MUSTAFA BEY ve AİLESİ

Şimdi de Mustafa Cevahir’i sahneye davet ediyoruz.İşte sayın seyirciler adamımız geliyor. Nasıl da kendinden emin?Kırlaşmış saçlarına bakmayın siz!Yıllar onu olgunlaştırmış sadece.Çooook şık giyinmiş ,hangi modacıdan yardım aldı acaba?

-Hımm bu kadar zenginlik göz kamaştırıyor Mustafa Bey!Daha bir kaç güne kadar çok sade bir yaşamın içerisindeydiniz.Ve bir şey buldunuz!Evvveeet! Sayın seyirciler; bulduğu şey onun ve ailesinin hayatını nasıl değiştirdi?Heyecanlanmakta çok haklısınız.Azzz sonra tüm sorularımıza cevap bulacağız.Ama önce reklamlar…

Kahvede çayını yudumlarken sabaha karşı gördüğü rüyayı düşünüyordu. Çaktırmamaya çalışsa da Musatafa Bey bıyıkaltından gülüyordu işte…Televizyona da çıkar mıydı acaba?Neden olmasın diye düşünürken elini cebine götürüp onun ve ailesinin hayatını değiştirecek olan şeyi şöyle bi yokladı.Zengin olacaktı.Ne zaman?Azzz sonra!

                                                                ******

-Ne diyeceğimi bilemiyorum.

-De bişey.Çok fazla düşününce böyle oluyo işte. Arpacık kumrusu gibi düşünüp durur sonrada  ‘’ne diyecemi bilemiyom’’dersin. Bak ben sana deyom işte! Hepsi o fabrikadaaaaannnn!Hem bugün öbür karılada anlatıyoladı. Geçen akşam Hatçe’nin kocası yatmadan balkona çıkmış,ay vaadı gökyüzü aydınlıktı ya… Bakmış deniz tarafından bi kara bulut ama ne bulut…Gelmiş gelmiş zeytinliklerin üzerine…ama değelmiş bulut mulut değeldi demiş Hatçe’ye.Kocası.

Esma yine saçlarının uçlarındaki kırıklarla uğraşmaya başlamıştı.O sırada bu işi büyük bir ciddiyetle yapıyordu fakat yakında da gideceği bir yer varsa o da göz doktoru olsa gerekti.Şaşı bakmaktan ağrımış gözlerini bu sefer bacaklarındaki tüylere kaydırdı.Şimdi de onları koparmaya çalıştı.Ama ıııhhh olmadı.Yüzüne bir gülümseme yayıldı.İnce, zayıf tüyleri fakat kalın gür saçlar… Herkeste yoktu,göz rengi de öyle…Neler duymadı gözlerinin rengi için… O yüzünün güzelliğinden gözlerinin ortaya çıktığını biliyordu.Sanki bir tek onda mı vardı ela rengi?

-Bulut değelmiş diyom.Esma….

-Kız sen beni dinle miyon mu? Sankim burda değelde Paris’de doğdun! Anlamıyomuş bilmiyomuş gibi ne yaparsın ? O kadar da dışalarda okuyon boşamış! Sen çocukken böyle miydi buralaaa? Ahhh ahhh bide benim çocukluğumu sor! Sor da dut yemiş bülbüle dön. Zati öylesin yaa!

‘’Kolay mıydı?Hem güzel olacaksın hem okuyacaksın…Tabii aptal hiç olmayacaksın!Kimselere de demeyeceksin ben çok akıllıyım diye.’’Bu memleket öyle akıllılı insanı sevmez hele kadınsan hiç sevmez!Çok konuşanı gerçi ben de sevmem.Mesela oturduğu yerden çok şey biliyormuş gibi konuşan annem, nasıl da içimi bayıyor!’’

‘’Allahım gene abuk sabuk düşünmeye başladım,ben ne fena bir insan oldum.İçime şeytan girmiş sanki…İnsan annesi için böyle mi düşünür?İyi de geçen gün kızlar neler anlatıyorlardı.Oooooo!Milletin arkasından iş çevirip cici kız rolü yapıyorlardı ya!Ben zemzemle yıkanmışım onlara göre.Aslında biraz ders almakta da fayda var.Düz akıl kimin ne işine yarıyordu ki bu devirde?Yoksa her devir öyle miydi? Shakespeare boşuna mı yazmıştı o oyunları?Shakespeare Türk mü kızım ne alaka?Bize ne ondan!

