Rİ RA RO ROM 4

“Biz bir aileyiz Karin. İçerdekilere aldırma. İnan bana hepsi iyilerden. Bu konuyu daha sonra, senin hafızan yerine gelince tekrar konuşuruz.”

“Her şey için teşekkür ederim İzhak. Gerçekten her birinize bana verdiğiniz destek için teşekkür ederim.”

Gülümsediler ve kendileri için hazırlanmış çikolatalı sevgi keklerini yemek üzere salona geri döndüler.

Karin ,salondan bir süreliğine ayrılma ihtiyacı duydu. Banyoya gidip elini yüzünü soğuk suyla iyice bir yıkadı. Aynada kendine baktı. Mürekkep mavisi gözleriyle aynı renkteydi göz altları. Gözlerinin yorgun ifadesine takılıp kalmışken arkasında duran iğreti bir gölge görür gibi oldu, ürktü. Birkaç saniyelik tereddütten sonra arkasına dönüp baktı. Kimse yoktu. Yanağında küçük bir dokunuş hisseti. Yüreğinin bir köşesinde pusmuş korku damarlarında gezindi. Yalnız kalmaması gerektiğini düşünerek koşar adımlarla salona geri döndü.

Salona döndüğünde oranın eskisinden farklı ve daha kalabalık olduğunu düşündü.Daha önce hiç görmediği bazı kişiler vardı burada. Hatta….Hatta…Gözlerini ovuşturdu, açtı, kapattı, tekrar açtı. Başı dönüyor, silüetler birbirine karışıyordu..

Şan ‘ın omuzuna koyduğu eliyle kendine geldi.Etrafını gözden geçirdi.Her şey normale dönmüştü.

Komşuları Necla, Armina, Şevket, Kibar, Dombili, Patlıcan ve Çekirdek…Tam tekmil hepsi burdaydı.

“Çocuğum…”dedi Armina. “Sende nazar var. Kibar Hanım, kurşun döksün bak nasıl iyi gelecek.”

Kimsenin itiraz etmesine fırsat kalmadan hazırlıklara başladılar.

Dom ile Pat tek yumurta ikiziydi.Sadece dış görünüşleri değil huyları da çok benziyordu. Çok iştahlı, sevecen ve muziptiler. Şan’ın ikram ettiği çilekli gofretleri iki dakikada yalayıp yutmuş, başka tıkıştıracak bir şey var mı diye araştırmaya başlamışlardı bile. Dom, ağzındaki son lokmayı da nefessiz yutup masum bir ifadeyle Şan2ı kıstırıp gülümsedi:

“Abicim, şu kestane şekerlemelerinden azıcık yiyebilir miyiz? İçimiz kıyıldı da öyle değil mi Pat?

“Yuuuhhh!”dedi Necla.” Az önce kahvaltı ettiniz. Üstüne Maya teyzenizin çikolatalı kekini yediniz, yetmedi onun da üstüne çilekli gofretleri yalayıp yuttunuz. Beni de yiyin.”diye söylendi.

Dom, gayet sakin, halasının söylediklerinden biraz alınmış bir poza bürünerek:

“Haksızlık ediyorsun ama halacım.” dedi dudaklarını bükerek.

Pat, aciz ama muzip bir sırıtışla:

“Almayalım hala, sen pek dişimize göre değilsi.” dedi. İkizler kıkırdadı. Necla avucunun içini gösterdi önce, sonra sus işareti yaptı parmağıyla. Çocuklar halalarını ciddiye almış bir ifadeyle uslu uslu oturmak üzereymiş gibi bir köşeye çekildiler. Ancak çok uzun sürmedi. Sehpada duran patlamış mısır çanağını görünce, motor takılı bir tavşan gibi oradan oraya zıplayıp duran Çekirdek’i yakalayıp kafasını patlamış mısır dolu çanağa gömmeyi ihmal etmediler.

“Armina Hanım bunalmıştı:

“Hadi Kibar, ben olsaydım çoktan bitirmiştim bu işi…”

Kibar,firar etmiş koca memelerini yerleştirip Necla’ya seslendi:

“Neclaaaa!Çarşaf getir hemen.”

O ana kadar konuşmaları duymamıştı bile Necla. O, evdekileri tüm detaylarıyla inceleyerek zihninin bir köşesine istiflemekle meşguldü. Kibar’ın sesiyle kendine geldi ve diğerleriyle birlikte hazırlıklara başladı.

Salonun ortasına küçük bir tüp yerleştirdiler önce. Armina Hanım kocasının balıkçı oltasından aşırdığı kurşunları büyükçe bir kepçenin içine yerleştirdi. Bir tencerenin içine biraz su, bir parça ekmek, biraz soğan kabuğu, bir tutam yeşillik koydu.

Karin’i alıp salonun ortasında yere oturttular. Genç adamın başının üstünden geçirilen çarşafın bir ucunu Dom, diğer ucunu da Pat tutuyordu. Bu arada hala tıkıştıran Dom, kafasına bir şaplak yedi.

