TESADÜFLER VE İSTASYONLAR

Elinde paketlerle yürürken bir hayli yorulduğunu hissetti. Etrafına bakındığında tren istasyonunun yakınlarında olduğunu gördü. Amaçsızca istasyona doğru yürüdü. Ayakları bir oyun mu oynuyordu, anlam veremedi. Ne işi vardı istasyonda? Sevdiklerini oradan uğurlamıştı hep, bir daha da görememişti.

Yıllar önce babasını yolcu etmişti güle oynaya. Arkasından hüzünlenip ağlasa da babasıyla güzel zaman geçirmiş, onu mutlu yolcu etmişti. Ama ertesi günü ölüm haberi gelmişti. Trende el sallarken son kez görmüş, bir kez daha görmek, ellerini öpmek, kokusunu duymak kısmet olmamıştı. Şimdi babasını uğurladığı peronda bir banktaydı. O gün canlandı gözlerinin önünde. Ve ölüm haberini aldığı an hissettikleri geldi aklına dünyası kararmıştı sanki. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Yıllarca trenlere, istasyonlara küsmüştü. Ne zaman tren düdüğü duysa, kulaklarını tıkamıştı hep.

Anlamsızca gelip oturduğu bankta bunları düşünürken, birkaç yıl öncesi geldi aklına.” Trenlere ve istasyonlara küsmekte haklıyım galiba “diye düşündü. Babasını tren götürmüştü. Sevdiğini de… Ne acıdır ki ikisini de en son trende el sallarken görmüştü. Sevdiği Tıp Fakültesini bitirip doktor olunca uzak bir şehre tayini çıkmıştı. Eşyalarını toparlayıp trenle gitmeye kara vermişti. Altı ay sonra da evleneceklerdi. Heyecanlı ve mutluydu. Aynı duygularla yolcu etmeye gelmişti sevdiğini. Gerçi ayrılık ateşi yakıyordu yüreğini ama bu ayrılık gerekliydi ve kısa bir süre içindi. El sallayarak ayrıldılar bir birlerinden. Akşamı zor etti, saatler geçmek bilmedi genç doktorun “geldi, iyiyim” sözleri duymak için. Ama beklediği haber bir türlü gelmiyordu. Kaç kez hesapladıysa ulaşması gerektiği düşündü hep. Sabahı zor etti. Uykusuz bir gecenin sabahında eli yine telefona uzandı, yine cevap vermedi sevdiği. İsteksizce televizyonun kumandasına uzandı, rast gele kanallar arasında dolaşırken bir haber dikkatini çekti. Aslında son günlerde çok duyuyordu bu tür haberleri. Ama bu kez başkaydı, kulaklarına gözlerine inanamadı önce. Sanki kanı dondu damarlarında, kalbi atmaz oldu. “Teröristlerin hem zemin geçide döşediği uzaktan kumandalı, parça tesirli bombanın patlaması sonucu Ankara- Van seferini yapan tren devrilmiş, çok sayıda ölü ve yaralı varmış.” Defalarca haberi geçirdi aklından. İnanamadı ama gerçekti. Bir ümitle yaralı olabileceğini düşündü, “ona bir şey olmamıştır” dedi. Ama yüreğine düşen ateş çok yakıcıydı. Ve çaresizlikle kıvranırken telefonun sesiyle irkildi. Sevdiğinin babasıydı arayan. Acı gerçeği ondan duydu. “Almaya gidiyoruz” diyordu, hıçkırıklar arasında acılı baba.

Banka nasıl dayanmışsa sırtının acıdığını hissetti. Bir an düşüncelerinden sıyrıldı. Düşüncelerini kovmaya çalıştı, yaşadığı acıları anımsamak bile istemedi artık. Yaklaşmakta olan trenin düdüğü ile toparlandı, düşüncelerden sıyrıldı. Sanki trene binecekmiş gibi ayağa kalktı. Tren tam önünde durdu. İnenler heyecana kendilerini bekleyenlere koşuyordu. Sarılmalar, mutlu çığlıklar hüznünü artırmıştı. O, el sallayarak uğurladıklarına kavuşamamıştı bir daha. Bir de trene binenler vardı; boyunları bükük, gözleri yaşlı… El sallıyorlardı geride bıraktıklarına. Tren önce biraz sarsıldı, düdüğü son kez öttü ve hareket etti. Sanki sevdiklerini uğurluyormuş gibi hüzün sarmıştı. Trenin arkasından baktı bir süre, alışveriş çantalarını toparlayıp çıktı istasyondan.

Dolmuşla gidemeyecek kadar bitkin hissediyordu kendini. Bir taksiye binip eve doğru yola çıktığında gözyaşlarını tutamamıştı. Şoför aynadan bakıp, “iyi misiniz” diye sorunca kafasını sallayarak cevap verebildi. Tüm yaşananlardan ne tren ne de istasyon sorumlu değildi. Ama ayrılıkların ve kavuşmaların orada yaşanması pek çok türküye, şarkıya, romana, şiire konu olmasına neden olmuştur diye düşünürken eve ne çabuk geldiğini fark edemedi bile. Ücreti ödeyip taksiden indi. Çok yorgun hissediyordu kendini, duş alıp uyumayı düşündü. Apartmanın kapısının önüne geldiğinde bekleyen birini gördü, tam o anda gördüğü şey başka duyguları çağırdı. Mutlu olmuştu, özlemle sarıldığı birkaç yıldır görmediği üniversiteden bir arkadaşıydı. Birlikte eve girdiler. Salonun balkonu gören bir köşesinde her şeyi unutup sohbete daldılar. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadılar bile. Sokak lambalarının yandığını görünce akşamın olduğunu anladılar. Genç kız istasyonda yaşadığı duygulu anları unutmuş gibiydi. Yüreğinde başka bir kımıltı vardı. Bir daha yaşamam dediği duyguların ayak sesleriydi yüreğinin kapısını çalan. Yiyecek bir şeyler hazırlamak üzere mutfağa giderken, arkadaşına şehre ne zaman geldiğini sordu. Aldığı cevaba inanamadı. Çünkü arkadaşı, o istasyondayken yolcu indiren trenle gelmişti. Ama görmemişlerdi bir birlerini. Belki de bir gizli güçtü onu istasyona çeken. Arkadaşına anlattığında ikisi de bu ilginç tesadüfe güldü.

Kara tren iki sevdiğini almış, ayırmıştı ondan ama en sıkıntılı günlerinde ona güç veren başka birini de ona getirmişti. Yemek boyunca hayatın tesadüflerden oluşup oluşmadığını düşündü. Arkadaşının kendisine söylediklerinden duygularının karşılıksız olmadığını öğrenince çok mutlu oldu. Bu kez hüzün değildi kapıyı çalan, mutluluktu.
“Trenler ve istasyonlar” hayatında hep olacaktı. Elbette hatırlayacaktı sevdiklerini ama artık hüzünlenmeyecekti.
Birkaç ay sonra nikah davetiyesini alan dostları onun adına sevinmişlerdi. Ama nikahın yeri hepsini şaşırtmıştı.

Davetiyenin altında şöyle yazıyordu;

YER: TREN İSTAYONU

Yeni ve mutlu hayatına yine bir istasyonda tren düdükleri arasında “ evet” dedi.

Ayse Sönmez Bulut
www.kafiye.net