Ormandaki tüm sesleri dinle… Ağaçları izle, hayvanları ve tüm yaşayan şeyleri… Kitaplardan öğrendiklerinden daha fazlasını bulacaksın. (Kızılderili sözü)

Rİ RA RO RUM

Karanlıkta dolanan soğuk bir ıslıkla birlikte gecenin geri çekilme zamanı geldi. Delikanlı, günün ilk taze nefesini çekti içine. Felaketten kurtulmuş yolcular gibi şaşkın doğanın sesini dinledi. Gövdesi yaşlı ama yaprakları hala umut dolu koca çınara yaslandı, kapattı gözlerini, düşüncelerinin karmaşasına teslim oldu. Ensesine dökülen kuzguni siyah saçları rüzgarda dalgalanıyor, bronz tenini okşuyordu. Bir süre sonra lacivertin ihtişamıyla kutsanmış gözlerini açtı, hafifçe doğruldu.

Karşısında duran ahşap yığınını görünce, yüreğini kaplayan öfkeye engel olamadı. Bu arada yağmurun habercisi, yüzü solgun bulutlar ortaya çıkmaya başlamıştı bile.

Topraktan destek alarak ayağa kalktı. Şöyle bir göz gezdirdi çevresine. Uzun boylu olmasına rağmen heybetli çınarın yanında ufacık kalmıştı. Ağacın yaprakları hafif ve ahenkli bir melodiyle hışırdıyordu. Omzunda hafif bir dokunuş hissedince dönüp baktı, ancak kimseyi göremedi.

Ayaklarını sürüyerek birkaç gün öncesine kadar evi olduğu söylenen, şimdiki hapishanesine doğru ilerledi. Etrafı çiselemeye başlayan yağmura eşlik eden toprak kokusu sarmıştı. Karin, yağmurun altında ıslanmaktan rahatsız olmamıştı. Aksine, su sanki vücudundaki tüm karamsarlığı yok ediyordu. Hiç acele etmedi. Evin önüne geldiğinde isteksiz bir tavırla cebinden evin anahtarlarını çıkardı. Bakırdan yapılma ve üzerinde Arapça yazılar bulunan anahtarın ne kadar ağır olduğunu düşünürken eve girdi.

Eşikten içeriye ilk adımıyla birlikte, tatlı bir meltem esintisi tadındaki o ses yine sardı etrafını:

“Hani hadre hani hadre timasu…Sanre hiccane bür izzakilay….”

Evin içerisinde çok hoş bir zencefil kokusu vardı. Koridorun tam karşısındaki mutfakta şen şakrak bağıra çığıra şarkı söylerken domates doğrayan ve muhtemeldir ki sesini güzel zanneden Maya, Karin’i fark edince gülümsedi:

“Oğlum kahvaltı masasını toplamadım. Gel bak zencefilli çayın da hazır.” dedi yüzünde sıcak bir tebessümle. Karin’in canı pek sıkkındı, dolayısıyla kahvaltı teklifini nazikçe reddetti.

Dün gece sonu gelmez kabuslar gördüğü için halsiz hissediyordu kendisini. Dinlenmeye ihtiyacı olduğun düşündü ve odasına gitmek üzere merdivenlerden yukarıya çıktı.

Küçük adımlarla yürüyor, gürültü yapmamaya özen gösteriyordu. Koridorun sağındaki odaların ilkinden gelen konuşma seslerini duyunca durdu, dikkat kesildi.Kendi adını duyunca konuşulanları merak ederek kulağını kapıya dayadı.:

“Karin ?..Şey sanırım aklı başında değil…”

“Olamaz! Ne olacak şimdi…Kesin sıkıntıya düşeceğiz… Zamanımız da kalmadı…”

Duydukları karşısında heyecana kapıldı. Konuşulanları daha iyi duyabilmek amacıyla nefes bile almamaya çalıştı, durdu, bekledi. “Bir dakika sus, sanırım dışarıda misafirimiz var.” dedi içlerinden radyo frekans sesli olanı. Bunu duyan delikanlı dehşete düştü. Gürültü yapmayı göze alarak koşar adımlarla odasına attı kendini ve arkasına dahi bakmadan hızla kapıyı kapattı. Ne yapacağına karar veremeyen şaşkın bir halde bekledi. Sonra kendisini fark eden biri olup olmadığına bakmak amacıyla eğildi, anahtar deliğinden dışarıya baktı. Önce bir karaltıydı gördüğü, ancak bir süre sonra gözbebekleri iri kirpiksiz bir gözle bakıştıklarını fark etti. Fırsat buldukça ısıran zehirli bir yılan dolandı tüm vücudunda. Dışarıya çıkıp bağırmak, bütün ev halkını başına toplamak geçti içinden. Tam da bunu yapmak niyetiyle aniden kapıyı açtı. Ancak görünürlerde kimse yoktu. Haykırışları boğazında düğümlendi ve çaresizce odasına geri döndü.

