20.08.2008 Yaş günü misafirimle kahvaltıdayım.

GUGUK  KUŞU

         Yine bir pazar sabahı. Erken kalkmıştı Ahmet Bey. İçi bir tuhaftı. Artık çok ileriyi düşünecek ne hali, ne de gücü kalmıştı. Kiralık oturduğu evin elektiriği, suyu kesilmiş, şimdi bir yerde sığıntı gibi kalıyordur. Lavabosu bulunuyor, elektriği  ve sıcak su elde etmek için bir elektrikli ocak vardı bulunduğu yerde.  Elini yüzünü yıkadıktan sonra çay suyunu koydu. Derme çatma bir masa ve öğleden sonra güneş ışığının girdiği bir yerde kalmaya başlamıştı. Parasızlık nedeniyle yiyeceği de sınırlıydı. Cebindeki kuruşları gıdımgıdım harcayacaktı artık. Aslında cebinde pek parada kalmmıştı. Ancak bir arayış içerisinde olduğu için umudu vardı. Bütün umudunu da o işe vermişti. Eğer o işi elde edebilirse bütün sıkıntıları sonra erecek, ekonomik sıkıntıları kalmayacaktı.

                Çay suyu ısınmıştı. Çayını demledi. Masanın üzerine biraz peynir, biraz da siyah zeytin koymuştu.  Masanın üstünde duran üç  portakala gülümseyerek baktı.

                -Benim nafakalarım.  Bir tanenizi soyayım. Diğer ikinizin birini akşama, diğerinizi de yarın sabaha  yerim.  Devir iktisat devri değil mi?  İdare etmek zorundayım. Yeni işi elde edinceye kadar öğle yemeği de  yok.  Sadece azıcık katıkla sabah kahvaltısını yapalım, Allah ne verdi  ise akşama da yemeğimizi yiyelim, dedi.

                Derin düşüncelere dalarken eline portakalın birini aldı soymaya başladı. Gözleri ağlamaktan neredeyse şişmişti Ahmet Beyin.  Durumun çok kötü olduğunu ne abisi, ne de kız kardeşine anlatabilmişti. Memleketindeki tarla  bir an önce satılmış olsa bu kadar sıkıntıyı da atlatacak ve normale az da olsa dönecekti Ahmet Bey. Ne yazık ki memleketinde  beklediği yardımbir türlü gelmiyordu. Artık çalmadık kapı bırakmıyordu iş konusunda. Yalnız bir düşüncesi vardı. Bir işe sahip olmak ve emekli de olsa kazanacaklarıyla daha iyi geçinebilmek. Ancak hangi kapıyı çalsa ona gülümseyerek yardımcı olacaklarını söyleyen dostlarının sonunda hiç sesleri de çıkmıyordu.

                Çay demini almış, bardağına çayını koymuş, tam bir yudum çaydan alacaktı ki bir tıkırtıyla arkasına döndü. Bir guguk kuşu cama gagasıyla vuruyordu. Masadan kalktı Ahmet Bey. Cama doğru gitti.  Aralı olan perdeyi tamamen açtı.  Ahmet Beyin bulunduğu yerde cama dayalı bir bayrak direği de vardı. Gugukkuşu, bayrak direğinde oynuyor, cilve yapıyor,  Ahmet Beye birşeyler anlatmaya çalışıyordu.  Ahmet Bey camı açtı, elini guguk kuşuna doğru uzattı. Hayvan cilve yapıyor, elinin yakınına kadar geliyor ve tekrar geri doğru çekiliyordu guguk kuşu.  Bir yerde şaşırmıştı Ahmet Bey. Gözlerine inanamıyordu.  Çünkü bulunduğu yere onbeş gün olmuştu Ahmet Beyin. Evinden de ayrılalı yirmi günü geçiyordu.  Üstelik  bu guguk kuşu tanıdık bir kuştu.  Gözleri doldu birden. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Gözlerine inanamıyordu artık. Kuş onun elinin yanına kadar geliyor, selam veriyor ve tekrar geri çekilerek direk üzerinde sevinç  gösterileri yapıyordu. Sanki kuş bir tanıdığı bulmanın sevinciyle büyük mutluluk duyuyordu.  Ahmet Beye karşı bayrak direği üzerinde cilve yapmaya devam ediyordu.

                Camı kapadı Ahmet Bey. Kahvaltı yapacaktı. Guguk kuşu tekrar cama geldi ve gagasıyla cama vurdu bir kaç kez. Tekrar cama doğru gitti ahmet Bey. Camın kıyısında guguk kuşu sevinç gösterileri yapmaya başladı. Çok duygusal olan Ahmet Bey, artık dayanamamış ve yüksek sesle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış, bir taraftan da camı açarak kuşa elini uzatmış, kuş ta sevinç gösterisini elinin yanına gelerek göstermişti.

