MOR ELBİSELİ ANAM

Dağları karlı o meşhur Anadolu kentinde doğdum ben, anamın altı çocuğunun ikincisiyim. Babam esnaf lokantası çalıştırırdı evin altında. Üç katlı evimizin üç katını da biz kullanırdık. Alt katta mutfak, misafir, oturma ve anamların yatak odası vardı. Orta katta biz altı kardeş odaları paylaşmıştık. Üst kat ise misafir katıydı. Hiç eksik olmazdı yatılı misafir.

Ben lise sondayken gençten bir gelin geldi anamın akrabası. Kocasına boşanma davası açmış ve bizim eve sığınmıştı. Çok dayak yemiş, çok da aç açık kalmıştı koca evinde. Bazen sessizce ağlar, bazen de usuldan ağıt gibi türkü söylerdi o yanık sesiyle.

Boşanma davası görülürken babam onu götürdü, getirdi gitmesi gereken yerlere. Abla bize geldiği günden sonra kilo almaya ve toparlanmaya başladı. Boşandıktan bir kaç ay sonra da nurtopu gibi bir oğlan doğurdu. Babam ellerini oğuşturarak anamın yanına gitmiş. Oğlan benden, senin nikahın var çocuğu üzerine yazdıracağım demiş. Anam o anda mor sümbüllü elbisesinin çiçeklerine tırnaklarının geçirmiş, kırılmış tırnakları kökünden kan akmaya başlamış parmak aralarına ve en çokta şaşkın yüreğine kan dolmuş. 

O güne kadar ne misafir kadına, ne de altı çocuk babası kocasına böyle bir şeyi yakıştıramamış. Kendi saflığına daha çok üzülmüş.

O sene lise bitti ve üniversite sınavında İstanbul’u kazandım ve evden ayrıldım. Uzun bir süre ne evi aradım, ne evden para aldım. Burada bir lokanta buldum ve okuldan artakalan zamanda garsonluk yaptım. Okul bitti hemen askere gittim ve dönünce de iyi bir şirkete işe girdim.

Anam yanıma gelmek istedi. Artık dayanamıyorum kumanın çocuk sayısı üç oldu dedi. Anam o günden sonra babamı alt katın kapısından bile almamış. Sen bana namahrem oldun artık diye haykırmış. Dünden razı olan babamda hep en üst kata çıkmış.

Beni sorarsanız askerlik sonrası işinden iyi denilecek bir para kazanmaya başlamıştım. Tek sorunum her akşam saat altıya doğru annem eline minder alıp daire kapısına çıkıyor ve merdivenlere oturup beni bekliyordu. Kaç kez içeride bekle derdimde dinlemedi. Kışın bile o ince minderin üzerinde merdivende bekledi beni. Birde anam üzerinden o MOR elbiseyi hiç çıkarmadı. Utanıyordum aynı elbiseyi giydiği için. Aldığım hiç bir kıyafeti giymedi son güne kadar. Artık hiç sosyal hayatım yoktu. Oysa ne hayallerim vardı. Benimde arkadaşlarım olacak, iş çıkışı kafelere ve yemeklere gidecektim. Fakat bu mümkün gözükmüyordu. Eve gelmediğim zamanlar tüm komşular biliyordu keza annem merdivenlerde oturup beni bekliyordu.

Aradan üç yıl geçti artık ses tonum farklı tonda çıkmaya başladı. Kızıyordum anneme keza benimde bir hayatım vardı ve bu hayat annem yüzünden kısıtlıydı.

Ben yakında gideceğim oğul, az sabret diyordu anam. Oysa ne babamın yanına, ne de evlenip babamla yaşayan abimin yanına gidecek gibi değildi hali. Ne zaman seni onların yanına göndereyim desem karşı çıkıyordu. Ne kardeşlerim ne de babamla görüşmüyorduk. Artık benimde sabrım kalmamıştı, kendimi anneme mahkum hissediyordum.

Bir gün iş çıkışı evime geldim merdivenler hareketliydi ve insanlar koşturuyordu. Merdivenleri ikişer atlayarak yukarı çıktım. Bizim daire kapının önündeki koridorda anam uzanmış yatıyordu. Yüreğim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Gitmişti anam, hemde her ondan bıktığımı belli ettiğim anda söylediği gibi aniden çekip gitmişti.

Anam İstanbul’a gömülmek istediğini söylerdi, her ölüm lafı geçtiğinde. Artık nasıl nefret ettiyse babamın yaşadığı kentten. Kızkardeşim geldi cenazeye o MOR elbiseyi görünce çığlıklar atarak ağladı. Meğer babamın ona kuma getirdiğini söylediği gün o elbise varmış anamın üzerinde.

Günlerce kendime gelemedim. Aradan beş koca yıl geçti. Hayatımda değişen hiç bir şey yok. Ne iş çıkışı kafelere, yemeklere gidiyorum ne de eve geç geliyorum. Gene aynı şekilde aynı saatte eve geliyorum. Sadece artık beni görünce gülen o candan gözler ve neredesin oğul diyen şefkat dolu ses yok.

Nejla BILGIN
wwwkafiye.net