-Hıııhhh!

-Ne?Hııhhh ne? Kızzz! Madem dinlemecen kalk bana yardım et o zaman.İş yap azcık!

-Amaaannn anneeee! Konuş konuş bıkmıyor musun?Hem de hep aynı konular.Yıllardır gidip geliyorum şuraya ve dinlediğim aynı…dön dolaş fabrika ve kasabaya verdiği zararlar.Bitti.

-Kızım,fabrika mabrika…Nalet olsun böyle kuranlara da!Düşündükçe sinirleniyom.Ver bakem ordan bana süzgeci!Aysel Hanım kendinden emin sesiyle balkondan seslendi.

Domatesin kaynamaktan artık kokusunun da değiştiği salça kıvamına geldiği o andı ve annesi

İşi biliyordu.Bilmediği de bişey olsa diye düşündü.Ondan mı çatışıp duruyorlardı acaba?

-Ne diye uğraşıp duruyorsun ki?Hazır al gitsin.

-Televizyonlada söyleyip duruyo!Hiç seyretmiyon mu?Katkılı gıdalaa diye!

                                                                ******

Esma annesine tersine tersine konuşur fakat neredeyse her defasında da karşısında annesi dimdik dururdu.Akıl yarıştırır gibi konuşmayı seviyorlardı.Kim haklı oyunu oynanıyordu sanki.Annesi pek şikayetçi olmasa da Esma çok üzerine geldi mi ya susar yada keskin bir manevrayla konuyu değiştirirdi.İkisi de inatçıydı ama biri göğüs göğüse çarpışmayı severken diğeri kadın olmanın kıvraklığını iyi kullanırdı.Kurtla kuzunun bitmez oyunu.Aysel Hanım ne yapar eder karşısındakini sinirlendirmeyi başarır, sonra…sonra da değişik atraksiyonlar yaşanabilirdi,konusuna göre,gününe göre,kişisine de göre  tabii.Gelin görün ki aile dışında çok sempatikti anne hanım.Belki de mesafeli davrandığı için olsa gerek bu hal ama evde karışmadığı kimse karışmadığı konu yoktu.E anaydı canım o.Bunca yıldır evi çekip çeviren üç kuruşu biraraya getirip kocasını mal mülk sahibi eden,çocuklarını okutan…Yorgun değilim dese de senelerin birikimi karakterinde deformasyona yol açmıştı bir kere.Sert ve kestirmeden konuşuverirdi. Ve belki de… yok yok belki değil kesinlikle ev halkını sinirlendirmesi de bu yüzdendi.

Esma çekmeceden süzgeci aceleyle çıkarıp annesine verirken şöyle bir içeriye de göz gezdirdi.Mutfak eşyalarıyla dolaplarıyla modern ve tertemizdi.Ancak yapılan salçaların kokusu reçellerin rahiyası,kaynayan aşureler ona eski zamanların tel dolaplı,raflarda tabakların durduğu mutfakları çağrıştırıyordu.Bu tadlar,bu kokular plastiklere hapsolmamalıydı.Lakin avam ailelerde özellikle zuhur eden yeniye aşırı istek onlarda da her dem yerini korumuş ve her ellerine geçen para ile eşyalarını yenilemişlerdi.Tabii aldıkları da fabrika yapımı zevksiz kendi bütçelerine uygun eşyalar olunca eski mutfaklarının yeni versiyonlarını bile görmek istememelerini büyük kızları Demet  bilgiç tavrıyla çözümleyivermişti..Diyordu ki;’’Geçmişte o eşyaları kullanırken fakirdiniz,şimdi ne kadar pahalı bile olsa,kaliteli bile desek geriye dönüş gibi geliyor o  eşyalara benzer olanları kullanmak’’ Doğru olduğunu biliyorlardı içten içe ama yine de o günlere geri dönmeyi akıllarına getirmek istemediklerinden konu kendiliğinden değişiyordu.Mutsuzluk muydu acaba o günleri istememek yoksa yorgunluklar mıydı? Ya da yorgunluklar mutsuzlukları mı yaratmıştı?

 -E her şeyi kendin yapamadıktan sonra…

-Neden?

-Ne neden?

