“Ben olmasaydım, Türk edebiyatı ‘yüzsüz’ kalacaktı”

 

 

Ara Güler;

Yazımızın başlığı usta fotoğrafçımız Ara Güler’in bir sözüdür. Bilirsiniz, Türk edebiyatının pek çok ustasını onun objektifinden hatırlarız; ayrıca dünyanın pek çok ünlü sanatçısını da… O büyük usta ayrıca; “Yaşam size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın.” der.  

Ara Güler, 9 Ocak 2013 gecesi, Merih Akoğul’un sunuculuğunu yaptığı Akbank Sanat’taki gecenin hem ev sahibi, hem konuğuydu. Ben de o geceye katılmanın keyfini yaşamış olan izleyicilerden bir olarak, o keyifli buluşmayı sizler anlatmak istedim. Elbette benim orada olmam yeterli değil; fotoğrafa ilgi duyan herkesin, hatta sanata gönül veren tüm insanların, bir kez de olsa, Ara Güler’i yakından tanıma ve dinleme şansına sahip olmasını isterdim. Çünkü o, bir sanatçının kendisini samimiyetle sorgulamasına yardımcı olurken, kendisini bulmasına da yol açacak deneyimlerinden ve ipuçlarından kişinin kendisini bu sürecin içinde tanımasını sağlıyor.

Söz konusu gecede, Ara Güler’in farklı dönemlerde çektiği fotoğraflardan oluşan bir gösteri sunuldu; ardından da Güler, belgesel fotoğraf, foto muhabirliğinin Türkiye’deki geçmişi/işlevi, değişen İstanbul, Magnum fotoğrafçılığı, fotoğraf ve öteki sanatlar gibi konuları anı ve anekdotlarla birlikte derleyip toparlayarak anlattı. Bu sohbeti izler ve dinlerken zaman zaman güldürdü, zaman zaman düşündürdü bizi…

Güler’in fotoğrafa yüklediği anlam öylesine sade ve yalındı ki, bu içerik onun hayata bakışı ve yaşam biçimini de ele veriyordu adeta. Çünkü Ara Güler olabildiğince engin gönüllü bir insandır. İçindeki muzip çocuk imgesini yitirmeden yaşadıklarını anlatırken zamana damgasını vuran şair ve yazarlar ile ünlülerin fotoğraflarını çekerken heyecanlandığını ve onları sevdiği için fotoğraflarını çektiğini söylüyor. Gözleri zaman zaman dalıyor ve söylediği söz öylesine etkili oluyordu ki; kendisi “Ben olmasaydım, Türk edebiyatı ‘yüzsüz’ kalacaktı” derken biz de o yüzleri öyle ışıklı göremeyecektik diye düşünüyoruz. Evet, biz o yüzleri öylesine sevimli görmekten mahrum kalacaktık, daha ötesi var mı?…

 “Fotoğraf tarihin belgesidir” sözü de, fotoğrafı her şeyden önce belge olarak gören ve değerlendiren Ara Güler’e aittir. Ama o belgeyi hiçbir zaman da ışık ile gölgenin ortaya çıkardığı estetikten mahrum bırakmaz… Bir de “Ben eski İstanbul’un fotoğraflarını çekmeseydim bu kentin geçmişteki durumunu nahh görürdünüz” diyor haklı olarak! Bu sözlere biz kahkahalar atıyor olsak da onların gerçekliğinin ayan beyan ortada olduğunu düşünmeden de edemiyoruz.

 

Ara Güler’in edebiyat yüzleri:

Orhan Veli’nin sigarasını tutuşturduğu kibritin alevi aydınlanmıştı yüzünü; ama anı, o ışığı yakalamak Ara Güler’e özgü bir maharetti. Sanıyorum büyük şairin yüzü hepimizin içinde o ışıkla aydınlanmış, öylece kazınmıştır belleğimize… Başında hasır şapkası, ayağında keten pantolonuyla deniz kıyısında olmalı Sait Faik; saçlarını özenle yana tarayan Behçet Necatigil’in yüzünde hep o ailesine düşkün müşfik baba hali… Halide Edip Adıvar, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Eflatun Cem Güney, Füruzan, Oğuz Atay, Tarık Buğra, Peyami Safa, Attila İlhan, Cemal Süreya ve daha niceleri Ara Güler’in imzasıyla kazınmıştır belleğimize. Picasso’dan bilmem hangi dünya ünlüsünün yüzüne de belleğimizde onun imzasıyla yer vardır… 