                -Canım, beni nasıl buldun sen? diye sordu kuşa. Sanki kuş onun sorusunu anlamıştı ve bir şeyler anlatırcasına başını aşağı yukarı, sağa sola ve gövdesini de arada sırada öne doğru yatırarak konuşuyordu Ahmet Beyle.

                -Seni çok aradım. Evinde bulamadım.  Günlerdir de seni arıyorum. Sonunda seni buldum. Sen neden haber vermedin giderken evinden, der  gibi davrandı guguk kuşu.

                -Canım guguk kuşum benim. Beni burada da buldun demekki. Benim vefakar,  sadık dostum. Hoş geldin canı benim. Nasılsın bakalım? diye sordu guguk kuşuna.  Eliyle de selam verir gibi yaptı. Kuş yine sevinç gösterileri yaptı Ahmet Beye karşı.

                Birden geçmişe döndü Ahmet Bey. Bundan dört yıl önceydi. Bir sabah bir guguk kuşu gelmişti sabah kahvaltısında balkonuna. Onunla konuşmuştu Ahmet Bey. Ona yem vermişti. Bulgur koymuştu balkonuna. Hayvan birkaç bulgur tanesini yuttuktan sonra uçtu. Aradan bir onbeş dakika geçti. Guguk kuşu yanında üç guguk kuşu daha getirmişti. İkisi yavru biri ise büyüktü. Hemen bunların bir aile olduğunu anlamıştı ahmet Bey. Balkona bulgur takviyesi yaptı. Sonra biraz geri çekildi. Gugugk kuşu ve ailesi bulgurları yediler ve sonra uzaklaştılar. Artık her sabah guguk kuşu ve ailesi balkonuna gelir oldu. Hele bir yaş gününde ise, Ahmet Bey kahvaltı masasını bir başında, kuşlarda masanın diğer kısmında kahvaltıyı beraber yaptılar. Sonra bu kuş ailesi ile dostluğu devam etti Ahmet Beyin. Daha sonraları balkonuna gelen guguk kuşları ikiye düşmüştü.  Sonra bir nedenden dolayı Ahmet Bey kiradaki evden başka bir eve taşındı. Taşındığı ev ile eski ev arasında bir kilo metre mesafe vardı. Daha sonra bu guguk kuşu ailesi geldi onu taşındığı bu eve gelmişti. Yine bir sabah bugün olduğu gibi cama gagaları ile vurmuşlar ve Ahmet Beye biz geldik dercesine balkonda dolaşmaya başlamışlardı. Balkona çıkmış ve elinin yanına gelerek elinden yem yemişlerdi. Onu taşındığı evden uzakta bulmuşlardı yine. Hem de Ahmet Bey o gün yine bir yaş daha ihtiyarlayacaktı. Yaş günün de çocuklarının unuttuğu, selam vermediği, yaş günü için de olsa telefon açmadıkları bir günde sabah erkenden guguk kuşu ailesi gelmiş ve Ahmet Beyin yaş gününü kutluyorlardı.

                O zamanda yine sevinç gösterileri yapıyor, ötüyor ve başının üstünde sevinç gösterileri yapıyorlardı. Bir defasında sabah kahvaltısında guguk kuşu ile aynı masa kahvaltı yaparken kameraya da almış ve guguk kuşu ile konuşarak kahvaltısını yapmıştı. O zamanlarda Ahmeh Beyin durumu çok iyi olmasa da, masasında peynir, zeytin, reçel, gevrek, domates, salatalık  bulunurdu. Kış aylarında da tahin pekmez ve arada sırada kuşburnu marmelatı ve ya haşhaş ezmesini de bulundururdu. Sağlık açısından önemli diye düşünüyordu. Zaten yalnız yaşadığı için de beslenmesine dikkat etmesi gerekiyor ve gıdalarını eksiksiz alıyordu.

                Yine bir pazar sabahı. Guguk kuşu onu bulunduğu yerde bulmuştu. Yine cama gagası ile dokunmuş, ona; “Seni buldum, seni ben asla bırakmam, nereye gidersen gitseni mutlaka bulacağım ve seninle sohbet etmeden, senin nafakandan yemeden İzmir şehrini dolaşmaya çıkmayacağım.” dercesine bakıyordu guguk kuşu. Bu bakış karşısında Ahmet Bey boynunu büktü. Yine gözleri deoldu.