-Sebze yiyoz,et kıyma desen öyle sayılıdır,al işte salçadır, reçeldir, eriştedir, tarhanadır kendim yapıyom.Yağımız kendi mahsülümüz…Yetmedi mi baban burdan alıyo şeyden…yeni açıldı Annanenlerin bağın ordan ilerde…eski usülde yağ sıkıyo ama çok faydalıymış o şekilde olunca.

-Amaaaaannn!Kendin diyorsun, bu Asit borik fabrikası kuruldu kurulalı ne toprak aynı toprak ne hayvan aynı hayvan…Sonrada dönüp kendin yapıyorsun buradan çıkanlarla,oturup afiyetle de yememizi mi istiyorsun.

-Buradan çıkan mı?Artık burada hiiiççç bişey yetişmez oldu.Bi varsa yoksa zeytin…O da baksan da yapıyo bakmasan da.Olan da para etmiyo…Artık arada pek fark kalmadı amaaaa millet de tembelleşti canım.Benim babamın zamanında bizzzz, susam bile yetiştiriidik .Ne mısırla olurdu sona…Bi kazan dolusu kaynatırdık da komşulara daatırdık yaaaa…O dut ağaçları,o güzelim meyvele,ahh ahhh!Bolluk bereket vaadı.Hem herkesin hayvanları vaadı da.Sabahları çoban götürüüdü otlatmaya…O canım sütleeden ne yoğutlaa,ne tatlılaa…Şimdi oluyo mu?

-Annanemlerin evindeki ipekböceklerini hatırladım!Ne kadar enteresan gelirdi bana.Siyah siyah tanecikler böcek oluyor sonrada kendilerini beyaz evciklerine hapsediyorlar.Bir de o yaprakları yemeleri hep bir ağızdan;hışır hışır hışır…Çok heyecan vericiydi.Gerçekten güzel günlerdi.

-E hala ne diye bu fabrikayı koruyosun? Haaa? Ne diye?

‘’Haahh! Kızı da kendi ağzıyla yakalanmıştı.’’Gerçekten güzel günler’’demişti.Bugünler o günlere benziyor muydu?Şimdi herşeyi okuyabiliyor eğrisi doğrusu neymiş televizyonlardan öğrenebiliyorlardı.Basbas bağırıyorlardı işte bilgini alimi…Bu iklim değişiklikleri neden oluyordu sanki?Ne zaman kış ne zaman bahar anlayana aşkolsun.’’

-Anne kaç üniversite bitirdin? Seni gören duyan da diyecek mastırını sanayileşme üzerine yaptı.Hem düşünmeden, bilmeden atıyorsun bol keseden.Ne yani sanayi hiç mi olmayacak?Hem bu fabrika çok önemli bir madeni işliyor.Ve de ayrıca maden insanoğluyla bugüne kadar hep varolmuş.Maden ile gelişiyoruz.Şu topraklarda ne çok maden var?Onlarla neler yapılıyor biliyor musun haa?Milli servet milliiii!!Haberin yok birşeyden,sırf kendi isteklerin için keyfi konuşuyorsun!Ayy sen Uzun Hasan kim onu da bilmezsin.

-Aman aman!Sen biliyon ya!.İyi bari boşa gitmiyomuşun okula.Ben de bu kıza bu kadan parala gönderiyoz ,napıyo oralada diye düşünüp dururdum boşaymış.Kız laf mı şimdi senin ki!Madeni işliyecekle diye biz ektiğimizden biçtiğimizden mahsül alamıycaz mı?Sapır sapır dökülcez mi?Git allasen cahil cahil konuşuyon.

-Benim de sana tavsiyem biraz global bakman konuya.Dünya ileriye gidecek geriye değil herhalde.Bıraksak seni tahta kaşığınla yersin yemeklerini.Neden?Aysel Hanım madenlerin doğaya zarar verdiğine karar verdi…Ama ağaçları keselim tahta kaşığın için.Anacığım herşeyin bir bedeli olacak.Fakat bu dünyanın sorunu şu an.O madenlerde de çalışanları bir düşün.Ne zorluklarla ne şartlarda çalışıyorlar.

-Sen de beni anlayışsız,bilgisiz,cahil yaptın iyice.

-Sen de kalp kır terso konuşmalarınla.