“Sanatçı olmak kolay değildir, evliyadır sanatçı!” diyen Ara Güler’e göre, insanın gittiği yol ne kadar bilinçli ve derinse insan da o kadar hayatın içindesindir. “Sanatçı olmak yaptığı işe yaşamını adamaktır” diyen Ara Güler, her konuşmasında kendisinin sanatçı olmadığını söylese de, “oldum” demenin aslında insanın bittiği yer olduğunu bildiğinden böyle der.

Çok zeki olmasının yanında belleğinin hâlâ işlevini eksiksiz yerine getirdiğini görmek insanı hem hayrete düşürüyor hem de etkiliyor, sevindiriyor. Ara Güler okuduğu kitaplardan söz ederken ondan daha ne çok öğrenecek şeyimiz olduğunun ayrımına varıyor, kendimizle gizli bir muhakeme yapma gereğini duyumsuyoruz. O coğrafyayı, tarihi, dünyada iz bırakan nice insanı sıralarken siz o insanların hayatlarını, hayat felsefelerini bilmenizin kaçınılmaz olduğunu ısrarla içselleştiriyorsunuz; onun fotoğraflarından neden bu kadar etkilendiğinizi anlamlandırmaya çalışıyorsunuz. Çünkü onun önceden beyninde tasarladığı kareleri, nasıl çekmesi gerektiğini bildiğini, kendi tarzıyla çektiği sanatçı portrelerini farklı açılardan yakalıyor olmasını, fotoğrafı çekilen kişinin tarzıyla ilintili olarak yakalamak istediği görüntünün içeriğini seziyorsunuz. Onun, Orhan Veli’nin yüzünü kibrit aleviyle nasıl aydınlatması gerektiğini gördüğü gibi…

 Ara Güler en iyi fotoğrafını çekemeden bu dünyadan gideceğini düşünüyor. Aslında insanın daima en iyiye doğru yürüdüğünü, ne var ki oraya ulaşamadan yaşama yolunun tamamlayacağına inanıyor. Çünkü ona göre insan doğduğu andan itibaren ölmeye başlar. “Elli, altmış, yetmiş, seksen yıl boyunca neyi bekleriz, ölmeyi tabii ki; arada da oyalanırız işte.” diyen Ara Güler bunu bilir ve her güne ‘yeni ve güzel bir gün’ gözüyle bakarken hayata da bir o kadar bağlıdır.

Gündelik bir iş gibi çektiği portre fotoğraflarda dostluğun izleri de yatıyordu ona göre. Fotoğrafını çektiği topluma ait olan ustaların hayatlarını da ayrıntılarıyla biliyordu, ezbere ve rastlantısal değildi hiçbir çekim. Fotoğrafını çektiklerine yakın olmak önemliydi onun için. Picasso’nun fotoğrafını çekerken, Picasso’nun “Neden benim fotoğrafımı çekiyorsun?” dendiğinde, “Sen ünlüsün de ondan” demiş ve aynı engin gönüllülükle Picasso da ona ünlü olduğunu söylemişti. Ama aslında onlar ünleriyle değil, ürettiklerindeki başarının gizli sevincini paylaşıyorlardı. Bu diyalogdan anlaşılacağı üzere sanatçılar naif kişilerdir ve bilirler ki alçakgönüllülük insana her zaman için kazandırır. “Şimdilerde kendine sanatçı diyen çok insan var” diyor Ara Güler, içinden de sanırım ince ince giydiriyordur öylelerine!..

Çünkü “sanatçı” olma unvanı kişinin kendisine verdiği değil, yakıştırdığıdır öylelerinin.   “Sanatçı bize yaşamayı öğretir, bakmayı/ görmeyi öğretir” diyor Ara Güler… “Şimdi ki gençlik çok şeyi bilmiyor, çünkü onlara öğretilmiyor!” Yakınmakta ne kadar haklıdır ustamız; “Sistem tarafından gençlerimiz ezbere yönlendiriliyorlar, itiliyorlar; oysa sanatçı olmak farklı ve özgür bir ruh olma isteğidir” diyor. “Bunun ezberi yoktur. Picasso yaptığı resimlere yeni bir göz eklemiştir, böylece bir ekolü yıkmıştır, o nedenle de Picasso olmuştur” derken, günümüz sanatçılarına ince bir göndermede de bulunuyor.

