MANTAR TOPLAMA ( I )

Aybike nine yetmişli yaşlarında çok gayretli bir kadındı. Çocukluğundan beri güneş yatarken üzerine doğmamıştı. Bahçesini Çapalar, fidelerini sular, zararlı otları temizlerdi. Komşuların bahçesindeki sebzeler otların içinde kaybolurken Aybike ninenin bahçesindeki sebzeler ayna gibi toprağın içinde adeta ışıldardı. Komşu kadınlar bazen imrenme, bazen haset karışımı bir ifade ile başlarını uzatır Aybike ninenin bahçesini kolaçan ederlerdi. En iyi ürün onun bahçesinden çıkar en çok pazara Aybike nine giderdi. Her sene gelecek yıl aynı şekilde otları yolup onun bahçesi gibi yapalım demelerine rağmen her sene aynı durumla karşılaşırlardı. Kendi aralarında tek konuştukları konu Aybike ninenin bahçesi ve bereketli ürünleri olurdu. 
“Çok parası vardır onun, her hafta dünyanın sebzesini satıyor”, derken kendi parasızlıklarına yanıyorlardı.

Hepsinin bacaklarında romatizma, bellerinde ağrı, kollarında dermansızlık vardı. Gençler köylerini terk etmiş, köyü beklemek ihtiyarlara kalmıştı. Bayramdan, bayrama bazen evlatları geliyor bazanda kavuşmak bir sonraki bayrama kalıyordu. Çaresizdiler çünkü köylerinde yeterli ekili arazi yoktu, küçük bahçeler ancak bir evin dümenini çevirmeye yetiyordu. Evlatlar toprağı pay etseler sonunda bir karış toprak parçasına sahip olacaklardı. Bu sebeple onlarda ekmeğini yaban ellerde aramak için gurbet kuşu olmuşlardı. Yaşlılar gençleri suçlamıyordu, biliyorlardı içinde bulundukları durumu.
Bazıları karı koca bazıları da tek başına ocaklarında tencerelerini kaynatıyordu.

Aybike nine sebze bahçesindeki sebzeleri ilçe pazarında satıyor parasını da bankaya yatırıyordu. Hesabını bilen parasına sahip çıkan aklı başında bir kadındı. Gün gelir evlatlarından birisinin paraya ihtiyacı olursa üç beş kuruş katkısı olsun istiyordu. Pazardan çok az alış veriş yapıyor kendi ürettiklerini kaşığın ucuyla yiyerek idareli bir şekilde yaşıyordu.

Yağmurlar o sene çok bol yağdı, dağ taş mantar oldu. Köylüler ellerine küçük sepetler alıp mantar toplamak için dağlara çıktılar. O kadar çok mantar topladılar ki, ipe dizip kuruttular, salamura yaptılar ve bolca mantar yediler. Yoksulun yediği et mantar idi. Közde pişiriyor, kavuruyor, çorbasını, ekmeğini, böreğini yapıyorlardı. Mantar İle yapmayacakları yemek yoktu, çok severek tüketiyorlardı. Fazlasını ilçe pazarına gidip satıyorlardı. Mantar onlar için iyi bir ekmek pazarıydı.

Aybike nine o sene sepetlerle mantar topladı, sattı, kuruttu, salamura yaptı. Her sabah mantar toplamaya gidiyor ve dolu sepetle geliyordu. Köydeki diğer kadınlar bir süre sonra dağ bayır gezmekten usandı ve mantar toplamaya gitmediler. Tek mantar toplamaya giden Aybike nine kaldı.

Günlerden bir gün Aybike nine mantar toplamak için gene dağa gitmişti. Güneş yeni doğmuş ve çam pürlerinin üzerindeki sabah çiği henüz kurumamıştı. Sabah serinliğini çok severdi Aybike nine, sabah saatlerinde kendisini daha dinç ve sağlıklı hissediyordu. Kısa sürede sepeti mantar İle doldu. Mantarları çuvalın içine boşalttı ve çuvalı bir çam kovuğunun içine sakladı. Sepet kolunda birkaç kez gitti geldi ve neredeyse çuval ağzına kadar mantar İle dolmuştu, o hafta kazanacağı parayı hesapladı yüreği hafifledi, yorgunluğu geçti. Son kez sepetini mantar İle doldurmak için dağın diğer yamacına kadar yürüdü. Sabah gün doğmadan yola çıkmış yanına bir bazlama ekmek İle biraz çökelek almıştı, dağda suyun başında yemişti onları. Şimdi ise öğleden sonra olmuş ve çok acıkmıştı. Sabah mantar toplamak için evden çıkarken bu kadar bol mantar bulacağını ve bu kadar süre dağda kalacağını hesap etmemişti.

Dağın yamacında eğilip, kalkıp çam diplerinde, ince pürlerinin arasında mantar toplamaktan beli ağrımış, ayakları vücudunu taşımaktan yorulmuş, kolları iki yanına sarkmaya ve uyuşmaya başlamıştı. Son bir gayretle yarım sepete baktı ve bu son sepeti doldurduktan sonra, çuvalı sırtına alıp köyüne dönmeyi düşündü. Başı dönmeye ve halsizleşme başladı, panikledi, bir ağaç kütüğünün üzerine oturup derin, derin nefes aldı. Gökyüzüne baktı mavi gökyüzü grileşmiş sanki akşam üzeri olmuştu. Ağaçların içinde ışık azalmış, orman kararmaya başlamıştı. Oysa biraz önce sırtına vuran güneş içini ısıtmıştı. Ne kadar süredir bu ormanda dolaştığını düşündü, saat olarak günün hangi zaman diliminde olduğunu anlayamadı.

Devamı yarın…

Nejla BILGIN
www.kafiye.net