-He sen bana bööle kürek gibi dilinle hava at.Laf canbazlığı yap anca.Gulobal-mulobal…

-Sen anlamadıysan ben ne yapabilirim?Anlatıyoruz işte!

Anne-kız hararetli konuşmalara dalmış kim ne kadar haklı ve akıllı yarışına girmişken kapının açıldığını duyamamışlardı.

-Sen nerden çıktın?

-Anamdan.Tövbe estağfulluh!Kız saatten haberin yok mu?Öğlen oldu.Acıktım.Hadi bana bir şeyler verin.Yiyip gidicem.

-Nereye gidicen?

-İşim varrr.

-Ne işin va?

-Bi iş işte…Önemli olsa söylerim.Emekli adamın ne işi olabilir ki zaten?

-Sölesene ülen!Lafı azından kerpetenle mi alcez?Esma dolaptan çıkar bakem  fasulyeyi!

-Isıtsın mı biraz?

-Getir kızım getir.Soğuk çıkar tadı bunun.Zeytinyağlı soğuk yenir.

-Ama senin de miden hassas sonra neler oluyo biliyon.Ne işin vaa onu söyle bakem.Kızım sen de ısıt onu!

‘’Aptal oldum şurda iki dakikada.Isıt-ısıtma.Aysel Hanımın günleriyle geçiyor zaman!Tatil bana haram!’’Millet nerelerde geziyor kim bilir? Ya ben?Peynir gibiyim şu halime bak.’’

Şöyle güzel bir mekan bulsa kumu güzel olan,saatlerce yatardı.Bir yerde duymuştu zeytinyağı sürersen çok güzel bronzlaşıyormuşsun.Ama güneşi de kaçırmamak lazım…

Esma ocağın başında suratını ekşitmiş bir taraftan da kollarına bacaklarına göz gezdiriyordu.

-Malak gibi güneşin alnı kabağında yat da kansere davetiye çıkar sonra!

‘’Yok yok!Annemin içine esas şeytan girmiş.Nerden anladı bu kadın benim şimdi ne düşündüğümü?Şu gözlere bak,nasıl da bilmiş bilmiş bakıyor.Kaç yaşına geldi yaşlanacağına kadın gitgide gençleşiyor.Sonradan oldu ama tam oldu, çok bilinçlendi canım.Sabah sporları,diyetler,şu ot şuna faydalı,bu meyvenin çekirdeği…Babamı da maymun etti ya!Helal olsun.Aslında tipimi anneme benzeten çok ama…Yok yok!Nerdeee bende ondaki azim?’’

-Halanın yazlığına git işte!Hem arkadaşlık edersin,hem de deniz,güneş,kum…Daa ne isteesin.

Oraların denizi çok kötü,ben girmem orada denize!

-Yanii!

-Ne yanisi?

-Yahni yahni…Sana şöyle bir oğlak eti alayımda yap da yiyeyim bi yahni.

-Aklın fikrin gırtlakta.Yok sana yahni mahni.Bak doktorla ne diyo?

-Ne diyo?Yahni yeme Mustafa mı diyo?

Sen geç dalganı geeeççç Mustafa Bey!Ben olmasam he heeeyyy çoktan dikmiştin nallları.

Valla kaşıkla veriyon ama kepçeynende alıyon  yaa!Ne diyem Allah razı olsun senden.İyi bakıyon amma bende sana parayı kazanıp eline saymıyom mu?Nankörsün nankör.

Tam o sırada kapı gürültülü bir şekilde açılıp kapandı.Gelen Demet’di.Karşısındakine daha ilk görüşte ‘’ senden daha sabırlıyım,sinirlerini yıpratırım, benimle sakın uğraşma’’ mesajları veren bakışlarıyla  kendine güvenen uzun bacaklarının attığı adımlar,aileden miras güzel surata sağlı sollu yerleşmiş badem biçimli rengi gerçekten de değişik mana dolu gözlerlerle kendi cinsinde rekabet duygusu da yaratsa o yarışa hiç girmedi.Bilgiye olan hayranlığından çocukluğundan bu yana mantıklı davranışlarıyla kendini ortaya koymaya çalışmış ilkesi ise kafasında hep ışıklarla yanıp sönen bir terim üzerineydi;DENGE! DENGE! DENGE!Her yerde kıvamı tutturmaya çalışırken kendinden robot yarattığının farkında olamadı.Robo-Demet etrafta aklı başında açıklamalar yaparken düzenli hayatına da sokamadığı kimseyle ailesiyle yaşıyor ve orada bulduğu işte çalışıyordu.Aile memnun,Demet memnun mu?Sormamıştı ki?Gıda Mühendisiydi ve tavuk çiftliklerinde iş çoktu ona.İşini seviyor muydu?Onu da sormamıştı tabii ki!

