz bidonu İle diğer kayıkları da tutuşturmaya çalıştığını gördüm. Birisi beni fark etti ve koşarak benim yanıma geldi, kolumdan tutarak beni yanan kayıkların olduğu yere doğru sürükledi. Elimden kurtulabilirdim belki nedense hiç itiraz etmeden onun komutlarına uydum.
Yanan kayıklara yaklaştığımız zaman yüzüme ateşin ısısı geldi ve elim, yüzüm ısındı. Bu mevsimde geceler biraz serin olıyordu.

Kafama sert bir tahta parçası İle vurulduğunu anladım, başım döndü, gözlerimin önü karardı, kendimi boş bir çuval gibi bıraktım yere. Sabah uyandığım zaman başımda onlarca adamın olduğunu gördüm. Birileri omzumdan beni sarsıyordu, balıkçı barınağında eski divanın üzerinde uyuyup kalmışım, buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. Eski masanın üzerinde boş şarap şişeleri, sararmış peynir ve yarısı yemişmiş elma var. Önce bulunduğum yerde sonra da karakolda sorgulandım ben.
Beni kayıkları yakmakla suçluyorlar, daha da fenası o yanan kayıkların içinde birde adam yanmış ve onun katili olduğumu söylüyorlar.

Ben hem kayıkta yanan adam hemde onu yakan adam olmuşum biranda da farkına değilim. Başım dönüyor, uçuyorum siyah bulutlara doğru, hafifledim içi boş balon gibi havalandım.

Nejla BILGIN
www.kafiye.net