Kibar, küçük tüpün üzerinde kepçenin içindeki kurşunu eritirken Armina Hanım da içi su ve bilimum malzemeyle dolu tencereyi çarşafın üzerinde tutuyordu.

Eritilen kurşun tenceredeki suya boca edildi. Su ile buluşan sıcak kurşun öyle bir cosladı ki eğlenceli bir gösteri izler konumundakiler yerlerinden sıçradı. Çarşafı kaldırdılar ve Kibar’la Karin’i karşılıklı oturttular.

Kibar önce yağlı saçlarını düzeltti. Sonra sudan çıkardığı ve eğri büğrü binbir şekle girmiş kurşun parçasını incelemeye koyuldu:

“Nazardan göz göz olmuş valla.Elemtere fiş kem gözlere şiş.Tü tü tü tü tüüüüü…”

Kibar Hanım, kaçmak isteyen delikanlıyı eliyle zapt edip yüzüne kuvvetli bir nefes yolladı. Gerçekten de etkilenmemek mümkün değildi. .Özellikle de o muhteşem sarımsak kokusundan. Elbette delikanlı etkilendi, başı bir fırıldak gibi döndü, ruhu şöyle bir firari oldu da geri geldi.

***************************************************************************

Gece sebepsiz uyanan Karin, saate şöyle bir göz attı. Saat üçü beş geçiyordu. Gecenin sessizliğini bozan tik taklara eşlik eden bir kıkırdama duyar gibi oldu. Kulak kabarttı. Hiç ses yoktu. Mutfağa gitti, buzdolabını açtı, küçük otantik bir şişede pek çekici duran limonatayı başına dikti. Tadında bir gariplik vardı. Şişeyi tiksintiyle tezgahın kenarına bıraktı.

Bu arada yine bir kıkırdama sesi geldi.

“ Sana onu buzdolabına koymamanı söylemiştim.Sanki bizim orlarda buzdolabı vardı.İksiri içti bak.Daha içine altınbaşak otu katmamız gerekiyordu.Şimdi bir işe yaramaz.Sense hala gülüyorsun.

“Napabilirim…Kendimi alamıyorum kikirdemekten. Söyleyene bak sanki sen kikirdemiyorsun. Hem sen değil miydin tamadır,diyen. Boşşşverrrr, bol bol tuvalete gider.Hihihihikkki”

Muzip cin hala kıkırdıyordu.Yakalanmaktan korkan arkadaşı kendi kıkırdamasını zor bastırıyordu:

“Suss…Susss dedim sana.Sahina duyarsa çok kızar.Ben vakti geldi dediysem,hazırlıkları tamamlamanın vakti geldi dedim.Sen nerenle dinliyorsun beni.”

Muzip cin arkadaşına cevap vermek yerine poposunu gösterince diğeri de kıkırdamaya başladı:

“ Yandık! Kiki kikiii….Çabuk kıhhhii… gidelim buradan..kiki kiiikik..”

Ellerinde aşırdıkları nar taneleri güç bela mutfak tezgahından inmeyi başardılar.

Bu arada Karin bazı uğultular duyuyor fakat duyduklarına bir anlam veremiyordu.

“Kim var orada?Kim var diyorum?!? Çıldırıyorum galiba?!”

Muzip cinler tam fare deliğine yaklaşmışken ellerindeki nar taneleri yere döküldü.

“O oo!…Şimdi yandık…”

Karin, bu sefer onları görmüştü, fare olduklarını düşündü ve süpürgeyi kaptığı gibi o tarafa savurdu. Minik mucip cinler ucuz atlattı. Yakalanmak bir yana az kalsın ölüyorlardı.Son kez delikten bir göz atıp gideceklerdi ki onlara bakan Karin’den korkarak çığlık ata ata yola koyuldular.

“Bakıyor mu hala kikikik?”

Yürü hadi yürü boşver. Haahahahaha kikiki! Biz kendi işimize bakalım. Haha kikik.. Savaş çıkmadan hazırlanmalıyız…”

Bu arada şaşkın bakışlı bir genç mutfakta donakalmıştı:

“Çığlık atıp kikirdeyen fare de ilk kez görmüştü???”

Her ne kadar hala uykusu olmasa da daha fazla heyecanı kaldıramayacağını düşünüp bilinçsizce odasına gitti. Zamanın neresinde bilinmez, nihayetinde uykuya yenik düştü.

Sabah olunca mutfakta kikirdeyen fare olduğunu anlatmaya çalıştıysa da kimseyi ikna edemedi. ”Sana öyle gelmiştir.” diyerek konuyu kapatıyorlardı. Karin, çok ısrar edince mutfağın orasına burasına fare kapanı yerleştirmekle yetindiler. En azından ona öyle söylediler.

Devamı var

Gülşah TANAĞARDI
www.kafiye.net