                -Ah guguk kuşum Ah. Benim vefakar, sadık, can dostum. Çok şeyler değişti biliyor musun? Benim şuan ekonomi durumum çok berbat oldu. Eskisi gibi sana bulgur veremeyeceğim. Hani evimde yavaş yavaş bozulmaya yüz tutan pirinçte yok artık yanımda. Ama beni buldun, benim yanıma kadar mademki geldin, ben de sana ekmek kırıntılarından vereyim. Beni hoş gör olmaz mı? Bugün ne bulgurum, ne de pirincim var. İnan olsalardı onları tekrar önüne koyardım. Ama, dur hele senin için ekmek kırıntılarını hazırlayayım, dedi.

                -Bugün yalnızsın. Eşin yok mu canım, o nerede? diye  sordu Ahmet Bey. Kuş yine bir sevinç gösterisi yaptı ve uçtu. Aradan tam bir saat geçmişti. Ahmet Beyin bulunduğu cama Guguk kuşu tekrar geldi. Ama bu sefer yanında eşi de vardı. Ahmet Bey bir daha hüzünlendi ve ağlamaya başladı. Yine o guguk kuşu ailesi karşısında ve onu buraya görmeye gelmişler, Ahmet Beyi bulunduğu yerde tekrar bulmuşlardı. Ahmet Bey nasıl ağlamasındı. Camın kıyısına ekmek kırıntıları koymuştu Ahmet Bey. İki guguk kuşu ekmek kırıntılarını yemeye başladılar. Ahmet Bey, hem kuşları seyrediyor, hem de ağlamaya devam ediyordu.

                -Allah’ım, bu nasıl bir duygu ki, bu sabah bana bambaşka bir sevgiyi yaşattın. Bu iki kuş şuan eski evime yedi kilometre mesafeden gelerek beni burada buldular. Ben başka guguk kuşları da gördüm. Onlar beni tanbıyan değildi. Ama bu iki kuş… Allah’ım, sana şükürler olsun. Beni param bitti diye terkeden terkedene olduğu bir dönemde bu iki kuş geldi ve yine benimle kahvaltımı paylaştı. Bundan önce olduğu gibi bu sabah kahvaltıma iki misafir olarak geldiler. Şükürler olsun yaradanım. Hep en sadık olarak; köpek, kedi, at, güvercin kuşları diye bilirdim. Ama şimdi buna guguk kuşlarıda eklendi. Hem de öyle iki guguk kuşu ki bunlar, bir aydır görmüyordum. Beni aramışlar. Şuan bulunduğum  yerde beni buldular. Bu nasıl bir duygu yarabbi! Beni bulmalarını sağlayan duygu, özellik neydi?  Bu kadar uzak mesafeden beni nasıl buldular?  Buradaki cama gelerek beni bulduklarını gösteren o sevinç  gösterisini anlatmak mümkün değil Allah’ım! Şuan bir çok dost bildiklerim beni terketti. Gerçek dostlar da yok değil, var. Hele şuan bir değerli dostum var ki, ekonomik durumumu bildiği halde bana moral veriyor. Bana destek oluyor. Bana ekonomik açıdan yardımcı olamasa da en azından manevi yönden moral vererek ayakta durmama yardım ediyor. Ya bu kuşlar!!!Bu kuşlar da bana şuan öyle bir destek yaptılar ki,  benim tekrar ayağa kalkacağımı ve tekrar başaracağımı sanki ban abu sabah haykırıyorlar. Sana binlerce şükür güzel Allah’ım. Sana ne kadar şükretsem azdır, diye dua etti Ahmet Bey.

                Guguk kuşları yemlerini bitirmiş, Ahmet Beye selam vererek havalandılar. Camın kıyısına tekrar geldiler:

                -Biz tekrar geliriz. Seni bulduk. Artık sabah ve akşam burada oluruz. Sen hiç merak etme, olur mu? dercesine başlarını salladılar Ahmet Beye doğru. Sonra camın çevresinde birkaç kez dolandıktan sonra uçup gittiler. Gözden kayboluncaya kadar izledi kuşları Ahmet Bey.

                Biraz mahzun, biraz düşünceli, sağ elinin tersiyle iki gözündeki yaşları sildi. Kahvaltısını yapmaya başladı. Bir taraftan da hala iki guguk kuşunu düşünüyordu. Hala bu iki kuş onu nasıl bulmuştu? Bu iki kuşu onun bulmasına neden olan hikmet neydi? Allah’ın hikmeti, mucizesiydi bu. Başka bir şey değildi. Kahvaltısına devam ederken müzik dinlemeye başladı. Ne hikmettir ki, şuan müzik olarak çalan türkü de ise; “ Turnalara tutunda gel.” Çalıyordu. Müziğe Ahmet Bey de mırıldanarak eşlik ediyordu.

İzmir /05.02.2012. 15.30

Hüseyin DURMUŞ
Şair Yazar
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Kafiye Dergisi Sahibi