                                                                       ******

Yemekler yendi,işler bitirildi ve herkes bir yerlere dağılıverdi.Mustafa Bey konuyu gargaraya getirdim diye zaten sevinçliydi.Karısı ne yapar eder nereye gideceğini öğrenmeden peşini bırakmazdı.Yeni emekli olmuştu ve alışmaya çalışıyordu saatleri kendi ayarlamaya ama yıllardır işte akaryakıt deposunda o düzenli çalışma hayatı beynine o kadar yerleşmişti ki…Saat 12 mi başlıyordu midesi kazınmaya yerinde duramamaya.Ayakları eve doğru sanki kendiliğinden gidiyordu.Kaç gece uykuya direndi biraz geç yatıp geç kalkmak için.Yok olmadı illaki sabah aynı saatte uyanıyordu.Bi adam vardı adı neydi?düşündü biraz ama gelmedi aklına.Köpekle deney yapmıştı, köpek de şartlanmış aynı şeye,salyaları mı akıyordu ne?

-He sankim ben de köpek gibim töbe estafiğrullah!

‘’Sesli konuştum yine,bu aralaa kendi kendime konuşur oldum.Deliriyom galiba?Kavede de diyola zaten bu fabrikanın bacasından gaz salıyolamış.Millet gündüz gözü görmesin diye de gece yapıyolamış.Acaba o gazın delirtici özellii de mi vaa ne?Töbe töbe!Cahillerle bir düşünmeye başladım.Ne var ne yok fabrikadan biliyola.Ben onlan derdini de biliyom da!Kaldık bu cahillerin içinde.Teşke vaktiynen gitseydim yutdışına.Hollanda da çıkmıştı Almanya da.Çocukları da okuturduk orda,emekli de olsam kalırdım valla…Bok vaa sanki burda.Al işte!Havası suyu,topraaa…Bi neyim kalmadı.Verim kalmadı. Para yok,herkesler fakirleşti.Fakirleştikçe tembelleşti.Nasıı bi düzense…Nolcek ne bitcek çık işin içinden çıkabilirsen’’

Mustafa bey cebini içinde sıkı sıkıya tuttuğu şeyi bırakıp defalardır yaptığı hareketi tekrar etti.Kısa da olsa içi rahatlayacaktı cebi delik değildi.Hızlı hızlı otobüse doğru yürüdü. Biletini atarken kutuya hala kafası düşüncelerle doluydu.

                                                                  ******

 

Burası denizden yukarılara kurulmuştu vaktinde ve sahil daha çok zeytin bahçeleriyle çevrelenmişti.Deniz kültürü gelişmemişti kasabanın.Yeni yeni kıyı boyunca yazlık niyetine derme çatma binalar vardı fakat evler bakımlı,güzel olsa da çevresel şartları çok da iyi değildi. Yaz mevsimi kısa olurdu eskiden ‘’Ağustosun yarısı yaz yarısı kış’’ derlerdi,derlerdi de son yıllarda kurak geçen yazlar çok olmaya başlamıştı.Yine de turizm televizyonlara magazin programı olacak seviyeye gelemedi.

‘’Bizim maaş keyif yaptırmıyo ki,parayı bulan da buluyo ya!Nası beceriyosa.Millet kırılıyo fakirlikten’’Ama sen dur dur!Az kaldı milyoner olmaya.Yaşamak nasıl olurmuş göstericem dosta da…’’

 -Düşmana da!

-Bana mı dedin baba?

-Yok hayır,yani evet.Şey diyordum,annene iyi ki çaktırmadık.Bütün mahalleye yayardı artık.

-Annemin bir kişiye söylemesi yeter.

‘’Be adam sana ne oluyor?Düşünüp düşünüp de sesli konuşmak neyin nesi?Seni evdeki tefe koysun da gör!Götürmediği doktor kalmaz artık,hele çenesi…Tam  da zamanı şimdi!Acaba aşırı heyecandan mı?’’Tabii kimseye söylememişti.Bir tek Demet biliyordu ve biraz da aslında o yol göstermişti.Kızıma güveniyorum diye düşündü.

