GECEYDİ ONU BANA GETİREN

Geceydi, korkunç bir karanlıkta dünyasını aydınlatacak bir ışık aradı. Oysa bir gece akıp gelmişti yüreğine. Şehirlerarası bir otobüste bir mola yerinde. Dakikalarca izlemişti onu. Kendisini fark etsin diye neler yapmamıştı. Görevlinin ’Ankara’dan Antalya istikametine gitmekte olan……….’ Anonsundan sonra yıkılmıştı sanki. Omuzları çökmüş bir şekilde bindi otobüse, ön kapıdan. Son anda fark etti onun da arka kapıdan bindiğini ve kendine doğru gelmekte olduğunu. Şaşırdı, ağzı açık kaldı tesadüfün böylesine. Kendine yol verdiğini dakikalar sonra anladı, yana çekilip buyurun demişti. Sıcacık bir sesti, geçemedi önünden ayakları heyecandan bedenini taşıyamıyordu, en yakın koltuğa çöktü. Oysa onun yeri bir arka sıraydı. garip, arka koltuğunda da o vardı.

İçi içine sığmadı yolculuk süresince. Arkasına dönüp bakamasa da onun kendini izlediğini hissediyordu. Mola yerinde birkaç kez kendine bakan gece kadar simsiyah gözleri yakalamıştı. İçinden ’siyah bu kadar güzel ve gizemliyse ben geceyi çok sevmeliyim ’diye düşündü. Gece karanlıktı oysa, gözleri ise karanlığa rağmen ışıl ışıldı.

Bir hüzün çöreklendi yüreğine. Bir kaç saat sonra yolculuk bitecek ve her şey bir rüya olarak kalacaktı. Geceyi ve o simsiyah bir çift gözü asla unutmayacaktı. Yaptığı her yolculukta bir bıçak saplanacak yüreğine ve gözleri kendine bakan simsiyah bir çift yıldızı arayacaktı.

Korktuğu oldu işte. Birkaç dakika sonra güneşin ilk ışıklarıyla yolculuk da yol da bitecekti. Doğru dürüst dönüp bakamadı bile bu kadar etkilendiği genç adama. Otobüs otogara girdi, gelen yolcular peronunda durdu. İstemeyerek ayağa kalktı, yukarıdan ceketini aldı, o anda göz göze geldiler. Yanaklarının kızardığını hissetti, başını önüne eğdi, daha sonra baktığında aşağıya inmiş olduğunu gördü. Aceleyle o da indi. Valizini aldı, son kez arkasına dönüp baktığında peronları dolduran onca insan arasında gözlerini gördü yeniden. Ama yürümeye devam etti. İlçe otobüslerinin hareket yerine geldiğinde ağlamak üzereydi. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştı. Kalbi hiç böyle çarpmamıştı. ’Geç buldum, çabuk kaybettim’ şarkısındaki gibi bulmuştu ve kaybetmişti.

İlçesine giden küçük otobüse bindiğinde yalnızca bir koltuğun boş kaldığını gördü. İki kişilik koltuğun cam kenarında olanına oturdu. Gözleri dolu dolu aşağıda onu aradı ama bulamadı. O sırada ’oturabilir miyim ’diye kendine seslenildiğini duydu. İsteksizce ’tabii buyurun ’dedi. Ama başını çevirip bakmadı bile. ’Neden ağlıyorsunuz?’ deyince yanındaki yolcu, ağladığını ve yanında biri olduğunu fark etti. Başını çevirip baktığında kendisine bakan gece kadar siyah bir çift gözle karşılaştı. Birkaç dakika sonra kendini toparladı. Soruya cevap verdi. Ve aralarında utangaç, çekimser bir sohbet başladı. Sohbet ilerledikçe sanki ona doğru akıyordu.

Hikâyesini dinledikçe hayranlığı daha da artıyordu. Aslında kendine benziyordu. Yola bakıp ilçelerine yaklaştığını görünce onun nereye gittiğini merak etti. Kendi ilçesinden sonra gelen en yakın ilçede yaşadığını öğrenince daha çok şaşırdı. İlçeleri arası yarım saatlik mesafeydi. Öyle çok mutlu oldu ki bu, karşılaşma olasılığının var olduğunu gösteriyordu.

İlçeye çok yaklaşmıştı ki yol kenarında bir kaza olduğunu gördüler. Şoför arabayı sağa çekip güvenli bir yerde durdurunca bütün yolcular aşağıya indikleri sırada beklenmediği bir şeydi karşısında gördüğü… Babası kanlar içindeydi. Haykırışları dağları deliyordu babasına koşarken. Kendi sesini bastıran başka bir çığlıkla kendine geldiğinde babasının bir şeyi olmadığını, yaralılara yardım ederken giysilerinin kan olduğunu öğrendi. Diğer çığlığı atan kişi maalesef hayatının en acı olayıyla karşı karşıyaydı, babasını ve annesini kaybetmişti.

Gece kadar siyah gözlerden akan yaş değil, acıydı, isyandı, bir başkaldırış ve sitemdi adeta. Birkaç saat sonra koşup boyunlarına sarılacağı anne ve babası onu karşılamaya giderken yolda can vermişlerdi.

O gün neler yaşandı, neler oldu, anlayamadı, yorumlayamadı. Babasıyla eve ulaştıklarında bitkin, yorgun, yüreği acı doluydu. Annesi ve kardeşleriyle kısa bir süre hasret giderip yatağa attı kendini. Gözlerini kapadı, olmadı. Bir çift siyah göz, o gözlerden akan yaşlar her yerdeydi. Bir an gözyaşlarından oluşan selde boğulacağını sandı. Yorgunluktan ve yüreğinin acısından uyuyakaldığında akşam olmuştu. Ağlayarak uyandı bir süre sonra, yemeğe çağırıyordu annesi.
Ertesi gün kendi ilçelerinde pek çok kişi gibi babasıyla birlikte cenazeye gitmek istedi ama gidemedi. Babası uygun olmadığını söyledi, o da diretmedi. Ama içinde bir yerlerde ağlayan gece siyahı gözlerden akan yaşlar birikiyordu. Babasının cenazeden dönmesini bekledi gün boyu. Geldiğinde bir haber almak umuduyla uzun uzun sorguya çekti babasını. Övgü dolu sözlerin ardından yıkılıp harap olduğunu duymak üzmüştü onu da.

Günlerce rüyada gibi gezindi ortalarda. Yemedi içmedi ama hayat devam ediyordu. O gözleri yüreğine gizleyip yaşama devam etti onunla ilgili bir şeyler duymanın umuduyla.

Tek duyduğu birkaç ay sonra tüm eşyasını toplayıp ilçeyi terk ettiği haberiydi. Ve giderken kazanın olduğu yere bir çeşme yaptırıp başına da bir çınar fidanı diktiğini duydu.

Aradan birkaç yıl geçti. Hayat olanca aceleciliyle geçerken çınar ağacı büyüdü. Çeşmenin suyu azaldı ama içindeki acı ve arayış hiç bitmedi. Gözleri ne zaman dalıp gitse gece siyahı bir çift göz görüyordu, her yerde.

Gece ve siyah, siyah ve gözler, o gözlerden akan yaşlar yerini yavaş yavaş başka heyecanlara bıraksa da çeşme ve çınar ağacı hep hatırlattı onu yaşadığı sürece.

Ayşe Sönmez Bulut – ANTALYA
www.kafiye.net