Kendisine, “Sizi 3000 yılında kimse hatırlamıyor olabilir” diyor Merih Akoğul. Ara Güler, “Hiç umurumda değil” diye yanıt veriyor. “Onlar, öyleleri Mustafa Kemal Atatürk’ü bile hatırlamayacaklar” diyor. Düşündürücü! O zaten yapabileceklerini yapmış, sanata katacaklarını katmış ve bunu yaşarken gören ender insanlardan biridir. “Ne kadar şanslı bir insan” diye düşünüyorsunuz kendi kendinize! Çünkü pek çok yazar, şair, sanatçı aynı mutluluğa ulaşamadı.

 

Sona doğru:

İzlencenin sonunda bütün muzipliğimle koluma imzasını atmasını istedim. Yüzüme garip garip baktı ve “Kolun acımaz mı?” dedi. “Bu an’ı yaşamak benim için büyük mutluluktur” dedim… “Canımın acıdığı yerler var elbette; değerli şairlerimizin, yazarlarımızın gerektiği gibi ilgi görmemesi örneğin. Değil mi ki siz onları çektiğiniz fotoğraflarıyla da ölümsüz yaptınız; bu imzayı onlar adına taşıyor olacağım kolumda, ne mutlu size onları tanıma şansına erdiniz.”

 Ara Güler her zaman büyük bir engin gönüllülükle, “Ben bir foto muhabiriyim” derken onun gözlerindeki derin sevinci ve içtenlikli duyguyu algılayabilirsiniz. Onun asıl mutluluğu, bu dünyaya eserleri ile imzasını atan insanların pek çoğunun kaybolup gitmesinin önlemini almış ve bunu an’ı durdurarak yapabilmiş olmadır; bu nedenle de o kendisini bir belgeselci olarak görüyor. Ama onun ortaya koyduğu estetik hazzın derin mutluluğu yatıyor objektif gözlerinde. Haklıydı da bu sevincinde, geçmişe ve gününe tanıklık ederek geleceği daha iyi görüyordu çünkü.

Bir “Ara Güler Gecesi”ni değil de “Ara Güler Aydınlığı” zamanını anlatmaya çalışma gayretimi, onda saptadığım on özellikle bitirteyim:
1) Ara Güler herkese “Abi” der.
2) Öyle gerçekçi, öyle sahici, öyle rahattır ki karşısında asla rol yapamazsınız.
3) Kendisine asla “fotoğraf sanatçısı” dedirtmez, “foto muhabiriyim ben” der geçer. Foto muhabirlerinin piridir.
4) “Bir daha dünyaya gelsem tramvay olmak isterdim” cümlesi, onun ünlü sözlerindendir.
5) Yaşını saklamaz.
6) Orhan Veli’den Edip Cansever’e kadar çağdaşı pek çok edebiyatçının dostudur. Kendisi de bir öykü kitabıyla edebiyata bulaşmıştır.
7) “En iyi makine en iyi fotoğrafı çekseydi, en iyi daktiloya sahip olan da en iyi romanı yazardı” der.
8) Anı anlatmayı sever ama gereksiz uzatmadan, ‘arif olan analar’ kabilinden kısa keser.
9) Picasso’dan Dali’ye kadar pek çok ünlü dünya sanatçısının da fotoğraflarını çekmiştir.
10) Konuşurken sürekli “Anladın mı?” diye sorar.

 Ara Güler’e göre, “Sanat olmasına lüzum yoktur fotoğrafın. Fotoğraf tarihi bir olaydır. Tarihi zapt ediyorsun, bir makine ile zamanı durduruyorsun.” Hepsi o kadar mı dersiniz?

Her neyse, biz Ara Güler ustamıza binlerce teşekkür borçluyuz.

 

Neslihan Yazıcılar
www.kafiye.net