Dün her şeyi planladılar.Kızı işinden izin alacak ,evde birbirlerinden ayrı hareket edecekler aynı saatte otobüse bineceklerdi.Mustafa Bey dökülmekte olan saçlarını hızlı hızlı elleriyle tarayarak kendine çekidüzen vermeye çalışırken heyecanını bastırmaya çalışıyordu aslında.11 kilometre bu sefer çok uzun geldi.Aklı da vakit geçsin diye eskilere kaymaya başladı.Yürüyerek ve eşekle gidip geldikleri zamanı hatırladı. Az üzüm taşımamıştı bu yollarda!Bunca yılın yorgunluğunu artık paraları çıtır çıtır harcayarak atmak onun hakkıydı.Az kalmıştı mutlu sona az…

Sessizliğe son vermek için Demet bilindik konuyu açtı.

-Herkes de fabrikayı suçluyor.İşin doğrusunu merak bile etmeden,bilmeden neden suçlarlar anlamam.

Mustafa Bey hemen anlatmaya başladı kızına…

 İşin doğrusu vardı tabii;

Çok eski tarihlerden bu yana önemli bir ticaret ve liman kenti olan ilçe ve kasabada yıllar içerisinde bir gübre fabrikası,iki akaryakıt dolum tesisi kurulmuş haliyle denizi,havayı kirleten bir süreçte başlamıştı.70li yıllarda karikatürler siyasetin yansımasını aktarırken hep fabrikalar ve tüten bacaları gösterilirdi.Gelişmenin göstergesi tüten fabrika bacalarıydı.Ve yine hastane demezdiniz,seyehatte olmanız engel değil,bebek varmış ne olacak ki?Tüten sigara dumanları da keza fabrika bacaları gibiydi.Gel zaman git zaman gelişmişliğin göstergesi olarak kapalı yerlerde sigara içmeyi yasakladılar.Heyhat!Ters orantı devam etti.

Gübre fabrikası için ne çok eylem yapmışlardı.Bacasına filtre taksın diye…Bir ona söz geçiremediler.O da akşamları işine devam etti.

Fakat kasabanın sorumlu tuttuğu kara bulutların sahibi zannettiği,ürünleri bozan,denizleri kirleten,insanları delirten,herşeyin sebebi –bütün kötülüklerin anası malum fabrika…Sanırım en masum olan da o!E nedendir lanet ağacı olması?Merak etmez mi bi Allah’ın kulu?

Sebep İNTİKAM!

Kasaba erkeklerinin neredeyse yarısı burada teşvik-i mesaide bulunmuş yada bulunmaktadır.

Çalışıyordunuz,çalışıyordunuz ve yıllar gelip geçiyordu haliyle ve bir gün kartınızı basıp geçecekken turnikeden ‘’daarrrrttt’’ diye bir ses.Daha önceden anlattıkları da olmuştu ama siz hiç hazırlıklı değildiniz. Tıpkı ölüm gibi.Hiç sinyal vermemiş ki daha önce.Müjde!Nur topu gibi emekliliğiniz olmuştu.Geri dön arkanı dön ve dışarı çık istenmiyorsun artık.

Demet yine bilen tavrı ile anladığını da babasına göstermek istercesine konuyu özetledi;

-Anladığım kadarıyla,bu ani,şok emeklilik haberiyle o an işten ayrılmak ne kadar sarsıcıysa daha sonra onlarda ve yakınlarında fabrika ile ilgili yalan yanlış haber yapmak bir tür terapi sağlıyor.Suçluyu kendilerince cezalandırıp rahatlıyorlar.

-Aynen öyle kızım!Buraları bozulduysa fabrika mı sebep sanki?

Konuşa konuşa otobüsten indiler. Ve çok fazla yürümeden taksi dolmuşlardan birine bindiler.

                                                                   ******

O sırada Aysel Hanım altın gününde kalabalığın içerisinde hararetli bir konuşma yapmaktaydı.

-Hatçeciğim gulubal düşünmek lazım.Fabrika dediğin şey kimlere ekmek kapısı oluyo.Maaşla olmasa yandıydık hepimiz.Günahını alıyonuz valla!