Yatağına uzandı. Bahar, son demlerinde olmasına rağmen yaz sıcaklığına izin vermiyordu. Kendisini güvende hissettiği ve kimsenin onu bulamayacağını düşündüğü sığınağına, battaniyesine sarıldı. Uyumaya çalıştı fakat kafasının içinde dönüp duran soru işaretlerinin, bedenini saran yorgunluğa yenik düşmeye niyeti yoktu. Odasından dışarıya çıktı ve az önce kendi hakkında konuştuklarını duyduğu odaya yöneldi. Kapının önünde tereddüt dolu birkaç dakikalık bekleyişten sonra kapıyı hızla açtı. Belki hala içerdelerdi ve onları suçüstü yakalayabilirdi. Kapının açılmasıyla birlikte yüzünü yalayıp geçen manolya kokulu rüzgar içini ürpertti. İçeride kimse yoktu. Hayal kırıklığına uğradı. Bir süre kapıda hareketsizce durup içeriyi inceledi. Soluk bir aydınlık gizemli karanlıkla boğuşuyordu. Kapının tam karşısındaki büyük pencere, hayalet misali bembeyaz tül perde ve bordo rengi güneşliklerle bezenmişti. Başlığı minyatürlerle süslenmiş yatak, odanın sağ tarafında, pencereden az uzaktaydı. Kristal kulplarıyla ince bir zevkin ürünü dolap kapaklarının üzerinde mitolojik kahraman motifleri vardı. Kıyafetler etrafa saçılmıştı ama yatak derli topluydu.

Zihni bin bir soruyla meşgul, heyecandan titreyen bedenini kontrol etmeye çalışarak içeriye girdi, kapıyı kapattı. Bir süre öylece bekledi. Etrafı en küçük bir ayrıntıyı bile gözden kaçırmamaya dikkat eden gözlerle tekrar inceledi.

Bu sırada komodinin üzerindeki kitap dikkatini çekti, yakından bakmak istedi. Ancak daha ikinci adımını atmışken ayağı halıya takıldı ve yerde buldu kendini. Ayağını burkmuştu, canı yanıyordu. Ayak bileğini ovalarken, az önce takılıp düştüğü halının kıvrık ucunun altında küçük bir anahtar olduğunu gördü. Uzanıp aldı. Evirdi, çevirdi, inceledi. Önemsiz bulup halının altına geri koydu.

Yavaşça ayağa kalktı. Çok ağrısı vardı. Bir süre kıvandıktan sonra ağrısı merakına yenik düştü. Komodinin üzerindeki kitabı alıp yatağın ucuna ilişti.Kilitli olduğunu görünce üzerindeki resme takıldı gözleri.

Savaş meydanında ellerinde baltalar, kılıç ve kalkanlarla dehşet yüzlü yaratıklar, siyah tulparların sırtındaki şövalye kadınlarla kıran kırana dövüşüyordu. Aralarında minik adamlar ve onların mini boy ejderhaları vardı. Bu korkunç manzara içerisinde insanın yüzünü gülümsetecek kadar sevimli minik ikililerdi. Diğerlerinden daha gösterişli bir tulpar, heybetli kanatlarıyla kızıl saçlı bir kadın şövalyenin etrafını sarmalamış, dizlerinin üzerine çökmüş kadın ise bu korunmaya itirazsız kabul etmiş görünüyordu. Karin gözlerini kadından ayıramadığı için bilmem kaç süre sonra, kadının yenilgiyi kabul etmek istemeyen bir

savaşçı edasıyla doğrulup, kehribar rengi gözleriyle kendisine baktığını fark ettiği zaman şaşırdı. Resimdeki diğer karakterler hareketsiz duruyor, salt bir resim parçası izlenimini veriyorken, kadın hareket ediyordu. Üstelik göz göze geldikleri an yine aynı ses kulağına doldu:

“Hani hadre hani hadre timasu… Sanre hiccane bür izzakilay….”
Resimdeki kadın hareket ediyordu!!!
Bunun olma ihtimali var mıydı???
İçini saran alevlerle mücadele etti.
Başaramadı!?
Gözlerini kaçırdı resimden…
Dayanamadı tekrar baktı!!!!
Kadın artık çaresizlikten çok aşk dolu bakışlarla duruyordu karşısında….
Sanki… Sanki onu tanıyormuş da hasret çekiyormuş gibi nâzende bakışlarla….

Devamı var

Gülşah TANAĞARDI 
www.kafiye.net