-Gulubal ne Aysel?Sen gene kızlardan neler duydun?

-Okuyom ayol!Büyük düşünün diyom size.Bi de başka açıdan bakın olaya.

Kahkahalar,laf atmalar arasında çaylar içiliyor ev sahibinin yaptıkları da afiyetle mideye indiriliyordu.

Esma evde kalacağını söylemişti ve annesi gittiğinden beri de telefonda konuşuyordu.Bodrum’da yazlıkları olan arkadaşı ısrarla onu çağırıyordu.

-Canım çok teşekkürler.Hıımm!Evet.E sen gel!Gerçekten,vallahi harika buraları.Kızım denizi süper.Halamın yazlığına gideceğim ben de yarın.Tabii ben güneşlenmiyorum.Ayy yok!Çok tehlikeli artık güneş.Bak japonlara…Nasıl koruyorlar kendilerini?Bembeyaz porselen gibiler.Yaşlanmıyorlar tabii!Solaryum,kremler tehlike tehlike!

                                                                 ******

Gün Mustafa Bey’in penceresinden de devam etmekteydi.Heyecanı artmış,ağzı kurumuş,kulakları uğulduyor ve hiç bir şey düşünemez hale gelmişti ki daha ortada bir şey yoktu.Donuk gözlerle yetkiliye bakıp neden oraya geldiğini hatırlamaya çalıştı.Bir anda kalbi hızla atmaya başladı,avuç içleri de terlemişti.Hiç böyle olduğunu hatırlamıyordu.Şuracıkta ölecek hayalindeki paralara da kavuşamayacaktı.Cebindekini yavaşça çıkarıp masanın üzerine koydu ama bırakmadı öylece eli masanın üzerinde cebinden çıkardığını da kapatmış olarak duruyordu.Sanki bir hokkabazdı o an ve ‘’Abra kadabra’’ bile diyebilirdi.Yok yok!Şu eski Türk filmlerindeki vapur satıcısıydı şu an.

‘’Abilerim ablalarım şu elimde gördüğünüz şey…’’

-KUVARS

-Kuvars mı?Yok canım!Kuvars da neymiş?Bor madeni işte!Düpedüz bor…değil mi?Bulduğumdan beri araştırmadığım yer kalmadı.Gayet eminim de size onaylatmak için getirdim.

Bir avazda bunları dedi fakat sesi cümlenin sonuna geldiğinde titreye titreye kısıldı gitti.Hemen arkasından sinirleri sanki tavana sıçramışçasına kendisini gerdi..Sakinleşebilmek için derin bir nefes çekti ve zorlanarak kırmızı bir suratla dönüp kızına baktı.Bakışlarında ‘’sen konuş’’ diyordu.Duygu değişimleri o kadar hızlıydı ki.Bir anda olan gevşeme içi boşalmış da kolları bacakları felç olmuş gibi hissettirdi.Kuvars da neydi?Para etmez bir taşdan bana ne dedi ve bu sefer de kendini bulutların üzerinde uçuyor gibi hissetti.Sanırım tansiyonu düşmüştü.Ya suya düşen hayaller…Aşağıya düşen omuzlar…

Sonra…sonra bir anda ne olduysa oldu ortalık savaş alanına döndü.Odaya giren iki güvenlik görevlisi Mustafa Cevahir’i mühendisin yakasından ayırmaya konuşup ikna etmeye çalışırken hayretle de Demet’e bakıyorlardı.Mustafa Bey’in serinkanlı kızı Mühendisin koluna yapışmış dişlerini geçirmişti.Daha da ilginci böğüre böğüre ağlamasıydı. Eşi benzeri duyulmamış bu böğürtü büroda alarm sesi yaratmasını sağladı Allah’tan da da dışarıdan gelen takviye güç sayesinde olay çabuk yatıştırıldı.

                                                                 ******

-Evvveeett sayın seyirciler şimdi sırada Mühendisi ısıran Demet Cevahir ve babası Mustafa Cevahir!Tabii onların çok renkli bir hikayeleri var.Hayatları sürprizlerle dolu.Ne zaman öğreniyoruz?Azzzz sonra!Önce Reklamlar…

                                                                 ******

Mustafa bey reklamlarda bolca bacağını çimdikledi ve canı ziyadesiyle yanınca bırakmaya karar verdi.Stüdyoda canlı yayındaydılar.Ve evet çok şık giyinmişti bir modacı giydirmese de…

O günden –unutmaya çaılştığı o olaylı günden bu güne koşturmaca dolu aylar geçmiş olmasına rağmen düşündüğünde kendisi yaşamamış da film izlemiş gibi geliyordu.Şimdi hayalleri birer birer gerçekleşirken yoruldum kelimesini bir kere bile dile getirmedi.Canla başla koşturdu ne yapması gerekiyorsa yaptı. Mustafa Bey bölgede bir ilki gerçekleştirip -o gün yetkilinin,elindeki taşa bakıp da kuvars dedikten sonra-süreç başlamış ve arazisinde ilk özel maden ocağını kurmuştu. İzinler,yazışmalar,imzalar…derken bor zannettiği kuvars madeni ona bir küçük servetin kapısını araladı.

-İlk sorumuzu yöneltiyorum sayın seyirciler Mustafa Bey’e;Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?Asit –Borik maden Fabrikasına gidip de oradaki Mühendise neden saldırdınız? Ve kızınız Mühendisi neden ısırdı?Ayrıca sonraki günlerde tahmin bile edemeyeceğimiz gelişmeler oldu tabii.Mühendis Bey yanınızda çalışmaya başladı..Neler anlatacaksınız efendim?Dinliyoruz sizi…

-Efendim ben elimdeki taşın çok kıymetli olduğunu biliyordum fakat mühendis bey öyle Bor değil deyince sanırım kan şekerim düşmüş-doktorum sonra öyle dedi,yani ne yaptığımı hatırlayamıyorum.Ki kızımda da aileden gelen bir durum söz konusu tabii.Ki tatlıya bağladık biz onu.Yani bizden şikayetçi olmadı kendisi.Hal öyle olunca aramızda gelişen dostlukla beraber kendisine iş teklifinde bulundum ben de!Babadan kalma arazimde açtığım maden ocağında çalışıyor şimdi.Sadece o mu efendim?Memlekette ne kadar işsiz varsa…Demem o ki en önemlisi ülke ekonomisine bulunduğumuz katkı.Ben bu yaşımdan sonra azimle tekrar çalışma hayatına dönerek,yaratacağım da istihdamı düşünerek bu işe kalkıştım.Yoksa emekli adamım ve torun sevmek varken…değil mi efendim? Madencilik sektörü  o toplumun gelişmişliğinin göstergesidir ayrıca ki bence en önemlisi de budur efendim!

-Evveeeettt sayın seyirciler!Dönüyorum Mustafa Bey’in kızı Demet Cevahir’e.Yakında soyadınız ne olacak Demet hanım?Siz onun kolunu ısırdınız fakat o da sizin kalbinizi çaldı.

-Ehhmm evet babam anlatığı için tekrara kaçmak istemiyorum.Durum öyle cereyan etti ve yakında biz de evleniyoruz çok doğru.Soyadım da;

O sırada mikrofondan enerjik genç bir erkek sesi ki telefon bağlantısıydı bu, soyadlarını söylüyordu.

                                                                 ******

Mahallenin erkekleri kahvede toplanmış alkış kıyamet televizyonda komşularını izlerken,Esma ve Aysel Hanım da programı gözyaşlarıyla bitirdiler.Gurur,başarı,mutluluk tüm güzel duygular sarmalamış ana-kızı yoğun heyecan kaplamıştı. Konuşmadan anlaşma yapmışçasına içlerini çeke çeke balkona çıktılar.Bir vakit farklı yerlere baktılar,baktılar…Sonra ikisi de kafalarını gökyüzüne kaldırdı..Yıldızsız ama açık olan havada hareket halinde kara bulutlar vardı.Üzerlerine doğru geliyordu sanki!

-Esma kızım yabancı bi memlekete gidicen bak şimdiden hasret çöktü yavrım bana…İner inmez ara olur mu?

-Anneciğim tabii ki!Aramaz mıyım?Canım annem takma sen kafana bunlarıııı!Havanın tadını çıkar şurda dert etme!

-Yaaa…Bahar da geldi işte.Yıldız yok ama yarın güzel olacak gibi hava.Babanla da gelir hem yarın.

                                                                     *            

 Çiğdem URAL
www.kafiye.net